Ekim 02, 2020 20:48 Europe/Istanbul

Bu bölümde İslam'ın kimi sözde dini hareketlerin dünyacılığı ve diğer yandan da kimilerinin köşeye çekilme ve dünyadan uzak durmaya yönelik yaklaşımını ele alacağız.

Geçen bölümde bireycilik, toplumculuk ve hazcılık ile ilgili konuştuk. Bunların hiçbirinde ise  Allah'a, kıyamete inanmaktan bir iz bulunmadığını, hazcılıkları, faydacılıkları, heveslilikleri, ihtirasları ve bireysel ve toplumsal çıkarlarını kısıtlamayana dek ahlaki değerlere bağlı kalacaklarını ayrı bir durumda hiçbir ahlaki koşula bağlı kalmayacaklarını söyledik. 

Ayrıca bu akımlara ve ekollere göre ahlakın görece bir husus olduğunu ve bu yolda yürüyenlerin gerektiğinde ahlaki değerleri yok sayabileceğini söyledik.  

İslam'ın planlı, güdümlü ve üstün kültürü ise tüm alanlarda özellikle de kendini tanıma, Allah eksenli olmayı temel olarak belirlemiştir.  Bu açıdan İslam'da heveskarlığa ve gayrı meşru bireysel ve toplumsal çıkarlara ve seçimlere bir yer yoktur. 

Öz İslam dini öğretileri ile yetişen insanın gerçek yaklaşımı, Enam Suresinin 62'nci ayetinde Allah Resulüne örnek bir isim olarak bakan şu ayette görülmektedir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:" De ki: "Şüphesiz rabbim beni doğru yola, sapasağlam bir dine, Allah’ı bir bilen İbrâhim’in dinine iletti." O, ortak koşanlardan değildi."

İnsanların ortaya çıkardığı ekoller ve dinlerden başka kimi İlahi dinler de doğru yoldan sapmış ve asıl hedeflerinden uzaklaşmıştır. Bu çerçevede kimi ilahi dinlerden uzaklaşan ekollerde ve dinlerde İslam'ın öz ilkelerine aykırı olan kimi durumlar görülmektedir. Bu çerçevede Yahudiliğin maddiyatçılığı ve Hristiyanlığın ruhbanlığına değinmek mümkün. Bunların ahlaki yaklaşımları hiç de İslam'ın ahlaki ilkeleri ve değerlerine uymamaktadır. 

Kuran-ı Kerim'de ise Yahudilerin dünya düşkünlüğü hususunda Bakara suresinin 96'ncı ayetinde şöyle buyrulmuştur:"  Yemin olsun ki, onları(Yahudileri) insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun; müşriklerden de çok; her biri ister ki bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan kurtaramaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür."

İslam'da dünyaya düşkünlük ve servet biriktirme düşkünlüğünün azarlanması ve kınanması aslında İslam'ın ekonomik ve ticari faaliyetlere karşı olduğu anlamına gelmiyor. Ancak İslam dininin kapsamlı, gerçekçi ve mantıklı bir ekonomik sistem önerdiği söylenmelidir. Öyle ki bu sistem doğru bir şekilde uygulanırsa  bu ekonomik yaklaşım mevcut çağda farklı ekonomik alanlarda dünyayı yeni bir yöne götürebilir.   Bu yeni yaklaşım mevcut dünyadaki sapkın çevrelerce yaygınlaştırılmaya çalışılan ribacılık, rüşvetçilik, servet biriktirme, haram yeme, istismar etme, milletleri yağmalama ve onları zor durumda bırakma gibi sorunları da çözecektir. 

Maddiyatçı ve kapitalist çevrelere karşın kimi Hristiyan mensupları ve akımları da dünyaya sırt çevirme, tecrit ve yalnızlaşmayı seçmiş ve bu doğrultuda tüm fıtrata dayalı isteklere karşı çıkıp evlenme ve aile kurmaktan bile çekinmiş ve bu dini ve akılcı görevden bile kaçıp manastırlara sığınmış tüm toplumsal faaliyetlerden uzaklaşmıştır. Ancak böyle bir yaklaşım Allah vergisi, fıtrata dayalı istekler ve eğilimler ile zıt olması yüzünden  kimi zaman temel hedef sayılan Allah'tan korkma, dünyaya ilgisiz kalma ve Allah'ın rızasını kazanma yolundan bile insanları saptırmış ve birçok ahlaki, ekonomik, kültürel ve siyasi rezalete ve yolsuzluk ve ahlaki sapkınlık fırsatı oluşturmuştur. 

İslam'ın yapıcı ve dengeli kültürü ise bu aşırıya kaçmalar karşısında ılımlı bir yolu seçmiştir. Bu çerçevede ne dünya ve çekiciliği hedef edinmiş ne de tamamen dünya ilkeleri ve lezzetlerine göz yumulmuştur. Böylece doğru yol çizilmiş ve sapkınlıklara sürüklenme yolu engellenmiştir. İslam, her işte ılımlılık ve aşırıya kaçmamayı önermekle birlikte, aynı zamanda Allah'ı unutmamayı ve ahiret ve kıyametten gafil olmamayı tavsiye edip bunun yanı sıra dünya nimetlerinden yararlanmayı ve insanın erdeme ve kemale ulaşmasını dünya ve ahiret arasında oluşturulacak dengeye bağlı olduğunu farklı yollar ile göstermiştir.