Ekim 02, 2020 20:53 Europe/Istanbul

Bu bölümde geçen bölümlerde olduğu gibi İslam'ın bazı ahlaki özelliklerinden söz edeceğiz.

Geçen bölümde  İslam ahlakının üç belirgin özelliğini ele aldık. Bunlar  tüm yüce ahlaki değerlerde tam yönlü ve topyekun bir şekilde gelişme, ahlaki faziletlerin kapsamlı bir şekilde yetiştirilmesi ve insani karakterin kaç boyutlu olarak geliştirilmesi ve nihayetinde de insanın ahlaki değerlerin en güzellerine varması idi.   

Kuşkusuz bu özellikler İslam ahlakında görülüp diğer ahlaki ekoller ve hareketlerde bu kadar kapsamlı olarak ele alınmıyor.  Tabii bu özelliklere ilahi motivasyonu da ekleyip  bu ahlaki değerlerin ilahi olduğunu kabul edersek  o zaman bu hareketimiz tamamen ilahi motiflere de bürünür ve İslam'ın ahlaki ekolünün kişisel, ulusal, etnik, coğrafi ve riyakar ve dolandırıcı görünüşteki hareketlerden uzak olan en asil ve en tamamlanmış ahlaki ekol olduğu  anlaşılır.   

Ahlaki ekoller ve hareketlerin incelenmesi ve değerlendirilmesinde daha çok dikkatlerden kaçan husus da  asil ahlaki değerlerin gelişmesi ve yetiştirilmesi için  uygun ve elverişli ortamın olmasıdır.  İşte  ideal ve istenilen sonuca varmak için bu temel ilkeye uyulmalıdır.  Örneğin  bir toplum bilimsel ve eğitimsel olarak  gelişmek isterse gereken koşulları yani bilimsel ve araştırma merkezlerini arttırma, akıllı ve bilgili hocalar seçme, yeni bilimsel kazanımlara dayalı müfredat hazırlama, uygun ortamı hazırlama,  gereken bütçeler ve masrafları karşılama gibi koşulları hazırlamalıdır. Böylece bu toplum bilimsel arenalarda rekabet şansı bulup  diğer toplumları bu alanda sollayabilir.

Bir ülke  tarımsal ürünler üretiminde kendine yeter seviyeye gelmek ve sonuçta bağımsızlığını korumak istiyorsa, uygun topraklar ve tarlalar, gelişmiş cihazlar ve aletler, sulama sistemleri, ıslah edilmiş tohumlar ve fidanları hazırlamaları ve en önemlisi de bu alanda uzman ve tecrübeli tarımcılar ve müdürler yetiştirmelidir.  Bu yolda adım atan bir ülke kendi ihtiyaçlarını karşılayıp yabancılardan yardım istemekten de kurtulacaktır. 

Bu koşullarda, her düzende insani ve ahlaki kerametler ve değerlerin gelişmesi için  uygun siyasi, kültürel ve ekonomik  zeminin hazır olması şart.  Bu zeminin hazır olduğu bir ortamda ve toplumda  kişilerde değerli ahlaki tavırlar, söylemler ve davranışlar görülebilir.  İşte tam da bu yüzdendir ki öze İslam'da siyasi düzene büyük önem verilmiştir. Bu çerçevede İslam'ın siyasi düzeninin başında  Allah'a inanan, Allah eksenli, iyi yetişmiş ve erdemli insanların bulunması gerekiyor. 

Böylece bu şahıslar iktidarın oluşturduğu heveslerden ve sapkınlıklardan daha fazla kendilerini koruyabilirler.  Böylece şeytani heva ve heveslere kapılmayacaklardır.  Kamu malvarlığını talan etme ve servet toplama derdinde olmayacaktır. Özet olarak bu şahıslarda iktidara gelmek gaye sayılmıyor. Tam tersi  iktidar bu şahıslar için adaletin, ayrımcılıklar ve yolsuzluklar ile mücadele için bir araç sayılıyor. 

Kuşkusuz  devlet adamlarının tavırları ve yaşam tarzları bile  toplumlarının ahlaki değerlere veya değerlere karşı hareket etmesinde belirleyici rol oynamaktadır.  Bu yüzdendir ki İslami rivayetlerde şöyle okuyoruz:" Her toplumda insanlar  hakimlerinden örnek alarak hayat tarzlarını belirlerler. "

Bu yüzden toplumunda başında bulunan, iktidardakiler  paklık, fazilet ve ahlaki ve insani şeref örneği olursa  halk da değerlere yönelir, ancak tam tersi iktidardakiler yolsuzluk ve yokluk yolunda adım atarlarsa  halk da aynı yönde kendini geliştirir ve böylece bu tip bir toplum değerlere karşı bir şekilde hayatını sürdürür.   Bir toplumun başında bulunanların eğilimleri ve düşünceleri o kadar toplumu etkiliyor ki rivayetlerde bu hususta şöyle söylenmiştir:"   Halk, yöneticilerine davranış ve düşünce bakımından babalarından daha fazla benzerler. "

Sağlıklı bir toplum için zemin hazırlamakta temel rol oynayan bir başka etken de  kültürdür. Kültür, her toplumun şekillenmesinde temel rol oynayan ve tüm bireysel ve toplumsal eğilimleri ve hedefleri etkileyen yaşam tarzı, gelenekler ve ritüellerin toplamıdır. Bu çerçevede kültürel bağımsızlık özel bir öneme sahip olur. Tam da bu yüzdendir ki kültürler karşılaştığında yabancı kültürlerin taarruzları karşısında uyanık ve duyarlı davranan kültürler kendini savunabilir.  

Kendi kültürel bağımsızlığını koruma derdinde olmayan bir toplumsal düzen yavaş yavaş kimliğini kaybedip  günümüzde  eski ve kadim  medeniyet ve tarihe sahip ülkelerde yaşanan facialarda görüldüğü gibi durumu yaşar.  Böylece toplumların genç nesli o kadar Batı kültürü etkisinde kalmış ki  onların eğilimlerine göre hayat tarzlarını düzenlemişlerdir. Bu nesil hevesler ve müptezel durumlar bataklığına saplanmış ve artık kültürel değerleri doğrultusunda gelişme şansı da bulunmuyor.  Bu yüzden şüphesiz  ahlaki değerlerin geliştirilmesinin asıl şartı kültürel bağımsızlığın olmasıdır.