Mayıs 07, 2016 15:07 Europe/Istanbul

Kur'an Kerim açısından insanın en seçkin ve bariz özelliklerinden biri, onun fıtratında Allah'a inancıdır.

Her ne kadar siyasi, kültürel, sosyal vb. etkenler onu saptırsa da, asla ve hiçbir koşulda, insan vücudunun derinlikleri ile bütünleşen fıtratın aslı, değişmeyecektir. Nitekim Yüce Allah Rum suresinin 30. ayetinde şöyle buyuruyor: Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

 

Bir çok Müslüman düşünür, insan özünün, fıtratındaki Allah'a inancı ile bütünleştiğine ve değişmeyeceğine işaretle, ilahi peygamberlerin, insanların fıtratındaki Allah inancını kaplayan tozları silmeye ve böylece insanları fıtratlarının aslı olan Allah'a inanca yönlendirmekle görevlendirildikleri kanaatinde. Bu bağlamda tevhid mektebin bayraktarı olan Hz. İbrahim'in –as- bisetinin başında yaptığı mücadele yöntemine değinebiliriz. Hz. İbrahim battıkları ve yok oldukları için ay, yıldızlar ve güneşe tapmayı reddederken, halkın özel bir etkinlik için kent dışına çıktığı bir günde elindeki balta ile tüm putları kırdı. Böylece halka putların kendilerini savunmaktan aciz olduğu, bu yüzden puta tapanların çıkarlarını koruyamayacağını ispatlamaya çalıştı. Kur'an Kerim'in Enam suresinin 79. ayetinde de belirtildiği üzere Hz. İbrahim –as- şöyle buyurdu: “Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.”

 

İslam dinin Yüce Peygamberi –saa- de tüm ilahi peygamberler ve özellikle Hz. İbrahim –as- ile uyumlu olarak onların izinden giderek kendi bisetini cahiliye dönemini, tevhid fıtrata geri götürmekle başladı. Puta tapmakla dolup taşan bir atmosferde, tevhid nidasını yankılattırdı. Fakat kendi sosyal ve siyasi çıkar ve konumlarını tehlikede gören Resulullah'ın –saa- dönemindeki Nemrutlar, düşmanca muhalefet kalkılşıp tehdit, terör, işkence, baskı, ekonomik yaptırım ve Hz. Muhammed'in –saa- risaletini tekzip ederek, değişimci tevhidi kültürün canlandırılmasını engellemeye çalıştılar. Böyle bir dönemde Resulullah –saa- en ufak bir korkuya kapılmadan ilahi görevini yerine getirdi. Kur'an Kerim'in Enam suresinin 20. ayetinin bir bölümünde ise bu konuda şöyle okuyoruz: ...Gerçekten siz mi Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitlik ediyorsunuz?” De ki: “Ben şahitlik etmem.” De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve şüphesiz ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”

 

Tüm tehditlere rağmen, Hz. Muhammed'in –saa- kendi inancında ısrarcı olduğunu gören Kureyş'in kafir büyükleri ve önde gelenleri, Resulullah'ı tatmin etmekle onu kendi isteklerine karşı teslim alabileceklerini düşünerek, Hz. Muhammed'in amcası Ebutalib'e hitaben şöyle dediler: Kendi yeğenine "Muhammed'e" de ki eğer hükümet peşinde ise ona Arap adası'nın (Ceziret-ul Arab)hakimiyetini veririz, eğer zenginlik peşinde ise Mekke'deki tüm altın ve gümüşleri ona veririz, eğer Arap kızları ile evlenmek istiyorsa en güzel kızları onunla evlendiririz, sadece bir şartla, bizim putlara küfür etmesi.

Ebutalib onları önerisini Resulullah'a –saa- ilettiği zaman ise Hz. Muhammed'in –saa- mübarek gözleri yaşlarla doldu ve şöyle buyurdu: Allah'a ant olsun tüm dünyanın hükümetini bana verseler, güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler, tevhid hakimiyetini kurmak olan davetim ve ilahi risaletimden bir an bile vazgeçmeyeceğim.

Vahiy kelamı da Resulullah'ın –saa- kesin tutumu ve bu gerçeği Enam suresinin 56. ayetinde şöyle belirtiyor: De ki: “Sizin, Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana kesinlikle yasaklandı. Ben sizin arzularınıza uymam. (Uyarsam) o takdirde sapmış olurum, hidayete erenlerden olmam.”

 

Resulullah'ın –saa- uzlaşmaz tutumu ile karşılaşan Kureyş elebaşları, muhalefet ve mücadelelerini daha da yoğunlaştırarak, Müslümanları daha fazla işkence ve eziyet etmeye başladı. Öyle ki bazı muvahhidleri en vahşi şekillerde şehit ettiler ve 3 yıl boyunca Müslümanlar ve Hz. Muhammed'e –saa- Mekke yakınlarında Şe'b-i Ebitalip deresinde en zor şartlarda ekonomi yaptırım uyguladılar. Kafirler Müslümanların yegane Allah'a inanışlarını kaybederek, putlara tekrar tapmaya başlamalarını umut ediyorlardı. Fakat gerçek tevhidi inanış onların vücutlarının derinliklerine adeta işlemiş ve onları şehadet sınırlarına götürecek kadar, düşüncelerinde devrim gerçekleştirmişti.

 

Resulullah –saa- nihayet mücadelesi için hesaplı bir program hazırladı ve Yüce tevhidi düşüncelerin yerleşmesi ve savunulması için Mekke'den Medine'ye hicret etti, böylece tevhidi hakimiyetin temellerini atmaya çalıştı. Hz. Muhammed'in –saa- bu zekice hareketinden uzun bir süre geçmeden, küfür ve şirk elebaşları, askeri girişimde bulunup, ardı ardında savaşlarla İslam'ın her geçen gün yayılan iktidarını durdurmaya çalıştılar. Fakat ilahi takdir ve meşiyet ise Resul Ekrem –saa- ve gerçek izleyenleri için aydın ve muzaffer bir gelecek çizmişti. Nitekim Fetih suresinin 28. ayetinde şöyle okuyoruz: O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter. 015