Kasım 14, 2022 07:22 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Aydınlık: Saldırının ayrıntıları belli oldu

Yenimesaj:

İstiklal caddesi yeniden açıldı

Cumhuriyet:

Borç batağındaki AKP’li Bursa Belediyesi'nden 5 milyonluk taşıt bağışı

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

İrfan Hüseyin Yıldız 13 Kasım tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "Bütçede dikiş tutmuyor"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Hazırlanan 2022 yılı bütçesinde öngörülen bütçe ödenekleri toplamı 1 trilyon 751 miyar lira, bütçe açığı ise 278.4 milyar lira olarak öngörülmüştü. Ancak yılın ilk yarısına gelindiğinde bu ödenekler tükendi ve uzun yıllardan sonra ilk kez Türkiye’de ek bütçe yapma ihtiyacı doğdu. Diğer bir ifadeyle kamunun gelir ve gider hesabında yüzde 65’i aşan bir oranda sapma meydana geldi. Temmuz başında yürürlüğe giren ek bütçe kanunu ile toplam 1 trilyon 80 milyar 475 milyon liralık ek ödenek bütçeye eklendi ve artacak vergi gelirleri nedeniyle de bütçe açığının değişmeyeceği öngörüldü."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Ancak 4 Eylül 2022’de yayınlanan Orta Vadeli Program’da (OVP), 2022 bütçe açığının yüzde 66 oranında artarak 461.2 milyar liraya, faiz giderlerinin ise yüzde 37.2 oranında artarak 240.4 milyar liradan 329.8 milyar liraya çıkacağı açıklandı ve bütçe hesapları yeniden kurgulandı.

Bunun içinde KKM nedeniyle ödenen ve ödenecek olan kur farkları bulunmuyor. Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Cengiz Yavilioğlu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın açıklamalarından, KKM’nin yedi ayda Hazine’ye maliyetinin 88.4 milyar lira, Merkez Bankası’na olan maliyetinin ise 66.3 milyar lira olduğunu öğrenmiş olduk. Ayrıca Merkez Bankası döviz rezervleri harcanarak yapay olarak tutulan kurların ihracatı köstekleyen, ithalatı ve cari açığı büyüten sonuçları sürdürülebilir gözükmüyor. Dolayısıyla KKM maliyetlerinin ileride daha da artacağını söyleyebiliriz. 

Öte yandan Meclis’te görüşülmekte olan 2023 bütçesine baktığımızda; 4.5 trilyon lira gider, 3.8 trilyon lira gelir ve 659.4 milyar lira bütçe açığı öngörülüyor. Faiz giderlerinin ise 565.6 milyar lira olacağı varsayılmıştır. Cari transferler, personel ödemelerinden sonra en büyük ödenek faiz ödemelerine ayrılmış bulunuyor. Faiz ödemesine ayrılan ödenek, bütçede öngörülen 259 milyar liralık sosyal yardımların iki katı civarında. Ayrıca vergi muafiyeti, istisnaları ve indirimleri nedeniyle alınmayacak vergiler 994 milyar lira olarak hesaplanmış, bunun önemli bir kısmı kâr payı ve faiz gibi sermaye geliri elde edenlerden alınmayacak vergilerden oluşuyor. Türkiye’de imar rantlarının ve servet artışlarının vergilenmediğini, yüksek oranda bir kayıt dışılığın olduğunu, iki yılda bir çıkarılan vergi aflarıyla bu kayıt dışılığın teşvik edildiğini de dikkate alırsak iktidarın bütçe tercihlerini sürekli sermayeden yana kullandığı ortaya çıkıyor.

İtibardan tasarruf olmaz diyen bu zihniyetin bütçe giderlerini karşılamak için sürekli borçlanmaktan başka bir yol haritası görünmüyor. İktidar, önümüzdeki seçimi almak için yığınaklar yapıyor: Merkez Bankası para basıyor. Eylül ayı itibarıyla vadesiz mevduat, çekler ve dolaşımdaki para arzının (M1), yıllık bazda yüzde 94 oranında artarak 2 trilyon 841 milyar lira seviyesine çıktığını görüyoruz. Daha fazla borçlanmaya gidiliyor.

...***

Faruk Çakır 13 Kasım tarihli Yeniasya gazetesinde, " Faiz tuzağı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Türkiye’nin önündeki tuzaklardan biri de ‘faiz tuzağı’dır. Gerçi bunu idareciler de ifade ediyor; fakat bu tuzağı bozmak için gerekli olan doğru adımlar doğru zamanlarda atılabilmiş değil. İdareciler görünüşte faize savaş açmış durumdalar; fakat Türkiye’nin devlet olarak aldığı borçların faiz ödemesi neredeyse ana paraya yaklaşmış durumda. Karşımızda böyle bir tablo varken, idarecilerin faize savaş açmış olması yönündeki açıklamaları ne ölçüde inandırıcı olabilir?"diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Haberlere bakılırsa ülkemizin 2023’te ödeyeceği 100 liralık borcun 48’i faize gidecekmiş. Bu rakamlar, Türkiye’ye büyük bir tuzak kurulduğunu ve maalesef idarecilerin bu tuzağa düşmüş olduğunu göstermez mi? 

“Türkiye 2002-2017 yılını kapsayan 16 yılda toplam 811 milyar TL faiz ödedi. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın duyurduğu resmi tahmin ve programa göre ise 2022 ve 2023 yıllarında 810 milyar TL faiz ödenecek. Bakanlığın açıkladığı programa göre Türkiye 2023 yılında neredeyse anapara kadar faiz ödeyecek. Anapara için 564 milyar lira, faiz için ise 519 milyar lira ödeme planlanıyor. Buna göre ödenecek 100 liranın 52 lirası anaparaya, 48 lirası ise faize gidecek. Programlarda sapma olduğundan ödeme miktarlarının daha da artması bekleniyor. Türkiye’nin faiz giderleri artıyor. 2021’de Türkiye’nin faiz gideri 180,9 milyar lira olmuştu. Ocak-Eylül aylarını kapsayan 2022’nin ilk 9 ayında bu miktar aşıldı. Yılın ilk üç çeyreğinde Türkiye toplam 207,1 milyar faiz ödemesi yaptı. HMB verilerine göre Türkiye’nin faiz giderleri 2001 ile 2017 yılları arasında yıllık 40 ila 60 milyar TL arasında seyretti. 2019 sonunda 100 milyar liraya dayanan faiz gideri 2020’de 134 milyar; 2021’de ise 180,9 milyar lira oldu. Hazine ve Maliye Bakanlığı (HMB)’nin tahminine göre 2022 sonunda bu miktar 290,4 milyar liraya ulaşacak. 16 yılda ödenen toplam faiz 2 yılda ödenecek. Türkiye 2002-2017 yıllarını kapsayan 16 yılda toplam 811 milyar lira faiz ödedi. Bakanlığın tahmin ve programına göre 2022-2023 yıllarında toplam ödenmesi planlanan faiz miktarı 810 milyar lira. Sapma durumunda faiz miktarı daha da artabilir. 2022 için faiz duyurusu 212,5 milyar TL iken şu an gerçekleşme tahmini 290,4 milyar liraya kadar çıktı. Bu da yüze 37 sapma demek. Anaparada ödemesindeki sapma oranı da yüzde 35.”

Peki, aynı iktidar döneminde 16 yılda ödenen toplam faizin şimdi 2 yılda ödenecek olmasına ne denilebilir? İlan edilen ‘faizsiz dönem’ böyle mi gerçekleşecek? Bu kadar konuştuktan sonra tam anlamıyla ‘faiz batağı’na düşmüş olmak idarecilerin övünebileceği bir tablo mu?

Türkiye hem ‘asgari ücret tuzağı’nı hem de ‘faiz tuzağı’nı aşmak mecburiyetinde. Devletteki israfı önlemek bunun ilk adımı olabilir...

...***

Esfender Korkmaz 13 Kasım tarihli Yeniçağ gazetesinde " İktisat politikalarında değişim zamanı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

"1980 sonrası Türkiye bir geçiş dönemi olmadan dışa açıldı. Rahmetli Özal özelleştirmede İngiltere ile yarışıyordu. Bugünkü ekonomi yönetimi de 2003 yılından beri, devleti de dışlayarak, planlamayı kaldırarak adeta bir küreselleşme militanı oldu. Biz ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin küreselleşme ile geldiğimiz son durak, ekonomik istikrarın bozulması, orta gelir tuzağı ve yoksullaşma oldu."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Dünyada ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde iktisat politikalarında değişim şart oldu. Bu değişim;

1.Büyüme yerine kalkınma,

2.Devlet-piyasa optimum dengesinin kurulması.

Küreselleşme ile bütün ülkeler iktisadi kalkınmayı da rafa kaldırmıştı. Büyüme ön plandaydı. Yalnızca büyüme politikaları ile toplumsal istikrarın sağlanamadığı ve toplumsal refahın sağlanamadığı anlaşıldı. Gelişmekte olan ülkelerde kalkınma politikaları uygulamak gereği ortaya çıktı. 

Bugün küreselleşme de gelişmekte olan ülkelerde ve özellikle bizim gibi sürekli cari açıkla büyüyen gelişmekte olan ülkelerde savaş sonuçları ile aynı etkiyi yaptı.

İktisadi kalkınma; bir ülkenin ekonomik, siyasi ve sosyal refahının geliştiği süreçtir. Gelişmiş ülkelerde bu süreç tamamlanmıştır. Bu nedenle  iktisadi kalkınmadan amaç gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasıdır.

Ekonomik kalkınma, GSYH'da büyümeyi de içine alan daha geniş bir kavramdır. Ekonomik büyüme yanında, toplumsal refah artışı yaratan, okullaşma oranı, kişi başına düşen, doktor ve öğretmen sayısının artması, çevre şartlarının iyileşmesi, teknolojik gelişmenin olması ve altyapı olarak demokrasinin gelişmesi ve insani değerlerin yükselmesi, fiziksel ve sosyal altyapının iyileşmesi, kalkınma göstergeleridir.

Kalkınma ile büyüme arasındaki temel fark, kalkınmanın aynı zamanda sosyal refah hedefli olmasıdır.

İktisadi kalkınmayı büyümeden ayıran diğer bir önemli fark; gelişme sürecinde aynı zamanda sanayileşme gibi yapısal değişmenin olmasıdır. Ayrıca büyüme her zaman değil, bazı şartlar altında ülkelerin zenginleşmesine imkân vermektedir. Eğer cari açık ve dış borçlanma varsa, ülke net dış borç ödeme konumuna gelince, dış borç mürettebatının GSYH'ya oranı büyüme oranından daha yüksek ise yoksullaşma başlar.