Türkiye'den köşe yazarları
Star: İstanbul'da büyük AKP buluşması
Yeniasya:
Mart'ta seçim ihtimali var
Karar:
Kılıçdaroğlu: cumhurbaşkanı adayımız egosunujn esiri olmayacak
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
İrfan Hüseyin Yıldız 27 Kasım tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Politika faizi seçim propagandası oluyor"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK), 24 Kasım’da haftalık politika faizi oranını yüzde 10.5’ten yüzde 9’a indirdi ve Ağustos 2021’den beri başlattığı politika faizi indirimlerini sonlandırdığını açıkladı. Demek ki “nas” buraya kadar geçerliymiş! Ayrıca Hazine’nin 2021 yılında ödediği 180.9 milyar liralık faiz miktarının, yüzde 60.5 oranında artarak 2022 yılında 290.4 milyar liraya (KKM için ödenen hariç) çıkacağı öngörülüyor. Öyleyse “nas”ın ödenecek faizlere de bir etkisi bulunmuyor diyebiliriz."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Ancak iktidar, seçim propagandası olarak politika faizini tek haneye indirdik diyerek, aralık ve ocak aylarının baz etkisiyle düşecek enflasyon oranına da işaret ederek “Bakın faiz düşünce enflasyon da düştü, ekonomik tezimiz ispatlandı” argümanını işleyeceği anlaşılıyor. Seçmen de buna karşılık her gün yaşadığı ve artan hayat pahalılığının sebebini sorgulayacaktır elbet.
PPK, politika faizi ve kredi faizi arasındaki makasın dengelenmesi, parasal aktarım mekanizmasının etkinliğinin artırılması gibi konuların çözümü ise makro ihtiyati tedbirlere havale ediyor. Bu tedbirler, esas olarak serbest piyasa ekonomilerinde finansal sistemde ortaya çıkabilecek riskleri azaltmak için kullanılır. Finansal şirketlerin sermaye yeterliliklerinin (rasyolarının) güçlü tutulması, kredilerin büyümeyle uyumlu hale getirilmesi, zorunlu karşılık oranları, kredi ve teminat koşulları, haftalık repo ihalelerinin miktarı ve politika faiz oranı gibi likidite politikalarını bu tedbirlerden sayabiliriz.
Ancak Türkiye’de alınan makro ihtiyati tedbirler ters yönlü uygulanıyor, enflasyon göz ardı edilerek faiz ve kurlar yapay olarak belirleniyor. Mevcut politika faiz oranı ile gerçekleşen enflasyona (İTO yüzde 108.77) göre hesaplanan politika reel faizi, eksi yüzde 47.8 seviyesine çıkmış ve gösterge olmaktan çıkmış durumda. Piyasa şartlarının gerektirdiği dengelerden uzaklaştıkça ekonomideki risklerin büyümesi de kaçınılmaz oluyor maalesef.
Bankacılık kesimi bugünlerde bu durumu sistemik riskimiz artıyor diye açıklıyor. Enflasyonun yüzde 100’ün üzerinde olduğu bir ortamda; bankalara yüzde 9’dan para aktarmak, bankaların tek haneli oranlarla mevduat toplamalarını ve bu parayı da tek haneli oranlarla işletmelere kredi olarak kullandırmalarını istemek, bankalara yüzde 10-11 faiz oranından, 5 veya 10 yıl vadeli Türk Lirası devlet tahvili alımı mecburiyetini getirmek, döviz kurlarını sabit tutmaya çalışmak akıntıya karşı kürek çekmektir. Bunlara heterodoks ekonomi politikaları denmesi bu gerçeği değiştirmiyor.
Birincisi bu döngü adil olmayan büyük bir servet transferine neden oluyor ve tasarruf sahiplerini cezalandırıyor. İkincisi, piyasa dengelerine dönüldüğünde finansal kesimde büyük zarar ve sermaye kayıplarının ortaya çıkacağı görülüyor. Üçüncüsü, zor durumda kalan bankalar ticari kredilerini geri çağırdıklarında veya kredi limitlerini kıstıklarında birçok işletme batar, bu da yine dönüp bankacılık sektörünü vurur. Dördüncüsü dış ticaret açığının ve döviz açığının büyümesi, devalüasyon şoklarının önünü açıyor. Son olarak bütün bu finansal kırılganlıklar, ekonomik istikrasızlıkla birleştiğinde ülkenin CDS primlerinin ve borçlanma maliyetlerinin artmasına neden oluyor.
...***
Faruk Çakır 27 Kasım tarihli Yeniasya gazetesinde, " Ne olursa akıllanırız?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Göz göre göre yanlış yolda ilerlemek ve çıkmaz sokaklara girmek akıl ile izah edilebilir mi? Türkiye’nin ‘deprem gerçeği’ karşısındaki tavrı biraz buna benziyor. Hem deniliyor ki “Türkiye deprem kuşağındadır ve yakında büyük bir deprem olma ihtimali var.” Hem de hiç bir tedbir alınmıyor. Bu çelişkiyi kim ve nasıl izah edebilir?"diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Düzce Gölyaka’da meydana gelen 5,9 büyüklüğündeki depremin ardından 181 yapıda ağır hasar oluştuğunu belirtip şöyle demiş: “Düzce’de 300 ekibimizle hasar tespit çalışmalarımız sürüyor. 13 bin 185 binada 39 bin 822 bağımsız bölümü inceledik. 181 yapımız ağır hasarlı. Hepsini hızla yıkacağız. Yerlerine çok daha güvenli ve sağlıklı konutlarımızı inşa edip en kısa sürede vatandaşlarımıza teslim edeceğiz.” (AA, 26 Kasım 2022)
Hasarlı binaların yıkılması ve yerine yenilerinin yapılması elbette isabetli bir karar. Fakat bu yolla Düzce’deki problem halledilmiş olsa bile Türkiye’nin ‘deprem problemi’ çözülmüş olur mu? Hem, depremler meydana gelip binalar hasar görmeden önce, en baştan gerekli tedbirleri almak icap etmez miydi?
Benzer konuşma ve beyanlar İstanbul için de yapılmıştı. 1999’da büyük Marmara Depremi sonrasında bu konuda çok vaad duyuldu.
İşte 2017’den, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin bir beyanı: “Gelecek yıldan itibaren biz de İstanbul başta olmak üzere bütün şehirlerimizde bu iyiliği yapmaya çalışacağız. Onun formüllerini geliştirdik. Sıkıntılı alanları belirledik, finansman sorununu çözdük, rezerve alan sorununu çözdük. Yasalar konusundaki bütün hazırlıkları yaptık. Meclis açıldığında inşallah bu kanunlar da geçecek ve gelecek yıldan itibaren başlayacağımız bu çalışmalarla 15 yıl içerisinde Türkiye’yi en şiddetli depreme bile hazırlıklı hale getireceğiz, Allah izin verirse. Hesaplarımızı çok iyi yaptık. Daha birçok kazancımız olacak. Bir kere Türkiye’yi baştan sona bina, şehir olarak yenilemiş olacağız. (AA, 9 Ağustos 2017)
Bu beyandan 5 yıl sonra baktığımızda sözlerin ve vaadlerin yerine getirildiğini söylemek mümkün mü? Peki ne olursa bu meselenin ciddiyetini kavramış oluruz? İstanbul ve Türkiye harap olduktan sonra mı?
...***
Ceren Sözeri 27 Kasım tarihli Evrensel gazetesinde, " Demek her ‘gerekli görüldüğünde’ sosyal medya kısıtlanabilecek"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Alternatif Bilişim Derneği Başkanı Avukat Faruk Çayır çok hayırlı bir iş yaparak CİMER üzerinden Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na (BTK) 13 Kasım akşamı, Taksim’deki terör saldırısı sonrası, sosyal medyaya uygulanan bant daraltmasının gerekçesini sormuş. Beş farklı konuda bilgi talep etmiş Çayır; öncelikle haklı olarak BTK tarafından böyle bir kararın alınıp alınmadığını sormuş."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Çünkü, o gece kararın nasıl alındığına, kim tarafından alındığına dair hiçbir bilgi yok. Yalnızca İhlas Haber Ajansı’nın “Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), Taksim'de meydana gelen patlama sonrası ortaya çıkan aykırı görüntülere ilişkin sosyal medya platformlarında bant daraltma uygulaması yapıldığını duyurdu” diye bir haberi var. Kim duyurdu, kime duyurdu, bu bilgilerin hiçbiri yok. İkinci soru da zaten bununla alakalı, “Söz konusu bant daraltma uygulaması, hangi kurumun talebi üzerine, hangi gerekçeyle ve hangi Anayasal ve yasal dayanaklar ile alınmıştır?” Üçüncü soruda nasıl, kim tarafından uygulandığını, dördüncü soruda ise sosyal ağ sağlayıcılarıyla temas halinde olunup olunmadığını, bilgi, belge talep edilip edilmediğini soruyor. Ve son soru ‘bari işe yaradı mı’yı anlamaya yönelik, online dünyaya aşina olanlar, ki kasıtlı olarak yanıltıcı bilgi paylaşanlar da bunlara dahil, uygulamayı aşıp sosyal medyaya rahatça eriştiler. Diyor ki başvuruda, bundan sonra yanıltıcı bilgilerin paylaşımına dair bir raporlama yaptınız mı ya da yapmayı düşünüyor musunuz? Hepsi gördüğünüz gibi hepimizin merak ettiği, gayet yerinde sorular. Belki ek olarak bant daraltması uygulaması sırasında kurum olarak BTK’nın ve BTK Başkanı’nın taziyelerini iletmek üzere Twitter’a hangi yöntemle girdiği, tavsiye ettiği bir VPN servisinin olup olmadığı da sorulabilirdi. BTK’dan gelen cevap tek cümle: “Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) yapmış olduğunuz Bilgi Edinme Başvurunuz ilgisi nedeniyle Kurumumuza yönlendirilmiş olup, başvurunuz ile ilgili olarak Kurumumuzun ihtisas birim(ler)inden alınan bilgi ‘5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 60’ıncı maddesinin onuncu fıkrası kapsamında gerekli tedbirler alınmış olup bu tedbirler hakim tarafından onaylanmıştır’ şeklindedir.”