Mayıs 07, 2023 08:59 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Karar: Benzin ve motorine zam

Yeniasya:

Babacan: Kimse milletin iradesine darbe diyemez

Star:

Erdoğan'dan 14 Mayıs mesajı: 81 vilayetimizin tamamı kazanacak

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Osman Sert 6 Mayıs tarihli Karar gazetesinde, "Seçimin bilinmeyenleri"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Normalde birçok seçimi sandığa uzun süre kala genel eğilimi görecek kadar tahmin edebilirsiniz. Bunda sadece güvenilir araştırma şirketlerinin sonuçlarına bakmaktan bahsetmiyorum. Nihayetinde seçmen anketlere bakarak oy vermiyor. Öyle olsa yüzde 3’ün altındaki kimlik partileri erir giderdi. Partilerin seçime giderken söylemleri, oluşturdukları duygu ve seçmenle kurdukları ya da kuramadıkları bağ seçim sonucuna dair bir fikir verir."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Sokakta seçimi kimin kazanacağına dair bir hava oluşur. İnsanlar kime oy verirlerse versinler kendi adaylarının ya da rakibin kazanacağına dair bir kanaatleri olur.

2019’da Ankara’da seçimleri kimin kazanacağına dair bir tereddüt yoktu. Bugün Mansur Yavaş’ın karşısında AK Parti’nin adayı kimdi deseniz sokakta AK Partililerin dışında hemen hatırlayan bile çıkmayabilir.

Ama İstanbul’da ilk seçimde durum öyle değildi. Seçim sonucu da birbirine çok yakın çıktı zaten. İktidarın zorlaması ile seçimler yenilendiğinde ise tartışılan konu kimin kazanacağı değil aradaki farkın ne kadar olacağı idi.

İşte şimdiki seçimlerde kesin bilinen birkaç husus dışında genel bir öngörülemezlik var.

Cumhur İttifakı’nın mecliste şu an sahip olduğu gibi bir çoğunluğunun olması beklenmiyor. AK Parti’nin bugün parlamentoda tek başına 285 milletvekili var. MHP’nin 48 vekili ile Cumhur İttifakı çoğunluğa sahip.

15 Mayıs’ta İttifakın toplam sayısının AK Parti’nin mevcut sandalye sayısında kalma ihtimali yüksek. Bu da 50 vekil civarında kayıp demek.

Milletvekili sayısında oy oranı kadar oyun nerede alındığı önemli. Bir yanda Cumhur İttifakı araştırmalarda Millet İttifakı’ndan fazla oy alıyor. Ama belirleyici olan sadece bu oran değil. Çünkü bir İstanbullunun oyu ile bir Malatyalının, Diyarbakırlının ya da Antalyalının oyu eşit değil.

100 bin civarında İstanbullu bir milletvekili çıkarırken bu oran diğer Anadolu şehirlerinde 50 bin ve altına düşüyor. Dolayısıyla AK Parti’nin daha fazla oy aldığı yerlerde daha düşük seçmen sayısı ile milletvekili çıkarılabiliyor.

Bu noktada yurt dışından gelecek oylar önem taşıyor. 2018’de 3 milyon 32 bin kayıtlı seçmen varken şimdi bu sayı 3 milyon 416 bine ulaştı. Gelen ilk rakamlara göre oy kullanan seçmen sayısı geçen seçimdeki rakamların üzerinde.

Yurt dışı oyları ülke genelindeki ağırlığına göre illere dağılacak. Almanya’da kullanılan ve belki uzun zamandır sadece tatillerde ülkeye gelenlerin oyları ile birçok ilde son çıkan milletvekili değişebilecek.

Yurt dışında kullanılan oyların Türkiye’de özellikle yerel siyaseti etkileme ihtimali ise sakin kafayla değerlendirilmeyi hak ediyor.

Geçen seçimde sandığa gitmeyip de bu sefer oy kullanan seçmen ağırlıklı olarak kimlerden oluşuyor bilmiyoruz. Aynı şekilde yurt dışında yaşayan seçmenlerde ilk günlerde görülen katılım oranındaki artış yurt içinde de benzer bir dinamiğin mi habercisi? Bu soruların cevapları bugünden yapılan tahminlerin ötesinde değişimlere neden olabilir.

Seçim sonucuna dair şimdiden yapılabilecek bir tespit de Erdoğan’ın ilk turda seçilme ihtimalinin yok denecek kadar az olması. O nedenle Erdoğan seçimleri ikinci tura taşıma gayretinde. Burada da Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermeyeceklerin kendisine oy vermesini ya da en azından sandığa gitmemesini bekliyor.

...***

Faruk Çakır 6 Mayıs tarihli Yeniasya gazetesinde, " Siyasetin dili çok kirlendi"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Seçim dönemlerinde politikacıların konuşmalarının bir ölçüde sertleşmesi kabul edilebilir, ancak bugünkü kadar siyasetin dilinin kirlendiğine çok rastlanmamıştı. Kirlenen siyaset dili en başta siyasete ve siyasetçiye zarar verir. Ayrıca siyasetçe olan güveni de ortadan kaldırır. Siyasetçilerin en çok dikkat etmesi gereken konulardan biri de milleti birbirine düşürmeyecek şekilde konuşmak olmalı. Mahalledeki kahvede konuşan insanlar bir ölçüde birbirlerini sert eleştirse de, parti liderleri bu sertlikleri yumuşatacak şekilde beyanatlar vermeli ve gerginliğin de sükunetin hakim olmasına çalışmalı."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Peki, bugünkü tabloya baktığımızda bu kurala uyulduğunu söylemek mümkün mü? Her siyasi parti başkanının diline hakim olması şart olmakla birlikte, bu hususta en çok dikkat etmesi gereken iktidar partisi mensuplarıdır. Çünkü onların elinde devlet imkânları vardır ve sözleri bu bakımdan daha dikkat çekici olur. Hele hele bugünkü sistemde, cumhurbaşkanının da aynı zamanda bir partinin genel başkanı olması; bu makamı iyice siyasetin içine çekmiş durumdadır. Dolayısı ile bu makamda olanın sözleri, konuşmaları ve beyanları çok daha fazla önem kazanmış oluyor. 

Siyasi menfaat için dini değerlerin istismarı da çok mahzurlu. Din umumun malı olduğuna göre, “Bana oy verenler dindar. Vermeyenler dindar değil” manasına gelen beyanlar cemiyeti bir arada tutan bağların kopmasına yol açabilir. Bu yöndeki beyanların geçmişte de çok zararlı neticeler verdiği hatırlanmalıdır.

Her ne kadar ‘dilin kemiği yok’sa da, siyasetçiler konuşurken çok dikkat etmeli. Önüne gelenlere terörist, dinsiz, vatan haini gibi ithamlar sıralamak siyasetle izah edilebilse bile; hakla, hukukla, adalet anlayışla ve insaniyetle izah edilemez. Ayrıca bu ithamları yapanların, başka günlerde aynı ithamlarla karşılaşabileceği de akılda tutulmalı. Kesin olan şu ki, ölçüsüz beyanların bedelini bütün Türkiye ödemiş oluyor. 

Sandık günü yaklaştıkça partilerin devlet imkânlarından istifade etmesi noktasındaki adaletsizlik de daha net olarak görülüyor. İktidar partisinin devlet imkanlarından istifade ederek yaptığı propaganda ile muhalefetin bu imkanlardan istifadesi kıyas kabul etmez durumdu. İktidar partisinin buradaki adaletsizliğe ses çıkarmaması doğru mudur? Bugün için bu adaletsizlik onların menfaatine görünse de uzun dönemde menfaatlerine değildir. Çünkü bozulan ‘kantar’ düzeltilmezse; gün gelir aynı kantar iktidar mensuplarını da tartabilir.

Siyasetin dilini temiz tutabilmek, Türkiye’yi idare edenlerin hedefi olmalıdır.

...***

Burhanettin Duran 6 Mayıs tarihli Sabah gazetesinde, "Batı medyasına kapa çeneni deme zamanı" başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Seçimin son haftasında Batı medyası beklendiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı kampanyasına hız veriyor. The Economist'in muhalefet yanında tavır almaktan öte geçen küstah "Erdoğan gitmeli" başlığına benzer içerikler Foreign Policy, Le Point, L'Express, Der Spigel ve Washington Post'ta da öne çıkıyor. 14 Mayıs seçimlerini "2023'ün en önemli seçimi" ilan eden Batı medyasının Erdoğan lehine yayım yapmasını beklemiyorduk. "Muvafık ve uysal" bir Türkiye istedikleri için Erdoğan'dan ve milli çıkarlara dayalı aktif politikalarından hiç hoşlanmıyorlar. Bazen rest çekmesinden bazen de uluslararası sistemin değişen dengelerinde etkili olacak hamlelerde bulunmasından rahatsız oluyorlar."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Yine Kılıçdaroğlu'nun kazanmasının Batı başkentlerinin işine geldiği de açık. S-400'leri depoya çekecek, Rusya ile ilişkilerde Batıcı davranacak, NATO'dan gelen taleplere evet diyecek ve YPG konusunda farklı politika izleyecek bir muhalefet iktidarını kendi çıkarlarına daha uygun buluyorlar. Bunların Türkiye'nin çıkarlarına uygun olup olmadığını ya da bölgesel anlamda istikrarı bozacak hususlar olup olmadığını önemsemiyorlar. Bu sebeplerle Batı medyasındaki taraflı yorumlar aslında kimseyi şaşırtmıyor. Erdoğan hakkında olumlu yorumlara bu medyada hiçbir geçit yok. Türkiye'nin artan stratejik ve diplomatik öneminden bahsederken bile "tehlike, zorluk ve yayılmacılık" kelimelerini özenle kullanıyorlar. Zaten son on yılda Türkiye'de gerçekleşen her seçim ve referandumda muhalefetin yanında yer aldılar. Hatta Batı medyasının Türkiye'nin "Erdoğan yönetiminde otoriterleştiği" iddiasıyla ürettikleri söylemleri analiz etmek ciddi bir akademik literatür oluşturacak boyuta ulaştı.Edward Said'in Oryantalizm kitabını birkaç kez daha yeniden yazdıracak ölçüde argümanı ve suçlamayı çoğalttılar. Ne "İslamcı faşizm" kaldı, ne "saldırgan "Yeni Osmanlıcılık" kaldı, ne "yayılmacı Türk (sultan)" kaldı ne de "diğer Putin" yakıştırması kaldı. Şimdi de Erdoğan'ın seçimi kaybetmesiyle "dünyadaki diğer otoriter yönetimleri devirecek demokratik dalga oluşturma" fantezisi üretiyorlar. Bu yaklaşımın realiteden uzaklığı tartışılmaz.