Türkiye'den köşe yazarları
Yeniasya: Korku tuzağına düşmeyelim
Star:
CHP'den 15 vekil koparan küçük ortaktan Kılıçdaroğlu itirafı: Kazanamayacağını biliyorduk
Sabah:
güçlü irade ile terör bitme noktasında
Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:
...***
Mehmet Ali Verçin 21 Mayıs tarihli Karar gazetesinde, "Kredi sebep enflasyon sonuçtur"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Cumhurbaşkanı Erdoğan CNN Internationl’a verdiği röportajda 'Faiz oranları ve enflasyonun pozitif yönde ilişkili olduğuna dair bir tezim var. Faizler ne kadar düşerse enflasyon o kadar düşer. Attığımız adımların sonuçlarını gördük.' demiş. Sayın Cumhurbaşkanından bu tezi acaba doğru mudur? Elde edilen sonuçlar, gerçekten Cumhurbaşkanını haklı çıkarıyor mu? Cevapları, eski iddia olan, “faiz sebep enflasyon sonuçtur” önermesiyle birlikte irdeleyelim."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Bir kredi işlemi, borç olarak alınan para, tarımsal ürün veya eşyanın, bir “fazlalık”la birlikte yani faizle birlikte geri ödenmesi veya iade edilmesiyle, tamamlanmış olur.
Her kredi işlemi, faizli olmak zorunda değil fakat faizli her işlem bir kredi sözleşmesidir.
Bir bakıma, “fazlalık” olarak “
Etkileşim bakımından “Faiz ve Kredi” arasındaki ilişki “ters orantılı”dır.
Faiz ve enflasyonun dengede olduğu bir konjonktürde (toplu durumda) anlamlı oranlarda “faiz oranları artırılırsa kredi hacmi düşer, faiz oranları düşürülürse kredi hacmi artar.”
Bu ters orantılı olgu bilindiği için kamu, iktisadi faaliyetleri canlandırmak için faiz oranlarını düşürür; böylece, düşen faiz oranları sayesinde, önce krediler ardından da tüketim ve yatırım harcamaları artar.
Yüksek oranlarda artan tüketim ve yatırım harcamaları da önce büyümeyi sağlar, biraz gecikmeli de olsa enflasyonu artırır.
“Kredi ve Enflasyon” arasındaki etkileşim ilişkisi “doğru orantılı”dır.
Faiz ve enflasyonun dengede olduğu bir toplu durumda, dengeyi bozacak miktarda “krediler artarsa enflasyon yükselir, krediler azalırsa enflasyon düşer.”
Kamu otoriteleri ve ekonomi yönetimleri kredi ve enflasyon arasındaki bu kuvvetli etkileşimi bildikleri için enflasyonun yükseldiği dönemlerde, enflasyonu düşürmek için faizleri yükseltirler ve daha da yükseltebileceklerine dair piyasaları sözlü yönlendirmelerle tehdit ederler; böylece toplam talebin düşeceğini ima ederek, kredi vermeyi/almayı zorlaştırırlar.
Kredilere ulaşma imkânının kısıtlanması tüketim ve yatırım harcamalarını azalır ve sonuçta enflasyonun artış hızı yavaşlar.
...***
Mehmet Kara 21 Mayıs tarihli Yeniasya gazetesinde, " Milletin iradesine saygısızlık"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
" Mayıs’ta cumhurbaşkanı ve milletvekilliği seçimi yapıldı. 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanını seçmek için sandığa tekrar gidilecek. Yurtdışındaki oy kullanma işlemi başladı. Seçim sonrasında yaşananların özeti millete, onun iradesine ve demokrasiye saygısızlık olarak değerlendirmek mümkün. Buna bir de oy hırsızlığı eklenebilir.Daha seçim gecesi YSK’nın yasakları kaldırmasından itibaren yüzde 60’larda başlayan Erdoğan’ın oy oranının gecenin ilerleyen saatlerinde yüzde 49.5’lere kadar düşmesi, sandık başında bekleyen muhalif partililerin moralini bozmak adına yapılan bir algıydı."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
Ardından da sandıklarda yaşanan bu usulsüzlükler bir adayın oylarının başka adaylara yazılması veya bir sandıktaki oyların tamamının bir adaya yazılması ile devam etti.
Çarşamba günü 17.00’ye kadar itirazlar devam ederken YSK gelen itirazları değerlendirdi, yanlışlar düzeldi ama yapılanlar seçime gölge düşürdü. Hem demokrasi hem de milletin iradesine yapılmış olun bu saygısızlık ileride hep konuşulacaktır.
Yurtiçi ve yurtdışında toplam 201 bin 807 sandıkta oy kullanılırken CHP 2 bin 269 tutanakta farklılık tespit edildiğini açıklayıp itiraz etti. İstanbul, Ankara başta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu’da yoğun olarak sandıklarda “hatalar” görülmesi dikkat çekti. YSK veri girişleriyle ıslak imzalı sandık kurulu tutanakları arasında çok sayıda ciddi hata ortaya çıktı.
Mesela bir sandıktaki 228 oy başka bir aday yazılmış. Veya 137 oy 121 olarak girilmiş. Bunlar belki genel sonucu değiştirmeyecek gibi görülse de, özellikle milletvekili seçimde 100-150 oy ile kazanılan milletvekilliği hesap edildiğinde bir oyun bile ne kadar önemli olduğu görüldü.
14 Mayıs seçiminde dikkat çeken başka bir durum da, seçim döneminde, Cumhurbaşkanı, bakanlar başta olmak üzere kamu görevlilerinin açılış törenlerini seçim propagandalarını dönüştürmesi, seçimin adil ve eşit şartlarda yapılmamasına sebep oldu. Üzüntücü verici olan da buna kimsenin aldırış etmemesiydi.
Seçim için her şeyi mübah gören anlayışın artık terk edilmesi gerekiyor. Artık iktidara gelindiğinde yapılacaklar anlatılmalı…
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Erdoğan’ın 27 milyon, ikinci sıradaki Kılıçdaroğlu’nun ise 24 milyon 430 bin oy aldı. Aradaki fark 2.5 milyon. Sinan Oğan ve Muharrem İnce’ye verilen oylar ise yaklaşık 3 milyon civarında. Bir milyon oy geçersiz sayıldı. Sandığa gitmeyen seçmen sayısı ise 8 milyonu geçiyor. 28 Mayıs’ta oy kullanma çağına gelecek 50 bin yeni genç oy kullanacak.
İkinci tura böyle bir durumda gidiliyor. Önümüzdeki Pazar günü yapılacak ve sadece iki adayın yarışacağı seçimde her iki aday da hem oylarını korumaya hem de seçimden çekilen adayların oylarını almaya çalışacak. İki aday arasındaki makasın oldukça daraldığı ve durumun her iki aday lehine de gözüktüğü bu seçime giderken 14 Mayıs öncesi yapılan yanlışların ve hataların tekrar edilmemesi, “oy çalma/yanlış girme!” olmadan “temiz bir seçim” olması milletin en büyük arzusu…
...***
Nurullah Gür, 21 Mayıs tarihli Sabah gazetesinde, "Gençlerle kalkınma"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.
"Yüksek verimliliğin yolu teknolojik gelişim ve inovasyondan geçer. Bu noktada genç beyinler ön plana çıkar. Nüfus artış hızını sürdürülebilir seviyelerde korumalı, ‘yaşlı toplum tuzağına’ düşmemeliyiz. Ekonomide uzun soluklu ve istikrarlı büyümenin anahtarı, verimlilik artışındadır. En basit ifadeyle verimlilik, belirli bir girdi miktarıyla ne kadar üretim yapıldığının bir ölçüsüdür."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:
...***
İktisadi kaynakların ne derece etkin/randımanlı kullanıldığını gösterir. Yüksek verimliliğin yolu teknolojik gelişim ve inovasyondan geçer. İşte bu noktada genç beyinler ön plana çıkar.
Genç bireyler cesur düşünceleri ve değişime açıklıklarıyla inovasyon için katalizör görevi görürler. Yeni fikirler getirirler, gelişmekte olan teknolojileri hızla benimserler ve dönüştürücü ilerlemeyi sağlamak için sınırları zorlarlar. Gençlerin doğasında var olan merak, uyum sağlama yeteneği ve girişimci zihniyet inovasyon kültürünü besleyerek toplumları ileriye taşır. Gelin görün ki, birçok ülkede gençlerin nüfusa oranı hızla azalıyor. Toplumlar yaşlanıyor. Bu durum sadece gelişmiş Batılı ülkeler için geçerli değil; Japonya'da durum oldukça vahim. On yıllardır yüksek nüfusunun nimetlerinden faydalanan Çin'de bile gençlerin ağırlığı azalıyor.
Bir taraftan da gerçek anlamda verimliliği artırabilen inovasyonlara imza atmak zorlaşıyor. Nasıl ki bir ağacın üstteki dallarına çıkıldıkça meyveleri toplamak alt dallardakilere kıyasla zorlaşıyorsa, bilim ve inovasyon için de aynı durum söz konusu.
Farkı teknolojiler ve inovasyonlar geliştirildikçe yenilerini ortaya koymak gittikçe zorlaşıyor. Bakmayın siz inovasyon diye yutturulmaya çalışılan ürün, hizmet ve süreçlerin arttığına veya patent sayılarının yükseldiğine… Yeni inovasyonların eskilere kıyasla insanlığa katkıları geriliyor. Verimlilik dostu inovasyonlara imza atmanın zorlaştığı bir dönemde bir de gençlerin sayısı azalınca, ekonomilerin dinamizmini kaybetmesi kaçınılmaz oluyor.
Genç nüfus noktasında büyük bir avantajımız var. AB ülkelerine kıyasla genç nüfus yoğunluğumuz yüksek. Bu avantajı etkin biçimde kullanmak için yeterli zamanımız var. Yeter ki gençlerimizin hayallerini ülkemizde gerçekleştirebilmelerine fırsat verecek eğitim, iş ve sosyal yaşam ortamını onlara sunalım. Teknofest girişiminin nasıl bir heyecanı tetiklediği ortada. Gençlerin merak ve enerjilerini doğru alanlara yönlendirebilecek örneklerin sayısını artırmalıyız.
Burada uyarı niteliğindeki bir gelişmenin altını çizmemiz lazım. Birçok ülkeye kıyasla toplumumuz genç olsa da mevcut durumumuza fazla güvenmemeliyiz. 2009'da yüzde 17.2 olan genç nüfusun toplam nüfus içindeki oranı, şu sıralar yüzde 15.2'de. 2080'de ise oranın yüzde 11'e inmesi bekleniyor. Nüfus artış hızını sürdürülebilir seviyelerde korumalı, 'yaşlı toplum tuzağına' düşmemeliyiz.