Haziran 20, 2016 13:48 Europe/Istanbul

Süleyman Yaşar, Taraf gazetesinde “İktidar yerli ve milli dedikçe vatandaş döviz alıyor”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Döviz mevduat hesapları yine arttı. Merkez Bankası’nın yayınladığı verilere göre Haziran ayının ikinci haftasında bankalardaki döviz mevduat hesapları iki haftada yaklaşık 3 milyar dolar arttı. Ve 185,6 milyar dolardan 188,5 milyar dolara yükseldi. Gerçek kişilerin mevduatları ise 90,9 milyar dolardan 92,2 milyar dolara çıktı. Hemen belirtelim yıl başında bankalardaki toplam döviz mevduatı hesapları 183,4, gerçek kişi döviz mevduat hesapları 87,9 milyar dolar tutarındaydı.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Peki, vatandaşın döviz mevduat hesaplarının artması niye önemli?

Önemli çünkü; vatandaş kendi ülke parasını kullanmak yerine başka ülke para birimlerini kullanıyorsa kendi ülkesini yönetenlere güvenmiyor anlamına geliyor. İşte bu davranışa dolarizasyon diyoruz. Tabii dolarizasyon oranı arttıkça bu güvensizliğin çoğaldığını belirtelim. Şu anda dolarizasyon oranı mevduatlarda yüzde 41 düzeyinde seyrediyor. Hâlbuki dolarizasyon oranı 2010 yılında yüzde 27 düzeyindeydi. Demek ki o günden bugüne ekonomi yönetimine olan güven epeyce azaldı.

Gelelim şimdi ekonomi yönetimine güvenin niye azaldığına…

Azalıyor çünkü; Türkiye’de yatırım iklimi bozuldu. Hukuk devletine ve küresel kurallara aykırı davranışlar yatırımcıların Türkiye’ye ilgisini azalttı. Bunu en son yayınlanan ödemeler bilançosunda görüyoruz. Ocak-Nisan 2016 ödemeler bilançosuna göre; doğrudan yabancı sermaye yatırımları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 44 oranında azaldı. Yani doğrudan yabancı sermaye yatırımları 4 milyar 891 milyon dolardan 2 milyar 712 milyon dolara geriledi. Bu arada bu yılın ilk çeyreğinde büyüdüğü belirtilen milli gelir rakamlarında; gayri safi sabit sermaye oluşumu geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0,1, özel makine ve teçhizat alımları yüzde 4,7 oranında geriledi. Demek ki yatırımlarda geçen yıla göre gerileme var.

Şimdi gelelim dolarizasyonun para politikası üzerindeki etkisine…

Eğer bir ülke dolarize oluyorsa o ülkenin merkez bankasının uyguladığı para politikası hedeflerine ulaşamaz. İşte bu nedenle dolarizasyon ulusal merkez bankasını devreden çıkartır. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın faiz indirimlerinin mevcut koşullarda pek bir anlamı olamayacağını belirtelim. Zaten Merkez, fonlama faiz oranlarını indiriyor ama kredi faiz oranlarında bir azalma olmuyor. Dolayısıyla ucuz fonlamanın bir işe yaramadığını, hattâ ucuza verilen paranın dövize yöneldiğini belirtelim.

Hani iktidara yakın durmak için bazıları yerli ve milli diyor ya işte onlara inanmıyor. Yerli parayı elden çıkartıp döviz alıyor. Anlayacağınız vatandaş ekonomi yönetimine güvenmiyor.

…***

Remzi Özdemir, Yeniçağ gazetesinde, “Basının banka korkusu”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Türkiye tam bir korku toplumu oldu.Bir dönem sıradan insanlar bile telefonunun dinlendiğinden şüphelenir en basit şeyi bile konuşamazdı.Bugünün Türkiye'sinde herkes bir şeylerden korkuyor.Kimi maliyeden, kimi SGK'dan kimi polisten kimisi ise bankalardan korkuyor.Bankalardan korkanlar sadece bu kurumlara borcu olan vatandaşlar değil aynı zamanda gazeteler de korkuyor.Gazeteler neden korkmasın ki şu anda neredeyse tek reklam kaynakları bankalar.Bunu çok iyi bilen bankalar basın özgürlüğünün önünde büyük engel teşkil ediyor.Siz, son 6 ayda bir iki gazete ve internet sitesinin dışında bankaların yanlış uygulamaları hakkında hiç haber okudunuz mu?Okuyamazsınız. Çünkü bankalar gazete ve televizyonlar hatta bir çok internet sitesi üzerinde reklam baskısı yapıyor.”diyen yazar, yazısının ndevamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Eğer kendileriyle ilgili bir aleyhte haber olursa o gazete veya internet sitesine hemen ambargo uyguluyorlar. Yani reklam vermiyorlar.

Bu nedenle kimse bankaların aleyhinde yazı yazamıyor. Şu an bankaların yaptıkları yanlışları yazabilen tek gazete Yeniçağ. Başka tek bir gazetede bankaların aleyhinde bir haber gören varsa söylesin.

Geçen hafta ekonomi gazetecisi Kerim Karakaya iyi bir gazetecilik örneği sergileyerek Rus Sberbank'ın Türkiye'deki iştiraki olan bankayı satmak için danışman firma aradığını bir internet sitesinde yazdı. Moskova kaynaklı haber çok önemliydi ve adeta bankacılık dünyasına bomba gibi düştü. Fakat komik olan, bu kadar önemli bir haber sadece iki internet sitesinde çıktı.

Üstelik dünyaca ünlü haber ajansı Reuters'in bu konuda servis ettiği haber bile gazeteler tarafından kullanılmadı. Oysa böyle bir haber birkaç yıl önce tüm gazetelerin birinci sayfasında yer alırdı. Şimdi bu artık mümkün değil.

Bankalarla ilgili sadece adını sanını duymadığınız kurumların verdiği saçma sapan ödül haberini okursunuz. Ya da banka genel müdürünün buram buram reklam kokan açıklamalarını.

İşte Türkiye böyle bir acı gerçeği yaşıyor. Bankaların basın üzerindeki reklam baskısı maalesef ekonomi basınına büyük zarar veriyor.Bir gazeteci olarak bankalarla ilgili yaşadığım sorunlar ise dünyanın hiçbir yerinde olmayacak türden şeyler. Bankaların vatandaşa karşı yaptığı haksızlıkları yazdığım için hakkımda çok sayıda suç duyurusunda bulunuldu. Hepsinde gerekçe aynı. Bankalar Kanunu'na muhalefet. Yani bankaların şan ve şöhretlerine zarar vermek. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir kanun bankalara çok özel bir zırh vermiş durumda.

Hakkımda Cumhuriyet Savcılığına verilen onlarca suç duyurusunun dışında yaşadığım bir olay var ki, gerçekten dünya basın tarihinde ilk defa görülen bir türden. 16 yıldır hesabımın ve kredi kartımın bulunduğu banka, kendileriyle ilgili yazdığım bir haberden dolayı hesabımı kapatmamı istedi.

…***

Murat Muratoğlu, Sözcü gazetesinde, “İşsizlik nasıl düşük çıkıyor?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Hani defter tutmuyor derler ya, o hesap.… Bir işsizlik oranı yayınladılar ki sabaha kadar karşılaştır defter tutmuyor!
Resmi rakamlara göre, işsizlik Mart'ta 8 ayın dibine geriledi. Yani insanlar iş buluyor, evine ekmek götürüyor, mutlu mesut yaşıyor… Ne güzel bir tablo…Bir de şu açıdan bakalım Türkiye'nin nüfusu kaç? Yaklaşık 78 milyona yuvarlayalım. Bunun 58 milyonu çalışma yaşı aralığındaki yurttaşlarımız.Peki, Türkiye'de kaç kişi çalışıyor? Maaş alan 18 milyon 228 bin kişi var. Oysa bir araştırma yapıyorlar ve diyorlar ki ülkede her 100 çalışanın 33'ü kayıt dışı çalışıyor. Kaydı yok, uydur, yaz…Taşeronuydu, şusuydu, busuydu derken çalışan sayısına 8 milyon 765 bin kişi ekleniyor ve çalışan bir anda 26 milyon 993 bine çıkıyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Madem kayıt dışını hesaplayabiliyorsun bulabiliyorsun kayıt içine al! Yok, almıyor ama işsizlik hesabından düşüyor. Resmi işsiz sayısı kaç? Tamı tamına 3 milyon 23 bin kişi.… Topla, 30 milyon kişi. Çalışma nüfusu kaç? 58 milyon kişi… O zaman bu 28 milyon kişi ne yapıyor? Cevap; Onlar çalışmak istemiyor!
Sonra bir anket yayınlanıyor. Türkiye'de her 100 kişiden 58'i “işsizliğin” en acil çözülmesi gereken sorun olduğunu düşünüyor. Yüzde 58, işsizliği en önemli sorun olarak görüyor ama işe bakın ki işsizlik oranı sadece yüzde 10'da kalıyor. İşsizliği, yüzde 34 ile “yoksulluk” izliyor. İşsiz olunca haliyle para kazanamayıp yoksullaşıyorsun. Aslında birbiri ile bağıntılı iki kavram, çözülmesi gereken en acil kavramlar listesinde zirvede…
Üçüncü sırada ne var? Düşük gelir! Garibim iş bulmuş ama dilenci parasına çalışıyor. Biliyor ki çalışmasa başka iş bulamayacak. Oysa açıklanan işsizlik oranına inansa yarın istifa eder. Sadece 10 kişiden biri işsiz bu ülkede, iş mi bulamayacak?

Gelelim alavere dalavereye… Evde engelli bakım yardımından faydalanan 479 bin engelli yakını çalışan olarak görünüyor. Onlar da iş bulmuş çalışıyor kapsamında istatistiki bilgilere ekleniyor. Bir de geçici işsizler var. Yaklaşık 280 bin kişi. Toplum yararına çalışma programlarına katılıp az miktarda para alıp çalışan olarak görünüyorlar. Adam gibi iş bulsa orada çalışacak.
Devlette çalışan sayısı 3.5 milyon kişi görünürken aslında 4.2 milyon kişiyi aşıyor. Devletten maaş aldığına göre aynı zamanda bu nemalanma, tehditlerle oy olarak geri dönüyor.
Madem oranı istediğin gibi ayarlıyorsun şu işsizliği yüzde 5 seviyelerine indir değil mi ama! Yakışıyor mu bize? Bunun da inananı yok, onun da olmayacak ama şekil olarak güzel duracak!

…***