Temmuz 03, 2023 09:21 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Yeniasya: Dünya barışı Kur'an'la mümkün

Milli gazete:

Devletin borcu 4’e katlandı

Yeniasya:

İsrail yine Suriye'yi vurdu

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Tolga Şahin 2 Temmuz tarihli Yeniçağ gazetesinde, "AKP Türkiye’sinde sağlıkçının boynu bükük kaldı"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" AKP Türkiye’sinde artık okul okumanın, doğru düzgün bir meslek sahibi olmanın bir anlamı kalmadı! Hemen hemen hepimizin ve ailelerimizin hayalidir, çocuğunu doktor olarak mühendis olarak görmek! Tıp fakültesinde ya da mühendislik fakültesinde okuyan çocuğundan bahsederken anne babalar, göğüslerini kabartarak konuşur. Ama artık bu ülkede doktor olmanın da mühendis olmanın da bir anlamı kalmadı!"diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Her şeyi değersizleştiren, AKP sağlık sisteminin de içinden geçti adeta! Aile Sağlığı Merkezlerinin birer taşeron haline getirdi, sağlıkçıları adeta ikinci sınıf vatandaş yerine koydu!

AKP haftalardır “en düşük memur maaşı 22 bin TL olacak” diye caka satıp duruyor ortalıkta!

Memura vaat edilen 22 bin TL hiçbir anlam ifade etmiyor!

Şöyle izah edelim! Bugün rahatsızlandığınızda sizi hastaneye yetiştiren ambulansın şoförü, ek ödemeleriyle beraber o ambulanstaki pratisyen hekimden daha fazla maaş alıyor! Bugün seçim vaadi olarak taşerondan kadroya geçirilen sürekli işçiler, hemşire ve doktorlardan daha fazla maaş alıyor, uzman doktordan ise sadece 243 TL eksik maaş alıyor!

Bu nasıl olabilir diyebilirsiniz? Şöyle oluyor; Sürekli işçiye gece çalışmasında yüzde 35 fazla ödeme yapılırken devlet memuru sağlıkçılara bu hak tanınmıyor! Bayram çalışmasında sürekli işçiye 2 yevmiye ödenirken devlet memuru sağlıkçılara bu hak tanınmıyor! Sürekli işçiye fazla mesai ücreti 145 TL/saat verilirken sağlıkçıya ise sadece 38 TL (Hemşire) veriliyor! Giyim, yol, yemek ve sosyal yardımlar derken hopp bir bakıyorsunuz sürekli işçinin maaşı sağlıkçının maaşından neredeyse 4’te 1 oranında fazla olmuş! Bu sağlıkçının durumu, mühendis deseniz; mühendislerin sorumlu olduğu kamu işçileri mühendislerden neredeyse 2 katı kazanç elde ediyor! Diyelim aşçısınız. KPSS’ye girdiniz ve bir devlet kurumuna atandınız, taşerondan kadroya geçen bir ortaokul mezununun yarısı maaş almayı göze almak zorundasınız!

Dönelim sağlıkçılara! Devlet vasıfsız işçisi evlendiği zaman, anne baba olduğu zaman ek ücret ödüyor. Doktora ve hemşireye var mı bu ödeme derseniz? Tabii ki yok! İşte kamuda adalet!

15-20 yıl okul okuduktan sonra hayat kurtaran sağlıkçılara reva görülen düzen bu! Kamu işçilerinin itiraz seslerini duyar gibiyim!

Kimsenin sizin aldığınız maaşta, ek ücrette gözü yok hanımlar, beyler! Hele şu ekonomik koşullarda hiç yok! Bu ülkenin sağlık neferlerinden, eğitimli insanlarından yüksek yüksek maaşlar almak sanırım sizin de hoşunuza gitmiyordur! İstenen yıllarca alınan eğitimin karşılığının verilmesi! İnsanca yaşama standartlarının sağlanması! AKP kurulduğunda bu ülkeye adaleti getireceğini söylemişti! Arıyoruz ama bulamıyoruz! Nerede bu adalet!

...***

Recep Erçin 2 Temmuz tarihli Aydınlık gazetesinde, " Ekonomi düzelecek mi?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

"“Seçim bitti artık geçim konuşalım” demiştik. Vatandaşın kurban bayramındaki gündemi ise geçim oldu. Bayram ziyaretlerinde seçimler ve sonuçlarına ilişkin sohbetler daha düşük tonda devam etse de hemen herkesin sorduğu soru şu: ekonomi düzelecek mi? “Ne var ki ekonomide?” diye sorunca herkes bir duraksıyor elbette."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Asgari ücret artırıldı, memur maaşı yükselecek, EYT çıktı, sosyal yardımlar arttı, afet bölgesine destekler sürüyor, emekli maaşları için artış gündemde, doğalgaz faturaları düştü, enerjiye birkaç aydır zam gelmiyor, mayıs ayında otomotiv satışları rekor kırdı, üstelik pazarın yüzde 69'u ithal, mayısta 110 binden fazla konut satıldı, turist sayısı artıyor, Ticaret Bakanı Prof. Dr. Ömer Bolat da açıkladı: Türkiye'nin dış ticareti hizmet dengesi ile birlikte 700 milyar doları aştı.

Mesele elbette bu göstergeler değil. Hemen herkes ekonomideki canlılığın farkında. Fakat hayat pahalılığı krizi ve dövizdeki yükseliş diğer makro göstergelerdeki olumlu gidişata rağmen vatandaşı tedirgin ediyor. Bizim buralarda (Sakarya) büyükbaş kurbanlık hissesi bu bayram 11-12 bin liradan başladı. Kurbanlığına göre 15 bin liraya kadar çıkan da oldu. “Böyle giderse önümüzdeki sene açılış 20 bin liradan olur” diyen çok.

Tarımsal girdi fiyatları yüksek. Vatandaş geçen sene uygun diye organik gübreye yüklenmiş. Fakat bu sene onun fiyatı da iki katına çıkmış.

Köylerde genç nüfus azalıyor. Sanayi genişliyor. Genişleyen sanayi eski tas eski hamam olunca ülke bir arpa boyu yol alamıyor, yerinde sayıyor.

Vatandaşın en çok baktığı tabela elbette döviz fiyatları. “Kur lambası” diyoruz. O yandığı sürece kriz algısı bitmez. “Kur artınca her şeyin fiyatı artar” algısı yüksek. Tüketici güvenine bakalım. Döviz fiyatının arttığı dönemlerde tüketicinin güveni düşüşe geçer. Vatandaşın özetle söylediği şu; “Şimşek, Erkan, Kavcıoğlu, Albayrak fark etmez. Pahalılık bitsin de kim gelirse gelsin. Seçimlerde milli projeler için, HDP ile işbirliği yapan muhalefete güvenmediğimiz için oyu Tayyip beye verdik. Ekonomi iyi olduğu için vermedik.” Anlaşılan o ki piyasaların sakinleşmesi ve öngörülebilirliğin oluşması ile kriz algısı da bitecek.

...***

Özdemir İnce 2 Temuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde, "Sandığa sahip çıkmak"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Türkiye’de ilk demokratik seçim 1950 yılında yapıldı. 14 Mayıs’ta yapılan seçimden önce ve sonra “Sandıklara sahip çıkma” diye bir sorun ve bir tartışma olmadı. Bu seçimle AKP’yi iktidara getiren 2002 yılı seçimine kadar kim bilir kaç yerel ve genel seçim, kaç referandum yapıldı, bunların hiçbirinde “sandık güvenliği” diye bir sorun olmadı. Ben olmadı diye anımsıyorum..."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Sandık güvenliği sorunu, seçim sürecinde yapılan-yaşanan yolsuzluklar, üç kâğıtçılıklar, abrakadabralar, hokus pokuslar, hırsızlıklar, atı alıp Üsküdar’ı geçmeler, mühürsüz zarflar, 1 milyonluk hayali oy pusulaları, İstanbul yerel seçimlerinde yaşanan şu zarftaki üçün biri rezaleti, AKP iktidarında 2007 yılından itibaren başladı. Bu sorun o seçimden günümüze katmerlenerek çoğaldı.

İktidar beş yıl boyunca besleme basınıyla, havuz medyasıyla, kayırmalı ihaleleriyle, camisiyle, hacısı ve hocasıyla, tarikatlarıyla, şeyhleriyle, şıhlarıyla, Diyanet İşleri’yle, kadrolu seçmeniyle seçime hazırlanacak... “Cek, cak” diye sürdürmeyeceğim: Bir ülke düşünün ki çimento fabrikaları, şeker fabrikaları, kâğıt fabrikaları satılmış yerlerine yalan fabrikaları kurulmuş... Sözün bittiği yerdesin artık! Karşında bir Bolu Beyi var, Köroğlu mu olacaksın? Bolu Beyi’ne karşı hakkını arayacağın kadı mı var memlekette?

Uzun lafın kısası seçim sandığının namusu devlete emanettir, devletin namusudur. Namusudur da hükümet devleti ele geçirmişse, devlet iktidarın uşağı olmuşsa ne yapacaksın? Oturup ağlamaktan, intihar etmekten başka bir çare mi var? “Var!” diye kimse ukalalık etmesin sakın! Dağa çıkmak falan mı?

Oy pusulası sandığa düştüğü andan itibaren ona artık sahip çıkamazsın AKP iktidarında. Oyunu sandığa atmadan onu nasıl koruyacaksın, onu düşün? İstersen Allah’a havale et! Ama demokratik ülkelerde sandığın olduğu yerde sadece devlet vardır. Hükümet ve muhalefet evde oturur, televizyona bakar.