Ağustos 26, 2016 15:46 Europe/Istanbul

Hükümetlerin stratejik siyasetlerinden biri, hüküm sürdükleri toplum bireyleri arasında vahdeti sağlamaktır.

Hükümetlerin stratejik siyasetlerinden biri, hüküm sürdükleri toplum bireyleri arasında vahdeti sağlamaktır. Fakat her birinin hedefi, sahip oldukları görüşüne göre tamamen farklıdır. Bazıları milli saikler ve milliyetçi fanatizm ile vahdet oluşturmaya çalışıyorlar ki dünya siyaset edebiyatında Pan-Arabism, Pan-Turkism gibi terimlerle yer alıyor.

Bazıları ise ırkçı hedeflere dayalı olarak vahdet oluşturmaya çalışıyorlar, tıpkı Nazizm ve Siyonizm gibi. Bir diğer grup komünizm ve Maoizm gibi  siyasi ve ideolojik ekollere dayalı vahdet kurmaya çalışıyorlar. Diğerleri ise NATO ve Varşova paktları gibi askeri ve silahlı çatışma ilkelerine göre vahdet oluşturmaya çalışıyorlar. Bunların hedefi rakip güçlere karşı birleşmek için müttefik ülkeler oluşturmaya çalışıyorlar. Söz konusu ülkelerin her biri, kendi çıkarlarını ve konumlarını garantiye almak için çeşitli ekonomik, siyasi, bölgesel ve uluslar arası yöntemlerle birlik bir cephe oluşturmaya çalışıyorlar. Fakat böylece oluşan vahdet, çıkarların temin edildiği ve ya üyeler arasında bir çelişki ve sürtüşme yaşanmadığı müddetçe devam eder; en ufak bir ihtilafla vahdetin temeli sarsılır ve hatta savaşa bile dönüşebilir. Bu sohbette ise İslam peygamberinin –saa- vahdet konusuna olan bakış açısını ele alacağız. Birlikte dinleyelim.

 

İlahi peygamberler de bir çok siyasi hükümdar gibi dönemlerinin ümmet ve kavimleri arasında vahdet oluşturmaya çalıştılar; fakat köklü ve temelli bir farkla. Onların biç biri milli, ırkçı, siyasi, askeri veya ekonomik saik ve hedef peşinde değillerdi; onlar yüzde yüz ilahi ve insani hedefler amaçlıyorlardı. Onlar Allah eksenli temele dayanarak, ihtilaflara sebep olan tüm saik ve hedeflere son vermek, tevhidi inanışları güçlendirmek sayesinde toplumda gerçek ve hakiki bir birlik ve vahdet oluşturmayı hedeflediler. Zira tevhidi dünya görüşünde siyaset dünyasındaki sınırların hiç biri görünmüyor; var olan her şey ilahi renk ve kokuya sahip ki en güzel ve kalıcı renktir.

 

Resul Ekrem –saa- de tüm peygamberlerin tevhidi risalet ve görevleri doğrultusunda yılmadan, büyük ihtilaflara sebep olan tüm ırkçı, kavmiyetçi, sosyal, kültürel ve siyasi görüşlerin kökünü kurutmaya çalıştı. Ardından öz tevhidi düşünceleri yayma sayesinde güçlü bir vahdet oluşturdu. Fakat Resulullah'ın –saa- bu bağlamdaki görevi, diğer ilahi peygamberlere göre daha ağır ve önemli idi. Zira onların risalet ve görevi, hidayete erdirmekle görevlendikleri kavimlerle sınırlı idi. Fakat hz. Muhammed'in –saa- risalet ve görevi evrenseldi ve tüm dünyada vahdet ve barışı sağlamak için adım atıyordu. Başka bir ifade ile Mekke ve Medine Resulullah'ın biseti ve görevinin başlangıcı idi fakat bu görevin çapı tüm insanlık dünyasını kapsıyordu.

 

İlahi peygamberlerin mektebinde vahdetin önemi, bunun bir emrin ötesinde, ilahi bir ferman olması, önemini daha da arttırıyor; zira yüce Allah tüm gerçek muvahhitlerden, yalan vahdet sloganı ile kamuoyunu aldatmaya çalışan tarihin sözde güçlülerin çürümüş ipini bırakarak, güçlü ilahi ipe sıkı sıkı sarılmalarını ve tefrika oluşturacak her türlü girişim ve amelden şiddetle uzak durmalarını istiyor. Nitekim Al-ı İmran suresinin 103. ayetinin bir bölümünde şöyle buyuruyor: Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.

Kur'an Kerim neden sadece İlahi vahdeti düşünüp, bu eksende birlik bir toplum oluşturma gereği hakkında ise Hac suresinin 78. ayetinde de şöyle buyuruyor: O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır

 

Eğer Allah eksenlilik, vahdetin temeli olmazsa, kör siyasi, ırkçı, nasiyonalism, coğrafi vb taassuplar baş gösterir ve vahdetin temelini sarsar. Yüce Allah gerçek vahdeti izleyenlerin sapmamaları için açıkça Enam suresinin 153. ayetinde şöyle buyuruyor: İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.

Fakat Allah eksenliğe derin inançları olmayanlar, tehdit ve tatminle kalplere nüfuz edip onları birbirine yakınlaştırabileceklerini ve nihayetinde toplumda temelli ve istikrarlı bir vahdet oluşturabileceklerini sanıyorlar. Yüce Allah Enfal suresinin 63. ayetinin bir bölümünde bu tarz düşünce ve fikirlerin üstünü çizerek şöyle buyuruyor: … Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle harcasaydın, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat, Allah onların arasını uzlaştırdı. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Bir çok ilahi olmayan Saiklerle oluşan vahdet ve bağlar, en ufak bir iniş ve çıkış ve sarsıntı ile ihtilaf ve husumete dönüşür; düne kadar dostane ve samimi ilişkileri olan iki millet veya devlet birbirinin can düşmanı olur ve hatta bazen savaş ateşi bile aralarında yakılır. Fakat Allah eksenli oluşan vahdet, her gün daha da güçlenerek, ilahi inayet ve lütuflarla birlikte gelişir. Kur'an Kerim bu gerçeği Nisa suresinin 175. ayetinde şöyle sergiliyor: Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfe kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.

Resul Ekrem –saa- de Kur'an Kerim'in vahdet oluşturan öğretilerinden ilham alarak, " Toplumsal birlik ve vahdet, ilahi rahmettir." (Bahr-ul Envar c.89-s.283)

Yine başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Allah'ın eli cemaat ile birliktedir." (Bahr-ul Envar c.4-1-s.73)

 

 

Kur'an Kerim'in yapıcı öğretileri sayesinde, Resul Ekrem –saa- tüm düşmanlıklara, ihtilaf oluşturan gururlara, ve cahiliye dönemindeki cinayet ve yağmalamalara son vermekle kalmayıp, müttefik ve muktedir bir ümmet oluşturmayı başardı, üstelik Müslümanlar arasında kardeşlik anlaşması ile sevgi ve merhamet dolu bir toplum oluşturdu. İslam'ın parlak tarihi, hayretler uyandıran derin ve eşsiz insani sahnelerle doludur. Fakat tarih düşmanın eskiden ve şimdi de her zaman güdümlü ve koordineli komplolarla İslam dünyasına ağır darbeler indirmeye çalıştığını gösteriyor. Kur'an Kerim açısından ve Allah Resul'ü siyerinde düşmanın tefrikacı planlarına karşı tek mücadele yolunun, İslami toplumun çekim ve itme özelliğine sahip olmasıdır. Yani bir yandan kendi içi ilişkilerini güçlendirirken diğer yandan düşmanın tüm hareketlerini rasat etmesidir. Yüce Allah İslami toplum ve hükümeti yolu, gerçek Müslümanlar ve Resulullah'ın –saa- siyerini Fetih suresinin 29. ayetinin bir bölümünde şöyle çiziyor: Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler.

 

Hiç şüphesiz vahdet ve birliktelik belirtilerinin var olduğu her yer ve her zaman, söz konusu toplumda Allah'ın rahmet elini hissetmek gerekir ve tam tersi durumda İslam dünyasında ihtilaf ve düşmanlık etkileri görününce, şeytanın gizli elini aramak gerekir. Bunlar, Müslümanların birlik olmaları halinde şom planlarını asla gerçekleştiremeyeceklerini bilenlerdir. Bu yüzden çeşitli komplo ve planlarla İslam dünyasını parçalamak ve yıkmak peşindeler; işte bu, onların en etkili ve ektin stratejilerindendir. Tefrika tehlikesini herkesten daha ziyade hisseden ve şeytan'ın elini ve sıfatlarını çok iyi bilen Resul Ekrem –saa- açık bir dille bu gerçeği şöyle anlatıyor: Ne zaman ki biri, toplumdan ayrılırsa, şeytan onu kaçırır, tıpkı sürüden ayrılan koyunun kurt  tarafından tuzağa düşürülmesi gibi. (Bahr-ul Envar c.104-s.73)

 

Böyle bir ortamda toplumun tutum ve davranışlarında çekim ve itmenin anahtar rolü açıkça görülür. Yüce Allah da bu konuda uyarıda bulunarak, Mumtehine suresinin 1. ayetinde "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin" diye buyuruyor.

Kur'an Kerim de Müslümanların bu uyarıyı ciddiye almayı vurgularken yine Mumtehine suresinin 2. ayetinde şöyle buyuruyor: Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar ve inkâr etmenizi arzu ederler./ 015