Kur'an-ı Kerim’de imamet ve velayet - 1
İslam ümmetinin Allah Resulü’nden –s– sonra liderlik meselesi olan imamet meselesi hakkında iki görüş söz konusudur.
Ehli sünnete ait olan ilk bakışa göre, İslam Peygamberi –s– kendisi için hiç kimseyi halefi olarak belirlemedi ve ümmet Resulullah –s– rihlet ettikten sonra o hazretin halefini seçmekle yükümlüydü. Ancak şii müslümanlara ait olan ikinci görüşe göre, imamet, nübüvvetin doğrultusundadır ve bu yüzden imamı belirlemek, Peygamberi belirlemek gibi Allah’ın görevidir. Bu mesele hem Kur'an'ı Kerim’de ve hem Resulullah’ın –s– sünnetinde beyan edilmiştir. Çünkü birinin başkalarının yönetimini üstlendiği zaman onları asla başsız bırakmayacağı kesin bir durumdur.
Ehli sünnet kaynaklarında belirtildiği üzere, ikinci halifenin oğlu Abdullah bin Ömer, babası ölüm eşiğindeyken babasına şöyle diyor: halk diyor ki sen kendi halefini belirleyen Ebu Bekir’in aksine kendi halefini belirmediğini söylüyor. Oysa eğer develerin veya koyunların için bir çobanın olursa ve o da çekip gider ve sürüyü kendi haline bırakırsan, onu suçlu sayıyorsun. Malum, halkın durumuna riayet etmek deve ve koyun otlatmaktan daha önemlidir. Peki Allah teala huzuruna kullarına bir önder belirlemeden çıktığında, O’na nasıl cevap vereceksin?
İslam Peygamberi’nin –s– eşi Ayşe de bu maceraya istinat ederek Ömer bin Hattab’ın oğlu Abdullah’a şöyle diyor: Ömer’e benim selamımı ilet ve ona de ki Muhammed’in –s– ümmetini başsız bırakma ve onları kendinden sonra kendi haline bırakma, çünkü ben onların fitne çıkarmasından korkuyorum.
İlginçtir ki Muaviye bin Ebu Sufyan oğlu Yezid’i kendi halefi olarak açıkladığında bu meseleyi hatırlatıyor ve şöyle diyor: Muhammed –s– ümmetini kendimden sonra çobansız koyun sürüsü gibi bırakmaktan korkarım.
İslam Peygamberi –s– sefere çıktığında sürekli kendi yerine birini belirlerdi ve asla ümmetini halefini açıklamadan çekip gitmezdi. Nitekim tüm tarih kitaplarında da bu konuya işaret edilmiş ve Allah Resulü –s– halefi olarak belirlediği insanların adı açıklanmıştır. O hazret hatta kendisi bizzat katılmadığı bir görevde veya bir savaşta birini komutan olarak kendi yerine atardı ve ona itaat etmenin kendisine itaat etmekle aynı olduğunu buyururdu. Hatta bazen Allah Resulü –s– bir kaç kişiyi belirlerdi, öyle ki birine herhangi bir zarar geldiği durumda sırasıyla ötekiler İslam ordusunun başına geçerdi. Örneğin Mute savaşında Zeyd bin Harise’yi komutan olarak atadı, ardından şöyle buyurdu: Eğer ona bir şey olursa Cafer bin Ebutalib ve eğer ona da bir şey olursa Abdullah Ravahe komutan olsun.
Hal böyleyken ve hatta kısa süreli seyahatlerinde halefini belirlemeyi ihmal etmeyen veya bir göreve gönderdiği müslümanları başsız bırakmayan Allah Resulü –s–, nasıl olur da vefatından sonra İslam ümmetinin en önemli meselesi olan kendisi için bir halef belirleme konusunda bu kadar duyarsız olabilir ve hiç kimseyi belirlememiş olabilir?
Buna göre imamiye şiaları İslam Peygamberi kendisinden sonraki imamı ve halifeyi Allah teala tarafından belirlediğine inanıyor.
Bu yüzden biz de sizler için hazırladığımız dizi sohbetimiz boyunca imamet meselesini ve imamların özelliklerini Kur'an'ı Kerim ayetlerine istinat ederek gözden geçirmeye karar verdik.
Yüce Allah Bakara suresinin 124. Ayetinde şöyle buyuruyor:
Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.
Bu ayette yüce Allah Hz. İbrahim’i –s– yaşlandığında ve ömrünün sonlarına doğru, nübüvveti ve risaletinin üzerinden yıllar geçtiği halde sınadığını ve o da bu ilahi sınavı başarı ile geride bıraktığını ve imamet makamına nail olduğunu buyuruyor.
Aslında imamet makamı, yüce Allah’ın Hz. İbrahim’e büyük sınavların ve muazzam sabrının ardından kendisine sunulan bir dereceydi. Hz. İbrahim yaşlandığında ve evlat sahibi olmaktan tamamen umudunu kestiği bir sırada yüce Allah ona İsmail ve İshak’ı sundu. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail genç yaşa geldiğinden Allah teala Hz. İbrahim’i çok zor bir sınava tabi tuttu ki o da, Hz. İbrahim’in yaşlılık çağında en büyük sermayesi sayılan oğlu İsmail’i Allah rızası uğruna kurban kesmekti. Bu sınav Hz. İbrahim’in yüce Allah karşısında tam fedakarlığı ve mutlak teslimiyetinin işaretiydi. Nitekim Allah teala da bu büyük sınavdan başı dik çıkan Hz. İbrahim’e imamet makamını sundu.
İmam, başkalarının önderi olan kimsedir ve yüce Allah onu tüm insani boyutlarda halk için örnek ve model olarak belirlemiştir ve halkın ona uyması gerekir. İmamet makamının Hz. İbrahim’e risaletinden yıllar sonra ve büyük bir ilahi sınavda başarılı olmasının ardından sunulması, imamet makamının nübüvvet ve risalet makamından çok daha yüksek ve büyük bir makam olduğunun işaretidir. İşte bu yüzden İmam olacak kimse, her türlü günahtan arınmış, masum olması gerekir. Bu yüzden Hz. İbrahim yüce Allah’tan evlatlarından herhangi biri bu makama nail olup olmayacağını sorduğunda, Allah teala da ahdim zalimlere ermez, şeklinde buyurur. Yani bu ayette Allah teala imamet makamı zalimlere verilmeyeceğini buyurmuştur. Yani eğer bir insan ömür boyunca hatta bir kez zulme bulaştıysa ve daha sonra pişman olduysa, ilahi kelam açısından zalimdir.
Yüce Allah Nisa suresinin 64. Ayetinde şöyle buyurur:
Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.
Bu ayette kendi kendine zulmetme günahı hakkında ne kadar zulüm edildiğine işaret edilmiyor, yani hatta bir kez zulmetmek, velev ki ardından pişmanlık gelirse, zulmeden kimseyi kendi nefsine ettiği zulümden arındırmaz. Bu yüzden İmam mutlak surette hatta bir kez bile zulmetmemiştir.
Kendisi şii müslümanların sekizinci imamı olan İmam Rıza –s– imamet makamını şöyle anlatıyor:
İmamet, Hz. İbrahim nübüvvet ve risalet makamını inşa ettikten sonra ulaştığı makamdır. Bu imamet, Allah tealanın ona verdiği üçüncü derece ve faziletti ve bununla adını yüceltti ve şöyle buyurdu: Gerçekten ben seni insanlar için İmam yaptım. Halil büyük bir sevinçle arz etti: Soyumdan da mı? Allah: Ahdim zalimlere ermez buyurdu. Bu ayet her zalimin imametini kıyamet gününe kadar batıl etti ve onu pak ve seçkin kullara özel yaptı. Gerçekten de Allah bir kulunu başka kullarının işini ıslah etmek için seçecek olursa ona her şeyi sunar ve gönlünde hikmet ve takva pınarlarını fışkırtır ve kendi ilmini ilham yolu ile ona öğretir, öyle ki hiç bir soruyu cevapsız bırakmaz ve hak ve hakikatten sapmaz. Böyle bir insan ilahi yardım ve onaydan yararlanır ve her türlü hatadan ve sapmadan ve uygunsuz amelden korunur.
İmam Rıza –s– şöyle devam ediyor:
İmamet ilahi fazl sayılır ve istediği herkese verebilir, çünkü Allah teala büyük fazilet sahibidir. Oysa beşerin böyle bir özelliği yoktur ve seçeceği kişilerin de bu sıfatlardan yoksundur. Allah’ın evinin hakkına onlar doğrudan saptı ve Kur'an'ı Kerim’i gözardı etti, sanki bunu bilmiyorlardı, hidayet v şifa Allah’ın kitabındadır, fakat ona yüz çevirdiler ve heva ve heveslerinin tutsağı oldular ve Allah da onları tenkit etti ve düşman yaparak bedbaht etti ve şöyle buyurdu:
Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.015