Hidayetin parlayan güneşi; Hz Muhammed-saa- 27
Geçen bölümde Resulullah'ın -saa- ekonomik siyerinin 4 temel ilkesine değindik. Bunlar:
1-Dünyevi ve uhrevi işlerde aşırıcılığa kaçmamak ve dengeyi sağlamak,
2- Tüm ekonomik girişim ve faaliyetlerde Allah eksenli olmak,
3- Maad'a inanmak ilkesi ve ahırete, bu hayattaki yaşama öncelik vermek
4- ekonomik adalet ve her türlü ayırım ve sınıf farklılığı ile mücadele etmekti.
Hiç şüphesiz bu temel ilkelerin İslami toplumda gerçekleşmesi için Resul Ekrem -saa- bir ilahi örnek olarak bu ilkelere bağlı kalması gerekir, zira toplumun liderliğine soyunan biri, her harekete kendinden başlamalı, böylece yapıcı ve olumlu davranışları ile bireysel ve sosyal eğilimler ve bakış açıların değişmesi için uygun ortamı hazırlıyor.
Ekonomi adalete ağır hasarlar verebilen ve toplumun dengesini bozan en çirkin olaylardan biri lükse düşkünlük ve aristokratik kültürdür. Resul Ekrem -saa- bu olay ile mücadele bağlamında kendi yaşam tarzını, sadelik ve lüksten kaçınmak üzere kurdu. Bu bağlamda Resulullah -saa- Kisralar ve Kayserlerin İran ve Roma'a dillere destan saraylarda yaşadığı bir dönemde, Mescid-i Nebevî'yi en sade mimarlık tarzı ile inşa ederek, tüm askeri, yargı, siyasi, dini ve kültürel çalışamları ve programlama merkezine çevirdi. Hz. Muhammed -saa- caminin manevi hürmet ve konumunu korumak için, evsiz berduşlar olan "Ashab-i Seffe"nin camide yatmaması ve dinlenmemesini emrederek, cami dışında gölge bir yerin onlar için hazırlanmasını buyurdu. Buna ilaveten Resul Ekrem -saa- kendi bireysel ve özel ailevi yaşamında da sade yaşama ilkesini temel aldı.
Resul ekrem'in -saa- damadı ve ebedi sahabesi Emir-ul müminin hz. Ali –as- hitabelerinden birinde bir somon ekmeği ile yetinen hz. Musa'nın –as- sade yaşamına, hasır ile sepetler ören ve satarak geçimini sağlayan hz. Davud –as-, taşı yastık yapan, sert kumaştan giyinen, kuru ekmek yiyen ve ay ışığını kendisi için gece ışığı yapan hz. İsa'yı –as- örnek vererek, Resulullah'ın -saa- siyeri hakkında şöyle buyurdu:
Allah'ın selamı, onun ve ailesi üzerine olan mutahhar peygamberini izle! Zira onu izlemek isteyenlere bir örnektir ve kendini o hazrete bağlı göstermek isteyenler için atanan biridir… Peygamber yerde oturur yemek yerdi ve toplantılarda tıpkı köleler gibi davranır, kendi eli ile ayakkabısını giyer, elbisesine yama yapardı. Bineğine eğersiz biner, bazen de birini arkasına aldırdı. Odasında (güzel) desenleri olan bir perde görünce eşini çağırdı ve şöyle buyurdu: "Onu gözümden sakla! Zira ona gözüm iliştiğinde dünyanın şatafatını hatırlarım." Evet, o hazret tüm varlığı ve yüreğinin en derinlerinden dünyanın öz kamaştıran çekici yönlerinden uzak kalmaya çalışırdı. Resulullah -saa- dünyanın ziynet ve lüksünün gözüne ilişmemesine, hatta güzel bir elbise bile hazırlamamaya çalışırdı, böylece dünyanın daimi ikametgahı bilmeyerek, ona umut bağlamamaya çalışırdı. O hazret ( dünyaya gönül bağlama ve sevmeyi) ruhunun ta derinliklerinden çıkartarak gözünden gizlerdi. Zira aslında bir şeyden nefret eden birine, onu hatırlatmak da nefretine sebep oluyor. (Nehcul Belaga /160.hutbe)
Belki bazıları, ilahi Peygamberler ve özellikle de Resulullah'ın -saa- kendilerine bu dünyadaki yaşamı neden bu kadar zorlaştığını ve onun lüksünden uzak kalmaya çalıştığını sorabilir. Acaba Allah teala onları, halkın gözünde küçük düşürmeye ve zenginler ile güç sahibi olanları saygın kılmaya mı çalışıyordu?
Emir-ul müminin Ali –as- kendine has derin bakış açısı ile böyle bir düşüncenin üstünü çizerek şöyle buyuruyor: Her kes aklı selim ile düşünsün; acaba Allah bu iş ile ( dünyada acı ve zorlukla) peygamberine saygı mı duymuş, yoksa ona hakaret mi etmiş? Yüce Allah'a yemin ederim, böyle bir düşünce külliyen yalandır, Allah peygamberini aşağılamazken ona saygı da duymuştur. Tam tersi, Allah başkalarını (dünyaya tapan servet biriktirenleri) hor görüp aşağılamakta. Bu yüzden onlara dünyayı ferahlatarak süslemiştir, fakat dünya ( ve onun baştan çıkarıcı yönlerini) en yakın kullarından almıştır. (Bu yüzden gerçekkemal ve saadete erişmek isteyen her kes) İlahi elçiye (yani peygambere) iktida etmeli ve onu izlemeli, ve eğer böyle yapmazsa, helak olmaktan korunamaz, zira Allah, Muhammed'i kıyametin ertesi günü için cennetin müjdecisi ve akıbetler ile cezalardan korkutan işaret olarak gönderdi.
Resulullah -saa- siyerinin tıpatıp örneği olan Ali –as- bir kez daha Resul ekrem'in -saa- sade yaşamına vurgu yaparak, şöyle buyurdu: O aç karınla bu dünyadan göçtü ve iman ile ruh sağlığı ile diğer dünyaya gitti, Hakk'ın davetine lebbeyk deyip melekut-i Âlâ'ya ulaşınca kadar taş üstüne bir taş koymadı.
Emir-ul müminin daha sonra Resulullah'ın azametini ve bu ilahi yüce nimeti şu sözlerle anlattı: Yüce Allah böyle bir lider ve önderi bize inayet etmekle bize büyük bir minnette bulundu ki, onun yolunu izleyenlerden olalım. (Nehcul Belaga /160.hutbe)
Gerçi Resulullah -saa- ve diğer ilahi peygamberlerin siyerini izlemek, her kesin omuzlarında ağır bir yük sayılır fakat toplumun liderliğini üstelenen dini liderlerin sorumluluğu iğse çok daha zor ve ağırdır. Onlar peygambelerin yolunu sürdürmekle görevliler, sade yaşamları ile servet sahibi güçlülere karşı tüm güçleri ile direnmeli, toplumda sınıfsal ayrışmaları şiddetle engellemeli. İslami rivayetlere göre, " eğer liderlerinizin, dünyanın şatafatı ve süslerine yöneldiğini, ya da kendi konumlarını güçlendirmeye çalıştığını, kendi çıkarlarını korumak için zalimlere yaklaştığını görürseniz, onları toplumdan dışlayınız." (Usul-i Kâfi)
İslam peygamberinin -saa- ekonomi siyeri ile ilgili gündeme getirilecek en son konu ise, acaba İslam çalışmak, meslek edinmek, para ve servet kazanmakla, ki Kur'an Kerim'in tabiri ile bir kişi ve toplumun istikrarı anlamındadır, temelden karşı mı? Acaba Müslümanlar her zaman ve sürekli zorluk ve acı içinde mi yaşamalı ve tüm maddi imkanlardan yoksun mu olmalı? Sorularıdır.
İslam kültüründe lükse düşkünlük ve aristokrasi ile mücadele, İslam'ın çalışma, meslek edinme, para kazanma ve refaha ulaşmama anlamında değil. Tam tersi; İslam ekonomi bağımsızlık ve yabancılara bağlı olmamaya büyük önem veriyor. Fakat esas hedef, servet ve zenginliğin bir yerde toplanmaması, servet düşkünü aristokrat bir kesimin oluşmamasıdır. Zira bu grup ve kesim, hırsları sayesinde dünya işlerini ahrete tercih ederek, toplumdaki mahrumların haklarını çiğneyip, humus ve zekat gibi dini meşru sorumluluklardan kaçınarak büyük servetler kazanıp, giderek kibire kapılıp israfla toplumun zayıf kesimini hor görüp onların acı ve sıkıntılarına duyarsız kalıp ilahi ve insani görevlerinden kaçınıp toplumda sınıfsal ayrışmaya zemin hasırlıyorlar.