Ocak 13, 2017 10:29 Europe/Istanbul

Geçen bir kaç bölümde günümüz dünyasında insan hakları kanunlarının oluşum sürecini anlatmaya çalıştık.

Tarih boyunca insanlar her zaman kendi insani kerametini elde etmek için insan hakları bağlamında kendi istekleri peşinden gitmişlerdir. Ancak ikinci dünya savaşından sonra BM'nin tesisi ile insan hakları kuralları büyük oranda BM'nin bu yönde sarf ettiği çabalar neticesinde uluslararası toplumlara girmeyi başararak hukukî açıdan devletleri onları uygulamakla mükellef kılmıştır.

İnsan haklarının uluslararası bir mahiyete sahip olması, BM tüzüğünün yürürlüğe girmesi,insan hakları evrensel bildirgesinin onaylanması, Uluslararası siyasi ve medeni, kültürel, sosyal ve ekonomi hukuk sözleşmeleri ile dünya ve bölgesel düzeyde diğer çeşitli anlaşmalar hükümetler tarafından kabul edilerek hayat geçirilmiştir.

İnsan haklarının, insani ve dini düşüncesinde kökünün bulunduğu ve derin bir anlam taşıdığı gerçeğini unutmamak ve çeşitli fikri ve felsefi akımlarca  desteklendiğini bilmek gerekir. Başka bir ifade ile insan hakları kavramının ötesinde  rasyonel ve ahlaki gerekçelerin bulunduğu gizli saklanmıştır. Batı filozofları insan haklarının tedvin felsefesi konusunda daha çok doğal hukuktan kaynaklandığına inanırlar. Din açısından ise Yüce Allah bu hukuku insanın doğası ve insan için şekillendirdiği meselesi bir gerçek.

İnsan, insan olduğu için değişen sosyal haline veya kişisel özelliklerine bakmadan insan haklarından yararlanır ve hiç bir toplum veya hükümet bu gerçeği inkar edemez. Şimdi bu doğrultuda bir kaç soru akla gelir. Örneğin; İnsan doğasına ait olan hukuk nelerdir ve kim onları belirliyor? Veya insanı içinde yaşadığı toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik durumlarından soyut ve bağımsız bir varlık  olarak görmek mümkün mü? Bazı özel hakların evrensel, ahlakî ve önemli konumda bulunmasına neden olan etkenler nelerdir ve kim bu konuda karar verir?

Tüm bu belirsizlikler her insan için gerekli ve lazım olan bir takım hukuk hakkında şüphelenmesine neden olmaz. Aslında bu tür soruların cevabı daha çok insan haklarının felsefi temellerinin açıklayıcı olmasına bağlıdır. Bir çok bilgin ve düşünürlere göre günümüzdeki insan haklarının kökü doğal hukuk teorisinden kaynaklanıyor.

Doğal hukuk teorisi eski bir geçmişe sahiptir ancak bu görüşün iki bin yılı aşkın bir sürede kalıcılığı onun kavram açıdan sabit olduğu anlamına gelmiyor çünkü doğal hukuk her zaman farklı anlamlar ifade etmiştir.Çeşitli yorum ve öğretilere rağmen yaratılış tabiatı ve mahiyetine bağlı olan ahlakî ve objektif özelliklerin akıl ile keşf edilebileceği görüşü sabit kalmıştır. Başka bir ifade ile insanın zihni idrak edemeyen  varlık alemi ve yaratılış nizamında bazı ebedi gerçekler bulunup ki eğer gözden kaçırılıp yanlış anlaşılırsa veya pratikte onlar suistimal edilirse yine de geçerlidir.

Tüm millet ve kavimler arasında doğal hukukun köklerini bulmak mümkün ancak bu yolda ilk önce Yunanlılara gidilir.

Yunanlılar hukuk felsefesinin temellerini aramak için bir çok temel kuramları oluşturup ki bunların biri de doğal hukuktur. Eski Yunan çağında her bir hükümette temel, değişmeyen ve genellikle yazılı olmayan bazı kuralların bulunduğu ve onların çizgisinden öteye geçmenin yasak olduğu genel bir kanı ve görüş hakimdi.

Yunan'da İskender fetihleri ile eşleşen yeni krallık  ve imparatorluk düzeni sırasında, doğal hukuk evrensel nizam gibi kendini ortaya koydu ki burada Stoacılar özel bir rol ifa ettiler. Stoacılara göre insan eğer Akıl üzerinden yaşarsa, doğal yaşama sahip olacaktır. Bu bağlamda Yunan görüşü Rumların da fikrini etkiledi.Bu görüşün tanınmış öncüsü Roma hatibi Sisero'dur. Ona göre doğal haklara aykırı olan yasal haklara karşı gelmek gerekir ve şöyle diyor:Eğer bir kanun hırsızlık ve zinaya izin verirse, o kanun hırsızlar ve suçlular kanundan başka bir şey olmayacaktır.''

Ortaçağ döneminde katolik kilisesinin din adamları, filozof ve düşünürlerin görüşlerini çok etkiledi. Bu dönemde Tumas Akoynas, Aristo felsefesi ile Katolik inancını birleştirerek  Allah'tan kaynaklanan bir takım kuralların ispatına gayret etti. O kanunları 4 kısma ayırır.

1)Ebedi kanun: Allah'a ait ve tanınmış olan bu kanunda her şey ona tabii olup yaratılış için ilahi bir plandır. Bu nedenle çok önem taşıyor çünkü insan ebedi saadet ve belli bir hedefe varmak için yönlendirilmiştir ki bu yolda kendi gücü ve aklı ile ona varması mümkün değil ve hidayet ve rehberliğe ihtiyacı vardır.

2) ilahi kanun:Ebedi kanundan sonra insanlar için getirilmiştir.

3) Doğal Kanun: Bu kanun tüm insanlar için aynıdır çünkü insanların tümü akıl ve mantığa sahiptirler. Akoynas akıl ile özdeşleşen her ameli insanın doğal eğilimlerinden biri sayıyor ancak bu eğilimin örf ve adetlerle sapıklığa sürükleneceğine de inanır. Bu arada her yer ve mekanda aynı olan bir takım genel temeller bulunuyor ki detaylarında farklılık arz ediliyor.

4)İnsan kanunları:Akoynas bu bölüm kanunlarını doğal kanunların beşeri toplum için bir çözüm üretmediği takdirde uygulandığı ve otoriter insanları akıl ile hareket etmeleri gerektiğine inanır.İnsan kanunları adil veya adaletten uzaktır. Bu tür kanunların adalet mihverli olması için fazilet dolu, gerekli, yararlı, aydınlatıcı ve tüm toplumun çıkarlarını gözeterek hüküm vermesi gerekir. Oysa insan kanunları putperestlik gibi eğer ilahi iradeye karşı adaletten uzak kalırsa onlara uymak kaldırılır.