Ocak 20, 2017 12:30 Europe/Istanbul

Değerli dinleyiciler geçen bölümde insan haklarının insani düşüncede derin ve köklü bir anlam taşıdığını ifade ettik ve dedik ki eski çağlarda filozof ve düşünürler insan için belirli bir hak sınırı tanımışlardı.

Bu haklar batı filozofları açısından insanın doğası ile ilgili olup aklın onları idrak etmesidir. Rönesans döneminden önce filozoflar doğa ile aklın yanında ilahi öğretileri de dikkate alıyorlardı ancak rönesanstan sonra hümanist düşünce tarzlarının hakimiyeti sonucunda ilahi boyuta karşı ilgilerin azalması ve insan iradesinin insan haklarının temelinde yer aldığı ortaya çıktı.İnsan iradesinin bu aşamada kazandığı önem nedeniyle insan haklarının belirlenmesi için tek muteber kaynak da insanın akıl ve iradesi oldu. Bu yüzden bu düşünce tarzı taraftarları kendi aralarında anlaşarak insan hakları konusunda bir sözleşme yazıp onu insan hakları evrensel bildirisi olarak adlandırdılar.

Image Caption

Bu kesim insanlar ister istemez insan ile yüce Allah arasındaki tevhidî ilişkiyi hiçe sayıp tüm ulus ve milletler için temellerinin değişmeyecek bir genel sözleşme yayınladılar. Ancak bu hengâmede bazı ülkeler de dini ilişkilerin hiçe sayılmasına tepki gösterip  bu bildirinin dini açıdan yoksun kalmasını eleştirdiler.Tüm bu olaylar öyle bir ortamda vuku buluyordu ki ilahi ve dini öğretilerde insan haklarına özen gösterilmesi gerektiği vurgulanırken, ilahi peygamberler de halkı yüce insani özelliklere ulaştırmak ve insan haklarının özünü tanıtmak amacıyla halka doğru gönderilmiştir. Nitekim tüm semavi dinlerde insanın saaadeti ve başarılı olması vurgulanmıştır.Bütün dinler kendi öğretilerinde insanı eksen alarak hak ve tekliflerin sunulmasında insanoğlunun saadetini dikkate almışlardır. Ayrıca Bütün semavi dinlerde insan değerli, keramet sahibi ve kutsal bir varlık olarak tanıtılmıştır.  Antik çağ'da insanın ilahi biçimde yaratılmış olmasına dikkat çekiliyor ve buda insanların ilahî bir özellik taşıdığını gösterip onların ne kadar değerli olduğunu anlatır.

Kuran-ı kerim de bu konuda şöyle diyor:

'' ve gerçekten biz insanoğluna keramet ihsan ettik.''

Dinler açısından tüm insanlar yüce Allah'ın yarattığı mahluklardır. Yaratılış konusunda varılan ortak görüş uyarınca bazı hakların semavî kaynaklı olduğu gösterilir ve söz konusu haklar dünyevi iktidar ve otoriter güçle  insandan hiç bir zaman alınamaz. Bu kavrama hristiyan, yahud, islam ve diğer ilahi kaynaklı dinlerde rastlamak mümkün. İslami hukuk nizamı da sosyal nitelikli bir nizam olup onda insanların saadetine bir ideal hedef olarak özen gösterilir. Bu bakış açısından sonuçta hareketle toplumda adaletin gerçek anlamı hissedilsin diye, ilahi emirler eşliğinde peygamberlerin bi'seti, dini öğreti ve semavi kitaplardan yararlanarak insanların hidayeti ön plana alınmıştır.

İslam ideal bir nizam olup onda bir taraftan halkın örnek alması için güzide toplumlar gözler önüne serilir diğer yandan ise bu nizamda halk yüce insanî keramet ve mevkilere sahip olup buna ilaveten kendi toplumlarının kaderini belirleme yönünde bir takım hak ve sorumlulukar taşıyor. Şimdi bu arada bir kaç soru akla glir; İslam dini açısından insanlar hangi hak ve hukuklara sahip bulunur ve kimin tarafından bu haklar balirlenir? Veya Acaba bir tek insanın aklı insan haklarını belirlemede yeterli mi? Acaba insanın doğası ve zâtı insan haklarının belirlenmesi için bir tek kaynak ve ölçüt müdür? Böyle benzer soruların cevabına geçmeden ''Hak'' sözcüğünün taşıdığı anlamı batı ve islam dini açısından tesbit etmek gerekir.

Image Caption

Hukuk mahiyeti konusunda genel olarak iki teori mevcuttur: Bunlardan biri İrade ile seçimi benimsiyor ve diğeri ise maslahat yada çıkarlara önem veriyor.

İlk görüşe göre hak, bir işin yapılması veya terk edilmesi için kanunlar tarafından her kişiye verilen güçtür. Bu teori uyarınca hak insanların irade ve seçim yapmalarına bağlıdır, başka bir ifade ile tüm insanlar kendi irade ve seçimleri çerçevesinde toplumda kendi ilişkilerini ayarlamak için bazı kuralları kabullenirler.bu nedenle bir kişi hakkı uygulama veya ondan vazgeçme kararında serbesttir. Söz konusu teori bir çokları tarafından eliştirilmiştir çünkü yaşam gibi bazı haklar bu kalıpta ele alınamıyor. Sizce bir kişi yaşamak hakkını kendinden alabilir veya kendi yaşamının devamını başakalrına bırakabilir mi? Diğer bir eleştiri de ekoloji ve çevre bağlamında hayvanlar, ağaçlar ve deniz sahilleri ile ilgili gündeme gelen haklardır.Acaba Dağlar, ormanlar, denizler ve hayvanlar nasıl bir güç ve iradeye sahip olabilirler?

İkinci teoride hukukun kavramı bir kişinin irade ve gücüne destek vermekle değil,onun çıkar ve maslahatının korunması anlamına geliyor.birinci teoriye gelen eleştiriler ikinci teoriyi ilgilendirmiyor ancak bazı eksiklikler de bunda göze çarpıyor çünkü ilk önce insanlar için hakların belirlenmesi ve ondan doğan çıkarların  tesbit edilmesi gerekir. Peki ama İslam dini açısından hak ve hukukun anlamı nedir?

Hak, Kalıcı bir varlık anlamındadır.yani istikrar ve sebattan yararlanan her şey haktır.işte bu yüzden Kuran-ı  kerim yüce Allah'a hak ismini veriyor. Hacc suresinin 62.ayeti kerimesinde şöyle okumaktayız:

''Çünkü Allah hakkın tâ kendisidir. onu bırakıp da taptıkları şeyler ise bâtıldan başka bir şey değildir.''

Image Caption

Hakkın bir takım dereceleri de vardır çünkü her hakk kalıcılığın aynı konumunda yer almıyor. Hak, hukuk bilimi açısından toplumda bulunan itibarî kavramlardır. Toplumsal kurallardan oluşan hukuk, Allah tarafından beşeri toplum içerisinde adaletin gerçekleşmesi ve toplumun saadetini sağlaması için çıkan yasa ve kurallardır.

Tevhidî dünya görüşünde her bir nimet bir hakk  ile eşleşmiştir ve dünyada insanın onun karşısında sorumluluğu bulunmayan nimete rastlamak mümkün değil. Bu nedenle insanlar nimetleri kullanma konusunda serbest bırakılmamıştır ve her nimetin hakkının yerine getirilmesi icab ediyor. Ancak her nimetin hakkının ne olduğunu da dini öğretiler ve din öncülerin kelamında ve siyerinde bulmak gerekir.