Vahdet Haftası Özel - 2
Her milletin azameti ve ihtişamı, birlik ve dayanışmalarına bağladır. İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in -s- muazzam kişiliği insanların duygularının kesiştiği nokta ve İslami toplumun ağırlık merkezi olmaya başladığı andan itibaren vahdet sözcüğünü tüm dünyada unutulmaz bir sözcük yaptı.
Allah Resulü -s- vahdetin yolunda yer alan ırkçı ayrımcılık, üstünlük taslama ve etnikçilik gibi çeşitli engelleri türlü yöntemlerle bertaraf ederek toplumda vahdeti kelimenin genel anlamında inşa etti.
Gerçekte o dönemde Hicaz’ın cahiliye toplumu her türlü hükûmet yasaları ve siyasi kuralların yokluğu yüzünden tamamen dağılmış ve kargaşa içinde yaşayan bir toplum olmuştu. Bu şartlarda Allah Resulü -s- aldığı emsalsiz kararları ve tedbirleri ile Medine’de yaşayan çeşitli etnik grupları koruma şemsiyesi altına alarak hepsini bir araya geldi.
Buna göre vahdet haftası dolayısıyla hazırladığımız programımızın bugünkü bölümünde İslam Peygamberi’nin -s- Müslümanların arasında vahdet sağlamak üzere bazı uygulamalarını gözden geçirmek istiyoruz.
İslam Peygamberi’nin -s- getirdiği İslam dini insanların fikri ve kültürel seviyelerini geliştirmek üzere önemli ve yüce programları ve hedefleri içeriyordu. Bu programların hayata geçirilmesi için düzenli bir teşkilata ve yazılı yönetmeliğe ihtiyaç vardı. Eğer Allah Resulü’nün -s- tedbirleri, dirayeti ve uygulamada titizliği olmasaydı, belki de hazretin gözetlediği İslami hükûmet ideal şekliyle gerçekleşmeyecekti.
İslam Peygamberi’nin -s- yolunda var olan engellerden biri, o günün toplumunun üniter bir yapıya sahip olmamasıydı. Her aşiretin ve her kavmin kendine göre özel yaşam kuralları ve abadı verdi ve aralarında birçok tezat ve ihtilaf göze çarpıyordu.
Allah Resulü -s- ise o şartlarda “Müslüman Müslümanın kardeşidir” kanununu gündeme getirdi ve sosyal vahdeti inşa ederek her türlü etnik ve aşiret temelli sınırları ortadan kaldırdı.
Resulullah efendimizin -s- bu planı o günün toplumu üzerinde büyük etkisi oldu ve sonuçta Medine halkı yani ensar, Mekke halkı, yani muhacirlerle el sıkıştı ve bu vahdet ve gönül birlikteliği, Medine halkı evini yurdunu bırakan muhacirlere mali destek verme noktasına kadar ilerledi.
Öte yandan asrı saadette cami İslami toplumun güçlenmesi, vahdet ve gönül birlikteliğinin pekişmesinde yapıcı rol ifa ediyordu. İlginçtir ki bu vahdet, birliktelik ve katılım ilk caminin inşa edilmesi sırasında da kendini göstermişti. O gün tüm Müslümanlar cami inşaatı için gerekli olan malzemeleri karşılamaya ve inşa sürecine katılmaya başladı; hatta Allah Resulü -s- de diğer Müslümanlar gibi etraftan taş topluyordu. O sırada Esir bin Sefir Allah Resulü’ne -s- şöyle arz etti: Ya Resulullah, müsaade edin bu taşı ben götüreyim. Hazret şöyle buyurdu: Git kendine başka taş bul da getir.
Resulullah efendimizin -s- bu tavrı başkalarının daha da büyük bir şevkle katılım sağlamalarına yol açıyordu.
Cami Allah’ın evi, O’na ibadet mekanı, İslam ümmetinin vahdet merkezi ve İslami toplumun sorunlarına bakıldığı bir merkezdir. Kuşkusuz hiç bir dinde veya inançta ibadet edilen mekanlar bu denli seçkin rol ifa etmemiştir. Nitekim İslam Peygamberi’nin -s- Medine’de ilk icraatı da cami inşa etmek olmuştur.
Cami günde üç ile beş kez Müslümanların toplandığı mekandır ve haftada bir gün yani Cuma günleri de daha büyük kalabalık bu mekanda toplanır.
İslam’ın parlayan yıldızı doğup hızla Hicaz topraklarında yayılmaya başladığında, Yahudi inancında olan Ebu Amer bu duruma çok öfkelendi ve Müslümanların arasında vahdet zincirini kırmak ve sabotaj yapmak üzere Os ve Hazrec münafıkları ile yakın işbirliğine başladı. Ebu Amer arkadaşlarına yazdığı mektuplarından birinde şöyle dedi:
Kuba köyünde Müslümanların camiinin önünde bir cami inşa edin ve namaz sırasında orada toplanın ki Müslümanların manevi gücü azalsın; ardından İslam’a karşı nasıl galip geleceğinizi tartışın.
İslam Peygamberi -s- Tebuk savaşı için sefere çıkarken münafıkların temsilcileri hazretin huzuruna çıkarak şöyle dediler:
Ya Resulullah yaşlı ve hasta insanlar karanlık ve yağmurlu gecelerde evleri ile Kuba camii arasındaki mesafeyi katedemiyor; acaba kendi mahallemizde bir cami yapmamıza müsaade eder misiniz? Allah Resulü -s- onlara anlamlı bir şekilde baktı, ama hiç bir şey söylemedi. Münafıklar ısrarını sürdürünce, seferden döndükten sonra bu konuyla ilgileneceğini buyurdu. Ancak münafıklar Resulullah’ın -s- yokluğunu fırsat bilerek istedikleri yerde cami adında bir bina yaptılar.
Allah Resulü -s- seferden Medine’ye döndüğünde münafıklar hazretten inşa ettikleri mekanı bir kaç rekat namaz kılarak açmasını istediler. O sırada vahiy meleği Hz. Cebrail -s- nazil oldu ve Allah Resulü’nü -s- onların komplosundan haberdar ederek inşa edilen camii de Dirar camii olarak adlandırdı. Tevbe suresinin 107. ayetinde ise şöyle buyurmakta:
(Münafıklar arasında) bir de (müminlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve: (Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.
Bunun üzerine İslam Peygamberi -s- o caminin yıkılmasını emretti. Gerçekte hazretin Dirar camiini tahrip etme emri, toplumun genel vahdetinin zarar görmesini ve siyasi çatlak ve tefrika meydana gelmesini önlemek üzere en doğru hareketti.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in -s- Medine’ye hicret ettikten sonra yaptığı anlaşmalar da o dönemin toplumunda vahdeti sağlamanın en önemli yöntemlerinden biriydi.
Allah Resulü -s- ilk anlaşmayı Yesreb’de yaşayan aşiretlerle yaptı, öyle ki bazıları bu anlaşmayı dünyanın ilk yazılı anayasası niteledi. Bu tedbir milli vahdet ve dini dayanışmayı inşa etmek için en uygun seçenekti, zira birbiriyle çatışan aşiretlerin arasında vahdet sağlarken, Müslümanların sosyal haklarını da güvence altına alıyor ve siyasi bir yapılanmaya ve hükûmet kurmaya da zemin hazırlıyordu.
İslam Peygamberi’nin -s- yaptığı ilk anlaşmanın bir bölümünde şöyle deniliyordu:
Müslümanlar tek ümmet ve başkalarından aydır. Müslümanlar zulüm, tecavüz, komplo ve fesada karşı birlik olacaktır. Eğer Müslümanların arasında ihtilaf çıkarsa bu ihtilafı halledecek merci Allah ve Resulü olacaktır. Müslümanlar ağır borcu olan insanı kendi haline bırakmaz, bilakis ona yardım ederler.
Bu tarihi anlaşmanın diğer maddeleri de İslam Peygamberi’nin -s- o günün toplumunda vahdet ve kardeşlik ruhunu geliştirmek üzere büyük emek harcadığını gösteriyor. Yine anlaşmanın bir bölümünde şu ifadeler yer alıyor:
Müslümanlar ve Yahudiler tek ümmettir ve bir millet gibi Medine’de yaşar ve her biri kendi inancındadır. Müttefik Yahudilere yardım edilecektir. Müslümanlar ve Yahudiler bu anlaşmaya karşı çıkanlarla birlikte mücadele edecek ve her ikisi Yesreb’e saldıranlara karşı birlikte savaşacaktır.
İslami toplumda vahdetten maksat, Müslümanların hiç bir konuda ihtilaf yaşamamalı veya tüm Müslümanlar tek bir hükûmet ve tek bir kanun altında yaşamalı ve dilde ve ırkta çeşitliliklerine rağmen hepsi tek bir ırk ve tek bir dili benimsemeleri ve kendi ırkını ve dilini bırakmaları demek değildir. zira böyle bir vahdet hem ilahi sünnete ve hem insan doğasına aykırı olduğu gibi hiç bir zaman gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecektir.
Asıl Müslümanların farklı düşünceleri ve akaidine karşın vahdet ve gönül birlikteliğidir; yani tüm İslami mezheplerin mensupları hangi dilden, ırktan, diyardan olursa olsun ve hangi özellikleri taşırsa taşısın, hepsi ortak bir noktada buluşmalı ve farklılıklarını korumakla beraber ortaklıkları ekseninde birlik ve vahdet inşa etmelidir.
İslam dininin rahmet ve izzet peygamberi Hz. Muhammed -s- davetini tevhit şiarı ile başladı ve tüm çabasını İslami toplumda vahdeti inşa etmek ve korumaya adadı. Allah Resulü’nün -s- hem sözleri ve hem amelleri vahdete yönelik ve ihtilafları giderici biçimdeydi. Müslümanlar da o hazretin tavsiyelerine uyarak bir kaç asır boyunca beşeri ilim ve medeniyetin öncüleri oldular.
Gerçekte İslam Peygamberi’nin -s- mübarek varlığı çeşitli devirlerde Müslümanların vahdetine vesile olmuştur. Nitekim bu büyük insan günümüzde de dünya Müslümanlarının vahdet eksenidir.