İslam inkılabının 43. zafer yıl dönümü üzerine - 3
(last modified Tue, 08 Feb 2022 17:05:47 GMT )
Şubat 08, 2022 19:05 Europe/Istanbul

İran İslam inkılabının 43. zafer yıl dönümü dolayısıyla İran’ın bu yıllarda kaydettiği gelişmeleri ve kazanımlarını sizlerle paylaşmak istediğimiz dizi sohbetimizin 3. bölümünde sizlerle birlikteyiz.

İran’da İslam inkılabının gerçekleşmesinin önemli sonuçlarından biri Batı Asya bölgesinde güvenlik tertibatı üzerindeki etkisiydi.

İran İslam Cumhuriyeti Batı’nın Batı Asya bölgesine yönelik müdahalelerini ve sultasını sorgulamaya başladı. İran İslam inkılabından önce ABD dönem Başkanı Nicson’un Batı Asya bölgesinde belirlediği iki sütundan biriydi. Bu yüzden Amerika İran İslam inkılabı zafere kavuşunca bölgedeki çıkarlarının en önemli bekçilerinden birini kaybetmiş oldu. İslam inkılabı ile birlikte Nicson’un iki sütunlu doktrini çöktü ve Fars körfezi bölgesinde güvenlik sisteminde dengeler bozuldu. İslam inkılabına kadar İran bölgede Amerika’nın çıkarlarının hamisi ve savunma kalkanıydı; ancak inkılaptan sonra Amerika’ya yönelik ciddi bir tehlike olarak gündeme gelmeye başladı.

İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikası her türlü sultacılığı ve sultaya boyun eğmeyi reddeden, ülkenin çok yönlü bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü savunan, dünya Müslümanlarının haklarını savunan ve sultacı güçlere karşı bağımsız hareket eden ve muharip olmayan devletlerle karşılıklı barışçıl ilişkileri bulunma temellerline dayalıdır.

İran İslam Cumhuriyeti nizamının büyük kurucusu İmam Humeyni -ks- birinci dönem İslami Şura Meclisi’nin açılış oturumuna gönderdiği mesajda şöyle buyurdu:

Ne Doğu ne Batı politikasını tüm iç ve dış ilişkilerde ön planda tutun.

Amerika’nın İran’ın içişlerine ve Batı Asya bölgesine müdahalelerine muhalefet, beyaz sarayı İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı hasmane strateji izlemeye yöneltti. Bölücü hareketleri desteklemek, yaptırım, terör ve savaş dayatmak, Amerika terör devletinin son 43 yılda İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı izlediği dört temel hasmane stratejidir. Buna karşın bu stratejiler üzerinden 43 yıl geçmesine rağmen İran İslam Cumhuriyeti nizamını zayıflatamadığı gibi, bilakis Amerika terör devletinin Batı Asya bölgesinde konumunu zayıflattı ve konumu yavaş yavaş çözmeye yüz tuttu. Afganistan’dan fiyasko bir şekilde çekilmek, Irak’ta halkın ve direniş gruplarının baskısı altında bu ülkedeki askerlerini geri çekmek, Amerika terör devletinin Batı Asya bölgesinde zevale uğradığının belli başlı işaretleridir.

İran İslam inkılabının Batı Asya bölgesinin düzeni üzerindeki tesirlerinden biri ise korsan rejim İsrail ile mücadelenin şiddetlenmesidir. İran’da İslam inkılabı zafere kavuşur kavuşmaz nizam yetkilileri siyonist rejim İsrail’i meşru bir rejim olarak tanımadıklarını ve Filistinli Müslümanlarla ve gruplarına işgal edilen ülkelerini kurtarmak üzere silahlı mücadele başlatmalarını haklı bulduklarını ilan etti.

Bu ilanın ardından siyonist İsrail’in Tahran büyükelçiliği kapatılarak yerine Filistin büyükelçiliği açıldı ve Filistin büyükelçisi Tahran’da görevine başladı.

İran İslam inkılabının zafere ulaşması ve siyonist İsrail’e karşı tavır koyarak Tel aviv ile her türlü stratejik ve diplomatik ilişkisini kesmesi ve ayrıca İmam Humeyni’nin -ks- mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü Filistin milletine destek doğrultusunda Kudüs günü ilan etmesinin ardından bölgede İsrail ile mücadele yeni bir canlılık kazandı. Böylece İran İslam Cumhuriyeti inkılaptan sonra İsrail ile mücadele merkezi ve İsrail’e karşı İslami direnişin tapan kalbi oldu ve Arap rejimlerin Camp David anlaşmasını imzalayarak yere bıraktığı mücadele bayrağını İmam Humeyni -ks- büyük bir şecaat ve ihtişamla yeniden kaldırdı ve Filistin milletinin mücadelesine İslami kimlik kazandırdı.

Gerçekte İran İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra Arap rejimlerin siyonist rejimle art arda giriştikleri savaşlarda hezimete uğramaları yüzünden pasifleşen mücadele süreci yeniden ihya edildi, ki bu da işgalci ve gaspçı rejimin şom varlığına indirilen ağır bir darbe oldu.

Filistin İslami Cihat Hareketi’nin eski Genel Sekreteri Fethi Şakaki, İran İslam inkılabının Filistin milletinin mücadelesi üzerindeki tesiri hakkında şöyle diyor:

Bu inkılap bize zaferimiz İmam Humeyni’nin -ks- yolunu izlemeye bağlı olduğunu gösterdi. Bu yüzden birden Mescid-i Aksa’nın kapıları ve duvarları ve diğer camilerin tümü İmam’ın posterleri ile bezendi. İntifada da İmam Humeyni’nin -ks- başta Filistin olmak üzere bölgede başlattığı İslami uyanışın meyvelerinden biridir.

İran İslam inkılabının zaferi üzerinden 43 yıl geçtiği halde İran İslam Cumhuriyeti nizamı hiç bir zaman korsan İsrail’in gayri meşru varlığını tanımadı. İran İslam Cumhuriyeti hiç bir ülkenin içişlerine müdahale etmez, ancak bazı Arap rejimlerin Filistinli bebeklerin katili olan İsrail rejimi ile normalleşme anlaşması imzalamasını Filistin ülküsüne açık ihanet olarak görüyor.

İran İslam inkılabının zafere ulaşmasının Batı Asya bölgesinin güvenlik tertibatı üzerindeki önemli etkilerinden biri de pratikte bölge genelinde direniş gruplarının kurulmasına vesile olan İslami uyanış sürecini ihya etmesidir. Mazlumu desteklemek ve İslami kutsal toprakları savunmak, İran İslam inkılabının İslam dünyasında etki yapmasına zemin hazırlayan inkılabın diğer bazı hedefleriydi.

İran İslam inkılabının gerçekleşmesi Müslümanların ortak ilkelerini ön plana çıkardı ve Filistin gibi İslam ülkelerini ve İslami hareketlerin hedef ve ülkülerini etkiledi ve sonuçta Filistin direniş gruplarının arasında büyük umut kaynağı oldu.

Bölgede İslami uyanış sürecinin başlaması ile birlikte bölge ülkelerinde İslami direniş grupları şekillenmeye başladı. Bu grupların temel prensipleri istikbarı, sultayı ve istibdadı reddetmek ve adalet, İslam, istiklal, özgürlük ve maneviyat gibi değerlere önem vermekten ibarettir.

Gerçekte bölgede direniş İran İslam inkılabının ürünüdür ve direniş ekseninin ilk çekirdeği de İran İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra şekillendi. Üstelik bölgede direniş, bazı Arap rejimleri artık siyonist rejim İsrail’e karşı koyamayacakları sonucuna vardığı bir sırada yeniden doğdu. O günlerde Arap rejimlerle siyonist rejim arasında uzlaşma süreci Camp David anlaşması ile başlayarak Filistin bu rejimlerin dış politikasını eski konumunu ve önemini kaybetmeye başlamıştı.

Bu şartlarda Lübnan ve Filistin’de direniş grupları kurulmaya başladı. İlk önce Filistin İslami Cihat hareketi 1981 yılında ve ardından Lübnan Hizbullah hareketi 1982 yılında ve daha sonraları da Filistin İslami direniş hareketi Hamas 1987 yılında kuruldu. Bir başka ifade ile, eski Sovyetler Birliği çökmeye başlamadan önce Batı Asya bölgesinde Batı liberalizmine karşı direniş ekseni İran İslam inkılabından esinlenerek şekillenmeye başlamıştı. Siyonist rejimle mücadelenin bu aşamasında direniş aktörleri bu mücadeleyi Arap rejimlerin desteği olmaksızın ihya ettiler ve İran İslam inkılabı gibi istikrara kavuşma merhalesini geride bıraktılar.

Batı Asya bölgesinde direniş ekseninin gelişme evresinin ikinci merhalesi 2000 yılından itibaren başladı, zira bu yılda Hizbullah hareketi ve Lübnan halkının direnişi sonuca ulaştı ve siyonist rejim askerleri yirmi yıllık işgalin ardından Lübnan’ın güneyinden çekilmek zorunda kaldı. Bu gelişme bundan sonra siyonist İsrail’in bölgede direniş gruplarına karşı art arta hezimet zincirinin ilk halkası oldu ve 2006 yılında 33 günlük savaş sırasında kesin bir inanca dönüştü. Gerçekte 2006 yılında gerçekleşen 33 günlük savaş bölgede siyonist ordunun yenilmezlik kuruntusu büyük bir yalan olduğu inancını güçlendirdi. Siyonistler o tarihe kadar orduları asla yenilmez olduğunu telkin ederek Arap rejimleri Tel aviv ile uzlaşmaya zorlamıştı. Bu merhalede en belirgin özellik, direniş gruplarının savunma stratejilerinde öz güven duygusunu ön plana çıkarmaları ve şimdi de her geçen gün caydırıcı güçlerini geliştirmeleri ve artık taşla füzelerle savaşılamayacağını idrak etmeleriydi.

2011 yılında ise Arap dünyası Arap milletlerin uzun yıllar zulüm ve baskıları altında bulundukları despot rejimlere karşı İslami uyanış sürecine girmesine şahit oldu. Söz konusu halk ayaklanmalarının ilk sonuçları halkın yönetimde rolünün güçlenmesi ve dışa bağımlı olmayan yönetimlerin işbaşına gelme ihtimalinin kuvvet kazanmasıydı.

Bu durum bölgede uzlaşmacı liderlerin iktidar temellerini zayıflatırken, direniş ekseninin muhafazakar Arap ekseni ve siyonist rejime karşı elini daha da güçlendirmeye başladı. Bu yüzde ABD elebaşılığındaki Batı Suriye gibi direniş ekseninin önemli aktörlerin içişlerine müdahale etme ve halkı nizama karşı isyan etmeye ve şiddet uygulamak üzere kışkırtma stratejisini uygulamaya başladı. Bu zümre şom hedeflerine ulaşmak için terör örgütlerini kullanmaya başladı. Gerçi bu durum en başta direniş ekseni için bir tehditti, ancak daha sonra direnişin pekişmesi ve bölgesel konumunu geliştirmesi için bir fırsata dönüştü; zira İran liderliğindeki direniş ekseni teröristlere ve hamilerine karşı stratejik direnişe ve aktif tepkiye yöneldi ve sonuçta direniş gruplarının çoğalmasına ve eksenin jeo politik direnişe dönüşmesine vesile oldu.

İran İslam inkılabının önemli sonuçlarından biri ise İslami İran’ın kırk küsur yılın ardından bölgenin üstün gücüne dönüşmesiydi. İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei bu konuya beyanatında açıkça temas ediyor. Ayetullah Hamanei inkılabın ikinci adımı adlı bildirgesinde bu bağlamda şöyle diyor:

Muktedir İran bugün yine inkılabın başında olduğu gibi müstekbirlerin çıkardığı sorunlarla karşı karşıyadır, ama aralarında anlamlı bir farklılık söz konusudur. Eğer o günlerde Amerika ile meselemiz ecnebilerin elini İran üzerinden kesmek ya da siyonist rejim İsrail’in Tahran büyükelçiliğini kapatmak ya da ABD’nin Tahran’daki casusluk yuvasını fethetmek olduysa, bugün esas meselemiz İran’ın siyonist rejimin sınırlarında iktidarlı bir şekilde varlığı, Amerika’nın Batı Asya bölgesine gayri meşru nüfuzunun engellenmesi, Filistinli mücahitlerin işgal altındaki toprakların derinliklerinde desteklemek ve Hizbullah ve direnişe bölge genelinde destek vermekten ibarettir. Eğer o günlerde Batı’nın meselesi İran’a basit silahları satmayı engellemek olduysa, bugün esas meselesi İran’ın gelişmiş silahlarının direniş güçlerine ulaşmasını engellemektir. Eğer o günlerde Amerika bir kaç satılmış İranlı veya bir kaç uçak ve helikopterle İslami nizamı ve İran milletini yenebileceğini zannettiyse, bugün İslam Cumhuriyeti nizamı ile siyasi ve güvenlik alanlarında mücadele edebilmek için onlarca büyük devletle ittifak kurmak zorunda olduğunu görüyor ve tabi her seferinde de hezimete uğruyor.

Tüm bu gerçekler İran İslam Cumhuriyeti nizamı kırk küsur yılın ardından hiç bir çökme sıkıntısı ile karşılaşmadığını, bilakis Batı Asya bölgesinin en üstü gücü olduğunu gösteriyor. Nitekim bundan böyle bölgede hiç bir gelişme İran İslam Cumhuriyeti gözardı edilerek gerçekleşmeyeceği de açıkça ortadadır.