İslam inkılabının 43. zafer yıl dönümü üzerine - 4
İran İslam inkılabının 43. zafer yıl dönümü dolayısıyla İran’ın bu yıllarda kaydettiği gelişmeleri ve kazanımlarını sizlerle paylaşmak istediğimiz dizi sohbetimizin 4. bölümünde sizlerle birlikteyiz.
Pehlevi rejimi döneminde S. Arabistan ile birlikte başta ABD olmak üzere Batı’nın Batı Asya bölgesinde iki temel müttefikinden biri olan İran İran İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra Batı’nın baş düşmanı olarak belirlendi. Şimdi sohbetimizin bugünkü bölümünde İran ve Batı ilişkilerinin nasıl değişime uğradığını gözden geçirmek istiyoruz.
İran her zaman Batı için büyük önem arz eden bir ülke olmuştur. Bu önem, İngiltere devleti hş. 14. Yüzyılın başlarında Rıza Han’ı iktidarın başına getirecek kadar fazlaydı. Yine Rıza Han’ın oğlu Muhammed Rıza’nın da iktidar olması Batı’nın destekleri sayesinde gerçekleşti.
Batı dünyası sürekli İran’ı kültürel açıdan çökertmek ve Batı kültürünü benimsetmek için uğraşıyordu. İran’da Amerika ve Batı’nın yazdığı reçete olan toplumda dini yok etme projesini Muhammed Rıza yürüttü. Siyasi aktivist Abdullah Genci bu konuda şöyle diyor:
Pehlevi döneminde Batı’nın İran üzerinde nüfuzu, 1953 askeri darbesinden sonra tüm başbakanlar ABD ile koordineli bir şekilde seçilecek kadar fazlaydı.
İran Pehlevi rejimi döneminde Amerika’nın Batı Asya bölgesindeki isi sütunundan biriydi. ABD dönem Başkanı Nicson’un iki sütunlu stratejisinde İran ve S. Arabistan Amerika’nın politikalarını uygulamakla görevli olan iki jandarması konumundaydı.
1960’lı yılların ortalarından İslam inkılabı zafere kavuştuğu 1979 yılına kadar milli bağımsız stratejisi hareketinde Amerika İran’ın en büyük müttefiki oldu. Buna göre iki ülke arasında çeşitli anlaşmalar imzalandı. Amerika’dan silah alımına ilişki anlaşmalar ve yine İran’ın Amerika’dan yılda 23.5 milyon dolar teknik yardım almasını öngören anlaşma, bu anlaşmalara birer örnekti
İranlı akademisyen Alirıza Ezgandi, “İran’ın dış ilişkileri 1320 – 1357” başlıklı kitabının önsözünde şöyle yazıyor:
Kral Muhammed Rıza Sovyetler Birliği’nin yayılmacılığından duyduğu güvensizlik duygusu yüzünden Amerika ile çok yakın ve hasene ilişkilerin peşindeydi. Hatta hş. 1345 – 1355 yılları arasında, yani Sovyetler Birliği’nin İran’a yönelik tehdidi yok olduğu sıralarda Muhammed Rıza’nın Amerika ile daha sıkı iktisadi ve güvenlik ilişkilerini geliştirme isteği hiç eksilmedi; bilakis İran’ın mali gücü petrol satışı yüzünden arttığı yıllarda bile şahın Amerika’ya yakınlaşma isteği ve güç ihtiyacı daha da artıyordu, nitekim şahın çöküşü pratikte bir yandan komünizmden olan kurkusu ve öbür yandan Amerika’ya tek taraflı bağımlılığının simgesiydi. Şahın iç arenadan algısı saltanat temellerini daha fazla pekiştirmeye yönelikken, dış politika alanında Amerika’ya tek taraflı bağımlılık ve dayanışmaya ile sonuçlanmıştı.
İslam inkılabı zafere kavuştuktan beş ay sonra 13 Temmuz 1979 tarihinde daha sonraki yıllarda İran’da ülkesinin mashatagüzari ve ardından büyükelçisi olarak atanan Britanya Dışişleri Bakanlığı Batı Asya masasının genç çalışanlarından Nick Brown şahın devrilmesi için on sebep sıralıyor ve bu sebeplerden birini şöyle ifade ediyor: Şahın İran halkının onaylamadığı Batılı güçlere mutlak surette bağımlılığı.
İran İslam inkılabından sonra İslam Cumhuriyeti nizamının dış politikasında belir gen değişiklikler yaşandı, öyle ki İran’ın en büyük ortağı olan Amerika İslami nizamın en büyük düşmanı oldu. Bunun esas sebebi ise İran ve başta ABD olmak üzere Batı kimlikleri arasındaki zıt kimliklerdi.
İnkılaptan önceki İran Batı ile eş güdümlü hareket eden bir aktördü. İran siyonist rejim İsrail’in düşmanı değildi, mezhep izlediği politikaların odağında yer almıyordu, ayrıca Batı’nın bölgedeki varlığını sorgulamadığı gibi, jandarması olarak görev yapıyordu.
Oysa inkılaptan sonra İran tamamen zıt bir kimliğe kavuştu. İnkılaptan sonraki İran tamamen bağımsız bir aktör oldu ve yetkilileri halk tarafından seçildi. inkılap sonrasi İran artık Batı’ya bağımlı değildi ve hatta Batı’nın bölgeye yönelik müdahalelerine karşı çıkıyor, siyonist rejimi tanımıyor ve bu rejimi işgalci bir rejim olarak tanımlıyor ve mezhep iç ve dış plitikasının odağında yer alıyordu.
İran’da İslam inkılabının zafere kavuşması ve yeni bir kimlik kazanması, bölgede güvenlik tertibatını Amerika ve Batı’nın aleyhine değiştirdi. İslam inkılabından sonra İran hiç bir dış güce bağımlı olmaksızın Batı Asya bölgesinin bağımsız bir gücü oldu. Bu yüzden Amerika ve Batı İran’ın bölge ülkelerine emsal teşkil etmesinden kaygı duymaya başladı ve bu doğrultuda İran’a ve hatta daha da ötesinde İran milletine darbe vurmaktan çekinmedi.
Amerika’nın Jimi Carter döneminde milli güvenlik danışmanı Garry Sick İran İslam inkılabı zafere kavuştuktan bir kaç yıl sonra şu açıklamayı yaptı:
Bence İran ve ABD ilişkilerini gerçekten alt üst eden hadise 1972 yılında yaşandı. O günlerde ABD dönem Başkanı Nicson ve Henry Kisinger İran’a geldiler ve eşsiz ve istisna bir anlaşmayı imzaladılar. Onlar İran’dan Fars körfezi bölgesinde Amerika’nın çıkarlarını koruma görevini üstlenmesini istediler ve şah da hemen bunu kabul etti. Gerçi bu konuyu kabullenmek İran milleti için zordu, ama bu aşamadan sonra İran’ın Amerika’ya bağımlı olmaktan ziyade asıl Amerika İran’a çok bağımlı hale geldi. Bence İran ve ABD ilişkilerinde bu konu asla dikkate alınmamıştır. Gerçekte Amerika bölgedeki çıkarlarının savunmasında İran’a bağımlı hale gelmişti ve buna göre İran bazı açılardan daha çok musllat bir ortağa dönüştü. İran ve Amerika ilişkileri çok yakındı ve tamamen kişisel hale gelmişti. Gerçekte bu ilişki sırf şaha dayanıyordu. Ancak inkılap gerçekleşince bu ilişki bozuldu ve hiç bir alternatifi de yoktu. Amerika yaklaşık on yıl boyunca Fars körfezinde çıkarlarını koruyacak bir stratejiyi geliştirmeye çalışmıştı. Bu strateji ise sırf İran ve şaha dayanıyordu, dolayısıyla şah gidince herkes şaşkın şaşkın baka kaldı, zira önceki stratejinin alternatifi yoktu, ki bu da Amerika açısından bir facia sayılıyordu.
İran’da bazı hükümetler Amerika ile uzlaşmak ve iki ülke arasındaki gerginlikleri gidermenin mümkün olduğuna inanıyordu. Nitekim reformcu hükümet başta ABD olmak üzere dünya ile gerginlikleri giderme yolunu izledi ve İran’da imar hükümeti olarak anılan dönemde Batı’yı eleştirme söylemleri yerine reform hükümetinde yapıcı diyaloglarla bıraktı. Ancak bu politika İran ve Batı ilişkilerinin iyileşmesine yol açmadı, bilakis ABD’nin dönem Başkanı oğul Bush 2002 yılında İran’ı Irak ve Kuzey Kore ile birlikte şer ekseni olarak adlandırdı.
İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı Jack Straw Batı’nın İran’a yüz çevirmesine ilişkin anısını şöyle anlatıyor:
Bir dönem İran’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi Batı’ya doğru adım attı, ancak ABD dönem Başkanı oğul Bush onu geri tepti.
İran’ın oğul Bush tarafından şer ekseni ilan edilmesini ahmakça bir hareket niteleyen Straw şşöyle ekliyor:
Ocak 2002’nin sonlarına doğru oğul Bush İran’ı iki gerçek asi devlet olan Irak ve Kuzey Kore ile birlikte şer ekseni ilan etti. Bu karar hem ahmakça hem yanlış bir karardı.
Amerika’nın İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik kin ve düşmanlığı, eski Başkan Donald Trump’ın BM güvenlik konseyi tarafından onaylanan bir anlaşmayı tek taraflı bir kararla çiğneyerek Kapsamlı Ortak Eylem Planı KOEP nükleer anlaşmasından çekilecek ve İran’a azami baskı politikası uygulayacak ve eski yaptırımların yeniden dayatmanın yanı sıra yeni yaptırımları da dayatacak kadar ciddi sayılır. Donald Trump yönetimi böylece İran milletini baskı altında tutarak hükümetle karşı karşıya getirmeyi umuyordu; ancak İran milletinin direnişi azami baskı politikasını bozguna uğrattı.
Gerçekte Amerika’nın İran ile düşmanlığı sırf siyasi bir sürtüşme değildir. Bu iki ülke arasındaki sürtüşmenin kökleri iki tarafın farklı dünya görüşüne ve farklı ideolojilerine dayanır. Amerika dünyada liberal demokrasi ve sekülerizmin, İran ise İslami ideolojinin bayraktarıdır.
Bundan başka İran’ın Avrupa ülkeleri ile ilişkileri de Amerika ile ilişkilerinden etkilenmektedir. Amerika yönetimi İran’ın Avrupa ülkeleri ile yakın ilişkilerini kendi çıkarlarına aykırı buluyor. Bu yüzden son 43 yılda da İran ile Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilerin pek fazla gelişmediği gözleniyor.