Kur'an'ı Kerim’le otuz gün - 6
(last modified Fri, 08 Apr 2022 15:58:55 GMT )
Nisan 08, 2022 18:58 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizi Kur'an'ı Kerim’de Maad ve kıyamet gününden söz eden Kıyamet suresine ayırdık.

 

Allah teala Kur'an'ı Kerim’de insanların dikkatini bazı gerçeklere çekmek için bazen söze yemin ederek başlıyor ve insanların açısından önemli olan gece, gündüz, güneş ve şafak gibi durumlara yemin ediyor. kıyamet suresinin başında da Allah teala iki önemli ve gerçek olaya yemin ediyor. bunlardan biri kıyamet günü ve diğeri insanı serzeniş eden nefsidir. Surenin ilk ayetleri şöyle buyurmakta:

Kıyamet gününe yemin ederim. Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltilip hesaba çekileceksiniz).

Kuşkusuz kıyamet gününün önemi herkes için açık ve bellidir. Zira her insanın geleceğine ilişkin kaderi ve amellerinin sonuçları kıyamet gününde belli olur. Ancak burada akla gelen soru neden insanı serzeniş eden nefsin kıyamet gününün yanında zikredilmiş olmasıdır

Hepimiz zaman zaman kötü bir iş yaptığımızda veya bir günah işlediğimizde kendi kendimize pişman olmuş ve kendimizi serzeniş ve tenkit etmişizdir. Bu tür durumlarda hemen “neden bu işi yaptım?”, “bu nasıl bir işte ki yaptım” veya “keşke şu işi yapmasaydım” demişizdir.

Peki ama, acaba şimdiye kadar bu nedir veya kimdir ki bizi serzeniş ediyor? diye kendinizin hiç sordunuz oldu mu? Acaba şimdiye kadar içimizde amellerimizi irdeleyen  ve bizi kınayan veya tenkit eden bir şeyin var olduğunu hiç düşündünüz mü? Kur'an'ı Kerim bizi serzeniş eden bu şeyi, nefsi levvame olarak adlandırıyor ve üzerine yemin etmekle dikkatimizi ona çekmeye çalışıyor.

Şimdi neden Kur'an'ı Kerim kıyamet günü ve nefsi levvameye birlikte ve art arda yemin ettiği sorusuna şöyle cevap vermek istiyoruz:

Kur'an'ı Kerim bize içimizde bir mahkemenin bulunduğunu ve bu mahkeme kıyamet gününün yapacağı işin aynısını yaptığını anlatmak istiyor. bizim vicdan olarak adlandırdığımız bu mahkeme açıkça bize iyilik ve kötülüğün birbirinden farklı şeyler olduğunu söylüyor. İyi amel takdire şayanken, kötü amel tenkit edilmeyi hak eder. O zaman nasıl ki içimizde amellerimizle ilgilenen ve karar veren bir mahkeme varsa, insanların tüm amellerini değerlendiren ve kıyamet adı ile anılan bir mahkeme de vardır.

Günlerden bir gün kıyamet gününü inkar eden Mekkelli müşriklerden biri İslam Peygamberi’nin -s- huzuruna çıktı ve öldükten ve kemiklerimiz çürüdükten sonra nasıl yeniden bedenimizin tüm parçaları bir araya gelebilir ve bu ne zaman ve nerede vuku bulur, diye bir soru sorar. İşte o sırada Kıyamet suresinin 3. ve 4. ayetleri nazil olup şöyle buyurdu:

İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır?

Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.

Kur'an'ı Kerim’in buyurduğu üzere Allah teala sadece insanların kemikleri bir araya getirmez ve aynı zamanda büyük bir zarafet ve hassasiyetle hatta parmak uçlarını bile eskisi gibi yapar. Bu parmaklar insanların onların yardımı ile eline kalem alıp yazmaya başladığı ve ilim ve kültürü yarattığı ve yine sanat  ve sanayileri geliştirdiği parmaklardır ve Allah teala onları aynen eskisi gibi yeniden yaratır ve herkes sırf kendisine özel olan parmaklara kavuşur.

Maad ilkesini inkar edenler aslında sürekli günah işlemekle uğraşmak ister. Bu zümre kıyamet gününe inandıkları takdirde artık istedikleri her şeyi yapamayacaklarını çok iyi bilir. İşte bu yüzden bunlar kıyamet gününü inkar eder ve sizin bahsettiğiniz kıyamet günü ne zaman olur, diye sorular yöneltir. Kur'an'ı Kerim Kıyamet suresinin beşinci ve altıncı ayetlerinde bu konuya işaret ederek şöyle buyurmakta:

Fakat insan önündekini (kıyameti) yalanlamak ister. "Kıyamet günü ne zamanmış?" diye sorar.

Kuşkusuz bu insanlara örneğin kıyamet günü elli yıl sonra olacak derseniz, yine de iman etmezler ve elli yıl geçmeden ve kendi gözleri ile görmeden buna inanmayacaklarını söylerler.  Aslında bu zümre iman eden insanlar gibi içinde onu bir kez yaratan Allah’ın bir kez daha yaratabileceğini bilmektedir, fakat asi nefsine gem vermek ve günahtan el çekmek istemediği için kıyamet gününü inkar eder ve kendince istediği her şeyi yapmakta hür olmak ister.

Peki ama, acaba insan bu tür bahanelerle Hak ve hakikatten kaçabilir mi, dersiniz?

Kıyamet suresi 7 ila 10. ayetlerinde bu soruya şöyle karşılık veriyor:

İşte, göz kamaştığı, Ay tutulduğu, Güneşle ay bir araya getirildiği zaman!  O gün insan, "Kaçacak yer neresi!" diyecektir.

Aslında herkes bu dünyada kendince kaçacak yol bulabileceğini hayal etse bile, kıyamet gününda kaçabileceği hiç bir yol bulamayacağını anlaması gerekir. kıyamet mahkemesi, birilerinin çıkıp bu mahkemeyi erteletebileceği, ya da fişleyebileceği veya avukat tutup hakkı batıl ve batılı hak gibi gösterebileceği bir mahkeme değildir. Bu mahkemede insanın tüm amelleri karşısında hazır bulunur ve artık inkar etmeye mahal yoktur.

İnsan bu mahkemede iyi kötü, yaptığı her ameli görür; hatta ölümünden sonra fani dünyada tesiri olan bir ameli varsa onu da görür. Örneğin eğer biri insanların yararlandığı bir hastane veya bir okul inşa etmişse, ya da faydalı bir kitap yazmışsa veya iyi evlatlar yetiştirmişse ve bu evlatlar onun ölümünden sonra insanlara hizmet etmişse, bu amellerin tümü onun ölümünden sonra yapılmış olmasına rağmen kıyamet gününde mükafatından yararlanır.

Buna göre kıyamet suresinin 13. ayeti şöyle buyurur:

O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.

Kıyamet mahkemesinde insana amelleri gösterildiğinde ve hesabı yapılarak mükafatı veya cezası belirlendiğinde, aynı insan bahane getirmeye ve amellerinin sorumluluğundan kaçmaya çalışır.

Kur'an'ı Kerim ise surenin 14 ve 15. ayetlerinde şöyle buyurmakta:

Artık insan, kendi kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayıp döksün.

Evet, her insan ne yaptığını ve ilahi mahkemede mazeret ve bahane üretmenin de hiç bir faydası olmadığını çok iyi bilir; nitekim insan bu dünyada da kendisini iyi tanır ve çirkin amelleri için vicdan mahkemesi önünde hiç bir özür ve bahane ileri süremeyeceğini de çok iyi bilir.