Batılı devletlerinin insan hakları ve ifade özgürlüğündeki çelişkili standartları
Son günlerde AB, İran'ın yıllardan beri İngilizce yayın yapan PRESSTV kanalına yaptırım kararı aldı. Bu sohbetimizde AB tarafından alınan bu kararın, insan hakları ve ifade özgürlüğünü savunma konusunda batılı hükümetlerin çelişkili standartlarını ele almaya çalışacağız.
Son 2 ayda İran'da yaşanan olaylar Avrupa hükümetlerinin İran İslam cumhuryetine tehdit savurmak ve yaptırım uygulama bağlamına adım atmalarına fırsat oluşturdu. AB 14 Kasım Pazartesi günü dışişleri bakanları oturumunda "barışçıl gösterilere karşı şiddet kullanma" olarak adlandırdığı bahane ile İran'da 29 kişi ve 3 kuruma yaptırım kararı aldı. Yaptırım kararı alınan kurumlar arasında İran'ın PRESSTV kanalı da var. İngilizce yayın yapan PRESSTV'ye yaptırım kararı, Avrupa hükümetlerinin bazı İranlı kişi ve kurumlara uyguladığı yaptırım bahanelerinin yalan mahiyetini gösteriyor.
Eğer Avrupa ülkeleri İran'da insan hakları durumundan endişe ediyorlarsa, İran'da gerçekleri yansıtmaya çalışan medyaya neden yaptırım uyguluyorlar? Her ülkede memnuniyetsizlikler ve huzursuzluklar yaşanıyor. Aynı Avrupa ülkelerinde gösteri düzenlenmeyen tek bir gün bile geçmiyor. Yapılan gösterilerin bir çoğunda ise polis güçleri ve göstericiler arasında arbede ve hatta çatışma ve şiddet yaşanıyor. Fakat Avrupa ülkeleri her zaman İran'da yaşanan gelişmeleri güvenlik meseleleriyle bağdaştırmaya ve insan hakalrını savunma adıyla ülkedeki huzursuzlukları kışkırtmaya çalışmışlar.
Batı ülkeleri İslam inkılabının 1979 yılında zafere kavuştuğundan itibaren İran İslam cumhuriyetine karşı derin kin ve düşmanlık güttüler. Onlar, kapsamlı ve istibdat karşıtı bir inkılabın ardından halkın oyları ile yeni kurulan İslam cumhuriyeti nizamını devirmek için her eyleme başvurdular. Bu bağlamda batı ülkeleri İslam inkılabı karşıtı tüm kişi ve akımları desteklediler. Onlar için inkılap karşıtı destekledikleri grubun faaliyetleri ve İran halkına kör saldırılar yaparak onları şehit edip etmediği bile önem taşımıyordu. Onlar için önemli olan tek şey, sadece o grupların İslam Cumhuriyeti nizamına karşı olmalıydı.
Batı hükümetleri 12 Şubat 1979 tarihinden itibaren yani tam da İslam inkılabının zafere kavuştuğu günün ertesi gününden beri ayrılıkçı ve saltanat yanlısı gruplarla kapsamlı işbirliğine başladılar. İran'ın sınır eyaletleri kargaşa ve bölücülük merkezlerine dönüştü. Batılı hükümetlerin İslam inkılabı ile kin ve nefretlerinin doruğu ise onların sözde Halkın Mücahitleri Grubu olan Münafıkları desteklemeleridir. İran'da sıradan vatandaşlardan önemli siyasi yetkililere kadar 17 bini aşkın yurttaşı şehit eden bu terör örgütün ana üssü ise Fransa'dır. Her yıl da Münafıklar terör örgütü batı hükümetlerin paraları ve bazı Amerikan v Avrupalı siyasi çehrelerinin katılımı ile toplantılar düzenliyor.
Şimdi Fransa cuhurbaşkanı Emmanuel Makron devletinin İran'a karşı teröristleri destekleme bağlamındaki karnesi ile İran'da özgürlüğü savunduğunu iddia ediyor. İran'da özgürlüğü savunduklarını iddia eden Amerika ve Avrupalı ülkelerin teröristlere destekleri, İran'la kısıtlı kalmıyor. Irak'ın diktatörü Saddam, her kes tarafından bilinen bir isimdir. Saddam da Irak ve İran halklkarına karşı hiçbir cinayetten geri kalmadı. İlginç olan ise hali hazırda Saddam rejimini devirdiğini iddia eden Amerika ve Avrupalı ülkeler, onun İran'a saldırmak için en çok kışkırtan taraf oldukları ve onun 80 ve 90'lı yıllarda iktidarda kalmasına yardım eden ülkelerdi.
Amerika ve Avrupa ülkeleri saddam'ın İran'a dayattığı 8 yıllık savaş yıllarında Irak Baas rejimine en çok maddi ve askeri yardımlarda bizzat bulunanlardı. Avrupalı ülkeler ellerindeki her türlü modern silahı, Saddam rejimine sağlıyorlar. Tabi ki bu silah ve askeri yardımların hiçbir sınırı yoktu. Fransızlar Fars Körfezi'nde İran petrol tankerlerinin hedef alınması için Saddam rejimine " Super Étendard" savaş uçakları verirken, Almanya ve Hollanda da çeşitli yasak kimyasal silahlar ayrıca kimyasal silahların yapımı için ham maddeleri sağlıyorlardı.
Şimdi Almanya Şansölyesi ve dışişleri bakanı, İran'da özgürlük yanlısı olduklarını iddia ederken, Almanya Federal Merkez Parlamentosu Bundestag ise İran'a karşı bir takım yaptırım kararları aldı. Bundestag İran'a baskı uygulama bağlamında insan hakları bahanesi ile 25 maddelik bir tasarıyı, Almanya'nın Saddam rejimine 6 bin kimyasal bomba vererek İran'ın savunmasız halkına 242 kimyasal saldırının düzenlenmesindeki rolü tarih belleğinden silinmediği bir ortamda onaylıyor. Almanya dışişleri bakanı Annalena Baerbock ise bir kaç gün önce paylaştığı tweet mesajında, Avrupa'nın İran'a karşı bir sonraki yaptırım paketi üzerinde çalıştığını duyurdu. Baerbock BM insan hakları konseyinde İran ile ilgili özel bir oturum düzenlemeye çalıştıklarını vurguladı.
Almanya parlamentosu ve hükümeti, Saddam rejimi döneminde Irak Baas partisinin dayattığı 8 yıllık savaşta İran halkına ve bizzat Irak’ın kuzeyinde yaşayanlara karşı en büyük insan hakları cinayetlerini işlerken ona destek sağladıkları bir ortamda İran halkını desteklediklerini iddia ediyor. Almanya’nın Saddam rejimine hediye ettiği kimyasal silahlarla direkt olarak en az 17 bin insanın şehit olmasına sebep oldular. Böylece kendi kimyasal silahlarının sonuçları ve insan üzerine geride bıraktığı hasarları da incelemiş oldular. Başka bir ifade ile Saddam rejimi tarafından gerçekleşen kimyasal saldırılarda, desteklediklerini iddia eden İran halkını adeta kobay olarak kullandılar.
Irak Baas rejiminin bu saldırılarında en az 127 bin İranlı asker ve sivil insanı çeşitli zehirli gazları solumakla yaralandılar. Bu yaralılardan bazıları tedavi için Irak’a bu silahları sağlayan başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine gönderildi, zira ürettikleri silahların ilaçları da onların tekelindeydi. Yapılan son araştırmalara göre Saddam rejimin savaş makinesini kimyasal silahlarla donatan 445 batılı firmalardan bir çoğu Alman firmasıydı, üstelik kimyasal silah satmakla yetinmeyerek kimyasal silahları İran halkına karşı kullanmak üzere Iraklı askerlere de bu bağlamda eğitim veriyorlardı.
Hiç şüphesiz kimyasal saldırıların en acımasız yönü bu silahları savunmasız sivil insanlara karşı kullanmaktır. Bu bağlamda yaşanan korkunç cinayetlerden biri olarak tarihe geçen, muhakkak İran’ın Serdeşt kentine yapılan saldırı ve Irak’ın Halepçe katliamıdır. 2021 Haziran ayında İran’ın eski dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif Saddam rejiminin İran’ın Serdeşt kentine yaptığı kimyasal saldırısının 34. yıldönümüne ilişkin bir mesaj yayınladı.
Zarif mesajında, Serdeşt olayının günümüz dünyasında sivillere ve yerleşim alanlarına karşı kimyasal silah kullanımının bir simgesi olduğunu belirterek şöyle yazdı: "Değerli kimyasal savaş kurbanlarımız, iki kez bazı Batılı devletlerin insanlık dışı politikalarının mağduru oldu. Birinci sefer Batılı şirketler Saddam rejimine kimyasal madde ve kimyasal silah teknolojisi sağladığında ve onların BM Güvenlik Konseyi'ndeki temsilcileri de Saddam'ın işlediği cinayetlere sessiz kalıp göz yumarak, onun askerler ve sivillere karşı kimyasal silah kullanma konusunda özgürce hareket etmesini sağladığı zaman.
İkinci sefer de en acımasız insanlık karşıtı yaptırımların uygulandığı Trump döneminde, acılarını hafifletecek tıbbi ilaç ve sağlık ekipmanlarının aziz kimyasal savaş kurbanlarımıza ulaşmasını engellemelerinde.”
Böylece günümüzde İran’da insan haklarını savunduğunu iddia edenlerin cinayetleri, İran halkına karşı hala devam ediyor.
Irak’ın BM’e sahip olduğu silahlarla ilgili 12 bin sayfalık raporu, “Berlin” adında Almanya ile ilgili ilginç ve bir o kadar dikkate değer konular içeriyor. Söz konusu raporda Irak ve Alman askeri firmalar arasında nasıl bir askeri anlaşmaların sağlandığı belirtiliyor. “Tageszeitung” gazetesinin bazı gizli bölümlerini yayınladığı raporda Almanya’da Saddam rejiminin silah cephaneliklerini dolduran en önemli firmaların adları geçiyor. Bir süre sonra uluslararası Lahey Adalet Divanı, Saddam rejiminin kimyasal cinayetlerini insanlığa karşı soykırım ilan etti. Fakat Avrupa ülkeleri ve özellikle Almanya’nın Saddam rejimini kimyasal silahlarla donatmasına hiç değinmedi. Söz konusu raporda Daimler, MAN, Siemens, Benz, Hoechst ve diğer bir çok firmanın adı geçiyor.
1977'den beri Irak'la işbirliği yapan Carl Club şirketi, Bağdat'taki iki ana böcek ilacı ve deterjan fabrikasının donatılmasından sorumluydu. Irak'ın Birleşmiş Milletler'e sunduğu 12 bin sayfalık raporda, firmanın adı Irak'ın kimyasal ve silah programının en büyük tedarikçilerinden biri olarak geçiyor. "Carl Club" şirketi Ahmed, Ali, Muhammed, Isa, Madar ve Gazi adlı 6 ayrı kimyasal silah üretim hattı oluşturdu. İlki 1983 yılında inşa edilen bu hatların sonuncusu da 1986 yılında tamamlandı. Bu fabrikalarda Hardal gazı ve Hidrojen Siyanür olan Hidrosiyanik Asitten, Sarin ve Tabun sinir gazlarına kadar bir çok kimyasal madde üretimi yapılıyordu.
Irak'ın BM’e sunduğu 12 bin sayfalık raporuna göre, Irak’a sarin sinir gazı alanında en büyük kimyasal madde tedarikçilerinden biri de Preussage firmasıydı. "Carl Club" ve "Pilot Plant" (Kimyasal Program), Irak'ta 6 ayrı kimya fabrikasına milyonlarca dolarlık ekipman satışı ve bakımı yaptı ve bu ülkeye sinir gazını genişletmek ve Irak Sanayi ve Askeri Sanayi Bakanlığını desteklemek için gelişmiş laboratuvarlar sağladılar. İran’a dayatılan savaş sırasında "Frankfurter Allgemeine" gazetesi tarafından Irak'ın savaş bölgelerine gönderilen muhabiri ünlü "Edo Olfkat” Alman makamlarının bu gazları İran’a karşı kullanamk için Saddam’a vermekten çok memnun olduklarını yazdı.
Almanya devleti İran ve Irak halkından binlercesinin katliam edilmesinde Saddam’ın suç ortağı olduğu halde bugün İran’da kadın haklarını savunduğunu iddia ediyor, hal bu ki Avrupalı devletleri insan haklarına bir propaganda malzemesi olarak bakıyorlar. Almanya ve Avrupalı müttefikleri neden Amerika ve Avrupa silahları ile katliam edilen Yemenli kadın ve çocukların durumundan endişe etmiyorlar? Avrupalı devletler İran gelişmeleri ile ilgili gerçekleri ters göstererek İran’a karşı bir medya savaşı ve propagandası yürütüyorlar. Hiç şüphesiz bugünler de geçer ve gerçekler sonsuza kadar kara bulutların arkasında kalmaz.