İslam dünyasının çarpan kalbi; Kudüs (2)
"İslam dünyasının çarpan kalbi Kudüs’’ adlı seri programının bugünkü bölümünde İslam Devrimi’nin Filistin’in verdiği kurtuluş mücadeleleri üzerindeki etkisinden söz edeceğiz.
Mübarek ramazan ayının son cuması ilahi dinlerin başlangıç noktası olan Filistin’de, dünyanın tüm Müslümanları ve özgürlükçülerine bir millete yapılan tecavüz ve soykırımın unutulmamasını sağlamak için fırsat tanıyor. Dünya Kudüs Günü’nün adlandırılmasını yapan İslam Devrimi’nin büyük lideri İmam Humeyni’ye göre Siyonist rejim zorbalık, zulüm ve ırkçılık sembolüdür. Kudüs Günü hak ve batılın, adaletin ve zulmün birbirine karşı sıralandığı gündür. Kudüs Günü sadece Filistin’e özgü bir gün değildir; İslam ümmetinin günüdür. Müslümanların ölümcül siyonizm kanserine karşı yüksek sesle haykırdığı gündür.
İmam Humeyni’ye göre Kudüs Günü Amerika ve müttefiklerinin cinayetini açığa çıkarma ve İslam’ı yeniden canlandırma ve tüm İslam ülkelerinin Müslümanları desteklemek için İslam kurallarının egemen olduğu gündür. İslam İnkılabı’nın yüce lideri Kudüs Günü’nü Peygamber Efendimizin (s.a.v) günü ve hakkın batıldan ayrıldığı gün olarak adlandırdı. İmam Humeyni’ye göre, Kudüs Günü İslam milletlerinin topluca seferber olduğu gündür ve bu gün tüm mazlum milletlerin haklarının gerçekleşmesine yönelik mazlumlar partisinin kurulmasına başlangıç günüdür. İmam Humeyni Kudüs’ün kurtuluşunun yolunun gerçek İslam’a dönmek ve Allah’a ve maneviyata dayanmaktan geçtiğine inanıyordu. O sömürgeci devletlerle herhangi bir uzlaşıyı reddediyor, onların açgözlülüklerini önlemenin tek yolunun mücadele olduğuna inanıyordu.
İslam Devrimi Lideri Filistin’i destekleme doğrultusunda tüm Müslüman milletlere her türlü maddi ve manevi yardımda bulunmayı farz görmüştür. İmam Humeyni milletlerin süper güçler karşısındaki güçsüzlüğünün nedenini özgüven eksikliği olarak açıklamış ve tüm milletlere İran halkını örnek alıp kendilerine güvenerek sömürgecilere karşı durmalarını tavsiye etmiştir. O tüm Müslüman milletlere Kudüs Günü yürüyüşüne katılmalarını ve bu töreni mümkün olduğunca görkemli bir şekilde gerçekleştirmelerini öğütlemiştir.
İmam Humeyni İslam İnkılabı’nın zaferinden altı ay sonra bilgece bir kararla mübarek ramazan ayının son cumasını Dünya Kudüs Günü olarak adlandırdı. İslam Devrimi’nin zafere ulaşmasından sonra, sahte İsrail rejimi, ABD ve Mısır liderleri Amerika’da Camp David Uzlaşı Antlaşmasını imzaladılar. Siyonistler ve yandaşları, ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından desteklenseler bile, yalnızca Filistinlileri öldürme ve soykırıma dayanarak Filistin topraklarına hâkim olamayacaklarını biliyorlardı. Siyonistlerin Filistinli direnişçilerin moralini ve iradesini bozmak için Arap devletleriyle uzlaşmaya ihtiyaçları var. Bu doğrultuda Mısır sahte İsrail rejimini tanıyan ve utanç verici Camp David Antlaşmasını imzalayan ilk Arap ülkesi oldu.
Filistin topraklarında 15 mayıs 1948’de sahte İsrail rejiminin kurulmasından sonra, bu rejim ve Arap ülkeleri arasında birkaç savaş çıktı, bu savaşların en önemlisi 1948 (Siyonist rejimin kuruluşundan bir gün sonra), 1967 (Altı Günlük Savaş) ve 1973 (Ramazan Savaşı) yıllarında meydana geldi. 1970’li yıllardan beri ABD sahte İsrail rejimi ve Araplar arasında uzlaşma sağlamak için paralel çabalar göstermiştir. Bu çabalardan güdülen en önemli amaç ise işgalci İsrail rejimini meşrulaştırmaktı.
Siyonist rejim ve Araplar arasındaki Altı Günlük Savaş’tan sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1967 yılında 242 sayılı kararı onayladı. Ekim 1969’da ABD Dışişleri Bakanı ‘’William Rogers’’ Orta Doğu’da barış sağlamak için Mısır, Ürdün, Siyonist rejim ve Sovyetler Birliği’ne bir teklif sundu. Teklif 90 günlük ateşkes ve İsrail’in 1967 yılı sınırlarına çekilmesinden ibaretti. ‘’Rogers Barış Planı’’ olarak bilinen bu öneriler Birleşmiş Milletler 242 sayılı kararını temel alıyordu ve kabul edilmesi, İsrail rejiminin varlığının dolaylı olarak kabul edildiği anlamına gelecek şekilde düzenlenmişti. Ancak Siyonist rejim, Rogers'ın planı temelinde Mısır ile müzakereye girmeyi reddetti. Mısır'da Cemal Abdünnâsır iktidarda olduğu sürece bu ülke ile İsrail arasında hiçbir barış anlaşması imzalanmadı.
Nâsır'ın ölümü ve Sadat'ın iktidara gelmesinden sonra Mısır hükûmetinin politikaları yavaş yavaş değişti. Sadat bu değişimlerde iki ana politikayı gündeme aldı: birincisi İsrail ile barış, ikinci hedefi ise Sovyetler Birliği’nden mümkün olduğunca uzaklaşmak ve Batı Bloku’na yaklaşmaktı. Ekim 1973 savaşından sonra ABD, Arap devletlerinin rolünün artık göz ardı edilemeyeceğini anladı, bu yüzden önce çeşitli barış teklifleri sunarak ve İsrail’e baskı yaparak Siyonist rejim ile Arap devletleri arasında uzlaşma sağlamak için çözüm bulmaya çalıştı. Ekim Savaşı’ndan sonraki yıllarda başta Henry Kissinger ve Jimmy Carter olmak üzere Amerikalı yetkililerin yoğun istişareleri sonucu, 26 mart 1979 tarihinde Sadat ve Begin arasında Camp David Antlaşması imzalandı.
Camp David Antlaşması’nın özelliklerinden biri Araplar ve İsrail arasındaki anlaşmazlıkları kapsamlı bir şekilde gidermemesiydi ve sonunda Mısır ve İsrail arasında bir barış sağladı. Bu planın ardından Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri İsrail’in etkisi ve işgali altında kaldı. Bu mesele Mısır’a ağır sonuçlar bıraktı, bunlardan en önemlisi Mısır’ın Arap dünyasından ayrılması ve inzivaya sürüklenmesi ve İsrail’in bölgedeki gelecek girişimlerde serbest bırakılmasıydı. Mısır ve sahte İsrail rejimi arasında imzalanan Camp David Antlaşması pratikte Siyonistlerin bölgedeki gelecek eylemleri için bir ruhsattı. İsrail’in güney Lübnan’a saldırısı, Filistin’in silahlı hareketlerini ağır bir şekilde bastırma ve Suriyeli güçlerle savaşma, Camp David’in İsrail’e izin verdiği eylemlerdir.
Camp David Antlaşması İran İslam Devrimi’nin zafere ulaştığı ve dünyada ve bölgedeki birçok siyasi denklemi değiştirdiği bir sırada imzalandı. İslam Devrimi başta Filistinli direnişçiler olmak üzere kurtuluş hareketlerine yeni bir örnek sundu. Bu bağlamda, uzlaşma müzakereleri sürecine paralel olarak, İşgal altındaki Filistin topraklarında derin siyasi gelişmeler yaşandı. İslam İnkılabı zaferi Filistin meselesine yönelik yeni bir plan sundu. Bu plan direniş ve Siyonist düşmanla uzlaşmamayı öneriyordu. Camp David Antlaşması’nın İran halkının devrim mücadeleleriyle eş zamanlı olması, Müslüman ve devrimci grupların bu antlaşmadan nefret ve öfkesine neden oldu.
1980’li yılların başında gerçek İslam’dan esinlenen amaçlar ve stratejilerle Filistin İslami Cihat Hareketi ve Hamas adında iki örgüt kuruldu ve Siyonist rejim aleyhine yeni bir mücadele turu organize edildi. Hamas Hareketi Müslüman Kardeşler Hareketi’ne daha yakındı, fakat Müslüman Kardeşler’in eylemlerinden ve aynı zamanda başta Filistin Kurtuluş Örgütü olmak üzere diğer grupların sosyalist ve milliyetçi düşünceleri ve eğilimlerinden umudunu kesen ve Siyonist rejimle planlı ve silahlı ciddi bir mücadelenin peşinde olan İslami Cihat Hareketi, İslam’dan ve öğretilerinden yararlanmayı dikkate aldı.
İslami Cihat Hareketi İslami motivasyon ve inanca dayanarak Siyonist rejime karşı mücadelede yeni bir sayfa açtı. İslami Cihat Hareketi 1980 yılında iki Filistinli direnişçi yani Şehit Fethi Şikaki ve Abdülaziz Uda tarafından kuruldu. İlk önce Arap Nasyonalizmi’ni ve Müslüman Kardeşler düşüncesini destekleyen Şehit Fethi Şikaki, bu düşüncelerin İsrail ile mücadele meydanında başarısız kaldığını görünce İran İslam İnkılabı’nı örnek aldı ve İslam Devrimi’nden kısa bir süre sonra ‘’Humeyni tek İslami çözüm ve örnektir’’ adında bir kitap yayımladı.
İmam Humeyni'nin görüşlerine dayanan bu kitapta Filistin meselesi, Arap veya etnik bir mesele değil, İslami bir mesele olarak ele alınmıştır. Kitabın bazı bölümlerinde, "İmam Humeyni nasıl İranlıların hayatına anlam verdiyse, Filistin halkının hayatına da anlam kattı ve o kalplerimizde ümidi yeniden canlandırdı. Biz İslam İnkılabı’nın zaferiyle Amerika ve İsrail’in de mağlup edilebileceğini anladık. Biz İslam dininden ilham alarak mucizeler yaratabileceğimizi fark ettik ve bu nedenle ... İmam Humeyni'yi İslam tarihinin ebedî liderlerinden biri olarak görüyoruz".