Hollywood'un Amerika Siyasetlerindeki Rolü-2
(last modified Sun, 01 Dec 2019 17:41:43 GMT )
Aralık 01, 2019 19:41 Europe/Istanbul

Geçen bölümde Hollywood'un ve Hollywood ürünü filmlerin çoğunun Amerika siyaset arenası ve siyasetçilerine açık bir şekilde etki yaptığı ve sanki bu siyasetlerin çoğunun bu filmlerden esinlendiğini son örneğinin de, Ebu Bekir El Bağdadi'nin öldürülmesinin Amerika tarzı anlatılmasını anlattık.

Bu bölümde ise Hollywood'un Amerikan devleti ve siyasetinden aldığı etkileri konu edineceğiz.Joker adlı Amerikan filmi 2019 ürünü bir film olarak ilk kez 76'ıncı Uluslararası Venedik Film Festivali'nde sergilendi ve orada da Altın Aslan ödülünü kazandı. Filmin yönetmeni Todd Phillips, halkın bu filmin mesajını aldıklarını ancak bu filmin Joker'in davranışlarını izah etmek peşinde olmadığını aslında bu filmin bir dünyada aşk yoksunluğu, çocukluk çağı sorunları, merhametsizlik ve şefkatsizliğin bildirisi olduğunu söylüyor. 

Joker filmi şiddet korku janrı bir film olarak ciddi güvenlik tedbirleri ile yayımlanmış ve sahnelenmesi sırasında ciddi tepkilere de yol açmıştır. 

Hollywood sinemasında şiddet ve korku filmi sayılan Katil Doğanlar filminin yönetmeni Oliver Stone son zamanlarda yaptığı röportajda kendi filmi ve Joker filmi arasındaki şiddet oranını karşılaştırmasında Joker'i Amerika başkanı Trump ile kıyaslayarak şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "İlginç ama sanki film " sarışın bir karakter" ile ilgilidir! Biz de Joker devrinde yaşıyoruz. İçerik ve duygusal açıdan sanırım Joker filmi Katil Doğanlar filmime benziyor." 

Çoğu eserlerinde Amerika hükümetinin siyasetlerini eleştiren ünlü Amerikan belgeselcisi  Michael Moore Joker filmi hakkında tam bir savunma layihası yayımlamıştır. Bu belgesel ve film yapımcısı, Joker filminin sahnelendirdiği şiddetten korkulması gereken fikri ile alay ederek gerçek şiddetin sinema salonlarının dışında artmakta olduğu bir dönemde mevcut durumun yankıları sayılan bir filmi fazlası ile ele almanın anlamsız olduğunu söylüyor. 

Moore, Joker filmini izlemenin topluma tehlikeli olması konusunda ise şöyle yazıyor: "Bunun tam tersini düşünüyorum. Bu filmin izlenmemesi toplum için daha büyük tehlike arzetmektedir. Çünkü filmin odaklandığı meseleler ve hikaye o kadar derin ve zaruridir ki bu sanat eserinden mahrum kalırsanız bu hediyeden kendinizi yoksun bırakırsanız o zaman büyük zarar etmişsiniz. Evet bu filmin karelerinde incinmiş bir palyaço vardır ancak o yalnız değildir. Biz de onun yanı başındayız. Film 1970 yılında New York şehrinin farazi Gotham bölgesinde tüm şirretlerin merkezinde cereyan etmiştir. Şimdi de zenginler bize hüküm sürüyorlar. Biz de büyük bankalar ve şirketlerin ve medya organlarının hizmetindeyiz. Bunlar ise bize belli bir plan çerçevesinde günlük olarak özel haberleri aşılıyorlar. "

Micheal Moore Trump'ın televizyon şovmenleri gibi davrandığı müddetçe onun Amerikan hükümeti için tehlikeli ve uygunsuz bir lider olduğunu düşünüyor. Böyle bir ortamda ise Joker gibi bir filmin izlenmesinin de tehlikeli olmadığını söylüyor. 

Sanat sosyolojisi araştırmacıları ve sinema eleştirmenlerinin çoğu ise Hollywood'un Amerikan siyasetleri hizmetinde olduğunu ve Amerikan değerlerini yaygınlaştırmakla görevli bir araç olduğunu düşünüyorlar. 

Öyle siyasetler ki şimdiye dek milyonlarca insanı ölüme götürmüş ve dünya kamuoyu ve hatta dahiler ve üstün zekalıların kafasını öyle şekillendirmiştir ki Amerika'nın girişimlerini insancıl olarak göstermektedir. 

Hollywood ayrıca Amerika'yı iyi ve üstün göstermek için tarihi çarpıtmaktan bile çekinmiyor. Amerika hükümetleri ve yönetimleri ise bu özellikten oldukça yararlanıp kendi dış siyasetteki hedeflerini hayata geçirmektedirler. 

Matthew Alford ve Tom Sacker'in yazdığı Milli Güvenlik Sineması adlı kitap, Amerikan güvenlik kurumlarının sinema ve televizyondaki etkisini konu etmektedir. Kitabın yazarları bu eserlerinde iki açıdan bu konuyu ele almışlardır. Bir açıdan Hollywood tamamen güvenlik kurumları sultası altında ve diğer açıdan da bu konu tamamen inkar edilmektedir. İşte yazarlar 4 bin sayfalık Amerikan güvenlik resmi belgelerine dayanarak ilk görüş açısını ispatlamaya çalışmıştır. 

Bu kitapta şöyle bir ifadeye yer verilmiştir: "Amerika hükümetleri ve Hollywood arasındaki bağlar bizim zannetiğimizden çok daha fazla siyasileşmiştir. Amerikan milli güvenlik birimleri ve kurumlarının etkisi altında kalınarak üretilen eğlence endüstrisi ürünleri, küresel sorunlar için Amerika eksenli, şiddet içeren yöntemler ve çözüm yolları sunmaktadır. Bu ürünlerde sergilenen kareler, aslında tarihin çarpıtılması ürünleridir. Tabii bu dehşet ve esef verici yöntemleri sunmayan filmler de bulunmaktadır. Bu ürünler doğrudan Amerikan milli güvenlik kurumlarından etkilenmektedir. Ancak bu filmlerin danışmanları da öyle seçiliyorlar ki sonunda Amerikan milli güvenliği kurumlarının istediği şekilde filmi yönlendirsinler. 

Kuşkusuz böyle bir ortamda Hollywood Amerikan istihbarat teşkilatı ve hükümetlerinin terörizm ile mücadele yönündeki siyasetlerine yataklık yapmaktadır. Öyle bir farazi mücadele ki Amerika toprakları ayrıca Lübnan, Irak ve İran gibi Batı Asya ülkelerinde devam etmiş ve düşmanlar ve kahraman karşıtları hep Müslümanlar olarak sahnelendirilmeye çalışılmıştır. 

İslamofobi, ötekileştirmeler ve Müslüman ülkeler tarafından yakın zamanda gelecek güvenlik tehlikeleri ve tehditlerine vurgu yapılması Amerikan dış siyasetindeki Batı Asya'ya yönelik medya diplomasisini onaylamaktadır. 

Görünen o ki Hollywood'un Amerika'nın Batı Asya'ya yönelik medya diplomasisindeki rolü ve temsilciliği gelecek yıllarda da devam edecektir. Aynı zamanda Amerikan başkanlık seçimleri ve bu ülkenin dış siyasetindeki önceliklendirmelere bağlı olarak Hollywood'un yine el değiştirmesi, ılımlı, reformcu, radikal veya savaş yanlısı kitlelerce kontrole geçmesi ihtimali de bulunmaktadır. Gerçekte Hollywood gibi güçlü bir aracı elde bulundurmak demek kamuoyunu şekillendirmek ve yönlendirmek demektir. 

Halihazırda Amerika sinema endüstrisi öyle bir konuma gelmiştir ki Amerika dış siyasetinin medyatik araçlarından belki de en önemlisine dönüşmüştür. Tabii bu endüstri görünüşte ve hatta sinemanın temeli sayılan sermaye alanında da bağımsızdır. Buna rağmen Hollywood'un siyasi hedefler doğrultusunda hareket etmesine neden olan çetrefilli bir şebeke mevcuttur. Böylece Hollywood faaliyetlerinin büyük bir bölümünün Amerika'nın mega siyasetlerine uygun olduğu özellikle de hassas dönemlerde koordineli yürütüldüğünü söylemek mümkün. 

Hollywood'da yapılan filmler hususundaki ilgi çekici nokta ise bu filmlerde savaşlar şereflilik ve yüce değerlerin betimleyicisi değil askeri üstünlük ve iktidarın simgesi, özgürlüklerin, temel değerlerin korunması, insanların hayatının korunması ve dünyayı şirretlerden kurtarma aracı olarak tanıtılmaya çalışılmasıdır. Bundan daha tehlikeli konu ise bu filmlerin çocuklara özel kareleri ile bu hususu bu hassas kesim arasında da yaymaya çalışmasıdır. 

Örneğin Amerika'nın Vietnam'a açtığı savaş konulu çok sayıda filmi ele alalım. Bu filmler Amerika'nın Vietnam topraklarına saldırmasına ve taciz yapmasına rağmen Amerika'yı demokrasi kurtarıcısı ve savunucusu olarak göstermeye çalışıp buna karşın Vietnamlıları kinci, nefret duyulan ve insani duygulardan yoksun insanlar olarak lanse etmeye çalışmışlardır. 

Bu karalama kampanyanın doruğunu ise Rambo filminde görmek mümkün. Bu filmde Rambo karakteri Vietnam savaşından bıkmış bir asker olmasına rağmen ancak filmin tüm sayılarında Vietnamlılar insanlık yoksunu olarak gösterilmiştir. Böylece Rambo'nun bıkkınlığının Vietnamlıları öldürmekten dolayı olmadığı asker arkadaşlarının öldürülmesinden veya askeri komutanlarının aldatmalarından dolayı olduğu anlatılmaya çalışılmıştır. 

Vietnam savaşı konulu eserlerin çoğunda  Vietnam'da bulunmak ve bu ülkenin halkını öldürmek doğal bir konu olarak gösterilmeye çalışılıyor. Böylece bu filmlerde Vietnam militanlarının Amerikan askerlerine kötü davrandıkları gösterilmeye çalışılarak muhataplar nezdinde Doğu Asya ülkelerine karşı kin ve nefret duygusu da körükleniyor. 

Aynı filmlerde gerçekte yaşanmış Amerikan askerlerinin Vietnam halkı, kadınları ve çocuklarına karşı sergilediği insanlık dışı tavırları hiçbir şekilde sahnelendirilmiyor. Aslında bu filmlerde Vietnam savaşı Amerikan siyasetçilerinin istediği şekilde sergilenmektedir. 

Donald Trump'ın medyaya saldırmalarına rağmen medya ve propagandanın Beyaz Saray'da resmi bir araç olduğunu görüyoruz. Bu medyatik araçlar Amerikan devlet adamlarını aklamak ve onları kahramanlaştırmak için görev başında.

Taliban elebaşısı Usama bin Ladin, 11 Eylül olayı faili ve terörist olarak tanımlandığı günden itibaren Amerika'nın onun yakalanması ve tutuklanması için faaliyetleri başladı. Kendisi Amerika'nın ve küresel emperyalizmin Batı Asya'daki piyonlarından olan Bin Ladin'in en başından böyle bir akıbetle sona yaklaşacağını tahmin etmek zor değildi. Böylece Bin Ladin'in de sonunda yakalanıp idam edileceği aşikardı. Nitekim sonunda da infaz edildi. Aslında bölgede ve Batı Asya'da Amerikan piyonlarının başına hep aynı şey gelmiştir. Irak diktatörü Saddam'ın başına gelenler bunun açık bir örneğidir. 

Bu kez de IŞİD'in eli kanlı elebaşısı Ebu Bekir El Bağdadi, bölgeyi Amerika  ve Batı'nın istediği gibi kana bulayamayacağı anlaşılınca  planlananlardan daha erken öldürüldü. 

Görünen o ki Amerika ve Hollywood'un paralel hareket etmesi sonucunda yakın zamanda Bağdadi'nin ölümü ile ilgili de fantastik filmler çekilecektir.  Öyle bir film ki yalancı kurtarıcıyı yine sahnelendirecek ve bu kez de Trump muhakkak bir kahraman olarak tanıtılacaktır. Öyle bir Trump ki zaten aktörlüğe ve oyunculuğa düşkün bir isimdir!