Dünya Sosyal Adalet Günü
(last modified Sun, 26 Feb 2017 13:00:23 GMT )
Şubat 26, 2017 15:00 Europe/Istanbul

Her yıl, 20 Şubat günü sosyal adalet günü olarak kutlanıyor, biz bu münasebetle hazırladığımız özel sohbetimizde sosyal adalet kavramının ne olduğunu konuşmaya çalışacağız.

Sosyal adalet kavramı ilk kez 1840’da Sicilyalı papaz Taparelli tarafından kullanılmış, Serbati’nin “Yurttaş Anayasası ve Sosyal Adalet” kitabından sonra yaygınlaşmıştır.

19. yy sonlarında “sosyal adalet” kavramı, şehirlere çalışmak için göç eden kitlelerin sorunlarına dikkat çekmek için kullanılmıştır. 

Adalet ve adaletsizlik iki karşıt terim oldukları halde iki karşıt kavram değildir.

Sosyal adalet,adaletin bir çeşididir.Toplumun her üyesinin aynı temel haklara,korumaya,fırsata,yükümlülüklere ve sosyal olanaklara sahip olduğu ideal koşullara işaret eder.

Sosyal adalet“toplum içinde yaşayan bütün fertlerin,insan olmak sıfatıyla sahip bulundukları her türlü sosyal,ekonomik,siyasi hak ve özgürlüklerin eşitliğini temin ve emniyetini sağlamaktır.”

Sosyal sınıflar arasındaki iktisadi dengesizliklerin giderilmesi, iktisadi açıdan zayıf durumda bulunan sosyal sınıfların, diğer sosyal sınıflara karşı korunması olarak da tanımlanabilir.

Sosyal adalet, toplumun bir üyesi olarak kabul edilen bireylerle toplum arasındaki sosyal ilişkilerin ortaklaşa gerçekleştirilmesi amacıyla düzenlenmesine verilen addır.

1919’da ILO Anayasası’nın başlangıcında “evrensel ve kalıcı bir barışın ancak sosyal adalet temeline dayalı olarak kurulabileceği”  ifadesi ile Sosyal Adalet kavramı  ilk kez bir uluslararası belgede yer aldı.

Daha sonra Birleşmiş Milletler 26 Kasım 2007’de  20 Şubat tarihinin “Dünya Sosyal Adalet Günü” olarak kutlanması kararını aldı ve ilk kez 20 Şubat 2009’da kutlandı. 

Dünya Sosyal Adalet Gününün amacı; sosyal adaletsizliğe dünya kamuoyunun ilgisini arttırmak, ülkelerin eğitim, sağlık gibi konularda daha fazla bütçe oluşturmalarını desteklemek,yoksulluğun kökünü kazımak, kadınlar ve erkekler arasında eşitliği sağlamak ve herkesin sosyal adalete erişmesine olanak tanımaktır.

BM'nin Eski Sözcüsü Marie Hotise şöyle diyor: Bu günlerin adlandırılmasından en önemli hedef, kamuoyu, STK'lar ve de devletlerin dikkatini olasılıkla kendi öncelikleri listesinde yer almayan konulara çekmektir.

Bu sözler, adaletin ülkeler, milletler ve kavmiyetlerin öncelikli başlıkları arasında yer almadığını gösteriyor, oysa, Allah'ın elçilerinin hedeflerinden biri, sosyal adalet sağlamak olmuştur.

Adalet fıtri bir şey olarak, insan yaradılışıyla birlikte ortaya çıktı ve toplulukların şekillenmesi ve insanın başkalarıyla barışık yaşaması anlayışıyla anlam kazandı. 

Günümüz dünyasında ise teknolojik ve bilimsel açıdan ülkeler her ne kadar gelişmiş olsa da, sosyal adaletsizlik, fakirlik, yolsuzluk ve ayrımcılık artmıştır. Küresel camiada, sosyal adalet küresel barış ile sonuçlanması gerekirken, bu toplumdaki bazı gruplar kendi çıkarlarını korumak için savaşlar ve anlaşmazlıklar çıkararak, dünyada durumun kötüleşmesi ve sosyal adaletin sağlanmasına neden oluyorlar.

Dünyada adalet ve insan haklarını sözde savunan ülkelerin savunma bütçelerine bakılırsa sadece, bu ülkelerin sosyal adaletin tesisi için gereken küresel barış ve güvenliği ne ölçüde bozdukları ortaya çıkar. ABD'nin askeri bütçesi 700 milyar dolardan fazladır. Bu ülke dünyada en büyük askeri bütçeye sahiptir.  Sadece askeri bütçe için ayrılan rakamlar, dünyada açlık ile mücadele için harcanırsa dünyada hiç kimse aç kalmaz. Ancak pratikte bu bütçe savaş ve başka ülkelerin iç işlerine müdahale etmek için kullanılıyor ve bunun sonucu da fakirlik, açlık ve eşitsizlikten başka bir şey olmuyor.

Halihazırda, Milyonlarca Iraklı, Suriyeli ve Yemenli ABD yönetimi, Avrupalı müttefikleri politikası ve Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bazı bölgesel ülkelerin işbirliği sonucu göçmen durumuna düşmüş ve çok zor şartlar altında aç yaşıyorlar.

Daha ilginç konu şudur ki insan haklarını savundukları ve adalet ve insan değerlerini esas alan bir dünya yapmak istediklerini iddia eden bu müdahaleci ülkeler, bölgede neden oldukları kriz karşısında en ufak bir sorumluluk kabul etmek istemiyorlar. Suriye başta olmak üzere Ortadoğu'dan binlerce göçmenin Avrupa'ya akın etmesi, Avrupalı ülkelerin insani ve adaletçi değerlerden ne kadar uzak olduklarını ortaya koydu. Onlar, göçmenlere karşı uluslararası ve insani kuralları çiğneyerek, bu ihtiyaç sahibi insanlara yardım etmekten kaçınarak, kenti üstünlükçü ve egoist duygularını ortaya koymuş oldular. Sosyalizm mektebi hezimete uğradı ve liberalizm ve kapitalizm mektebi de, pratikte dünyada savaş, eşitsizlik, fakirlik ve karışıklığa neden olduğunu  ortaya koydu.

Liberal değerler,  görünüşte insani değerlere sahip olsa da, ancak bu değerler küresel ve kapsamlı değil ve pratikte eşitsiz toplumu destekliyor.

Liberalist düzenler sadece kapitalistler ve liberalist düzenlerin çıkarlarını en yüksek seviyede karşılamaya çalışıyor. Ancak dünyada kaynaklar sınırlı olduğu için bu çıkarların temini pratikte başka ülkelere müdahale ile fakirlik ve eşitsizliğe neden oluyor.

Bu yüzden bazı ülkelerin gayri safi milli hasıla ve kalkınma endeksleri ne kadar artarsa, o kadar bazı diğer ülkelerin durumu kötüleşir. BM tarafından dünya genelinde sosyal adalet günü diye bir günün adlandırılması, dünya ülkelerinin küresel anlamda barış ve güvenliğin tesisi ve fakirlik ve eşitsizliklerin son bulması için adalet kavramını doğru şekilde anlamadıklarını gösteriyor.

Ancak günümüz dünyasında Batılı devletler, insan haklarını savundukları ve adalet taraftarı olduklarını iddia ederken bu bağlamda en ufak bir sorumluluk kabul etmiyorlar. Buna ilaveten dünya barış ve güvenliğini bozmakta en fazla rol ifa ediyorlar.

İnsanoğlu, adaletin hakim olduğu bir topluma sahip olması için Enbiya'nın öğretilerine özellikle İslam öğretilerine geri dönmesinden başka bir yolu yoktur.

İslam'da, adalet kavramı çok özel ve önemli bir yere sahiptir ve bu bağlamda birçok Ayet, rivayet ve hadis vardır ki adaletin yerini İslam'da en iyi şekilde ifa ediyor.

Kuran-ı Kerim'de açık şekilde adaletin yeri ve öneminden söz edilmiştir.

Allah-u Teala, Nahl suresinin 90. ayetinde sarih şekilde insana kendi tavır ve davranışlarında adalet ve iyiliği esas almasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur: 

"Muhakkak ki Allah, adaletli olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (Allah’ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor."

Maide suresinin 8. ayetinde de Allah, insana adalete uymasını emreder ve şöyle buyurur:

"Ey iman edenler;  Allah için hakkı ayakta tutan, adaleti gözeten şahitler olun. Ve bir topluluğa karşı olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adalet edin. Bu, takvaya daha yakındır. Ve Allah´tan korkun. Muhakkak ki Allah; işlediklerinizden haberdardır."

Hadid suresinin 25. ayetinde de şöyle buyuruyor: "Peygamberlerimizi, açık belgelerle göndermişizdir. Onların yanında kitabı ve ölçüyü indirdik ki insanlar adaletle yerine getirsinler."

Bu ayette, adaletle ilgili iki kilit noktaya değinilmiştir. Birinci şu ki, Enbiya'nın gönderiliş nedenlerinden biri, halkın adaleti yerine getirmesi ve diğeri de, risalet için bu delil ve belge, sadece Yüce İslam Peygamberine -saa- ait değil ve Allah buyuruyor ki, Peygamberlerimizi, açık belgelerle göndermişizdir.

Kuran-i Kerim'de, Tevhid'den Maad'a, Nübüvvet'ten İmamet'e kadar, bireysel ülkülerden toplumsal hedeflere kadar  bütün İslam esas ve hedefleri, adalet temeli üzerine kurulmuştur.

Adil insanlar, adaletçi toplumu kurabilir ve bu arada devletler ve elitlerin toplumsal adaletin tesisi için rol ve sorumluluğu daha ağırdır. Kuran-ı Kerim'in vaadine göre, bir zaman muslihler ve müstazaflar, gelmesi vadedilen Mehdi'nin liderliğinde dünyada adaleti bütün ebadında tesis etmiş olacaklar.