Hüzünlü nefes-6
https://parstoday.ir/tr/news/religion-i279210-hüzünlü_nefes_6
İran Radyo Podcast Değerli dinleyiciler hepinizi Tahran’dan selamlayarak bir kez daha birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz; öyle bir yolculuk ki, her adımında tarihin nefesi daralır. Bu, İslam peygamberinin torunu İmam Hüseyin’in bilinçli ve gönüllü olarak Kerbela’ya doğru yola koyulduğu bir seferdir.
(last modified 2025-09-21T05:41:13+00:00 )
Temmuz 07, 2025 16:04 Europe/Istanbul
  • Hüzünlü nefes-6

İran Radyo Podcast Değerli dinleyiciler hepinizi Tahran’dan selamlayarak bir kez daha birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz; öyle bir yolculuk ki, her adımında tarihin nefesi daralır. Bu, İslam peygamberinin torunu İmam Hüseyin’in bilinçli ve gönüllü olarak Kerbela’ya doğru yola koyulduğu bir seferdir.

Bu yol yalnızca coğrafi bir hicret değildir; aksine, seçimlerle, direnişlerle ve zorlu imtihanlarla dolu bir yoldur—her anı, inancın, merhametin ve fedakârlığın zamanın zorlukları karşısındaki yansımasıdır.
“‘Hüzünlü Nefes” podcasti, hâlâ Yasin Hicazî’nin kaleme aldığı Âh kitabından ilhamla sürdürüyor; Kerbelâ olayı ve tüm işaretlerini, iniş ve çıkışlarını, günümüz diliyle ve derini bir bakış açısıyla anlatan bir eser. Bu yapıt, Şeyh Abbas Kumi’nin yazdığı, kana ve hakikate dair tarihi özveriyle geleceğe aktaran değerli ‘Nefes el-Mahmum’ adlı eserin bir tercümesi ve yeniden yazımıdır.
Bugün, en çok fedakârlık, yalnızlık, karar ve umudu yansıtan bölümlere yöneliyoruz; Hüseyin’in, ailesi ve yarenleri ile birlikte, insanlık vicdanını sonsuza dek ayakta tutacak olaya adım adım yaklaştığı noktaya.
Eğer siz de kalbinizi bu serüvene ve hakikate açtıysanız, gelin birlikte yürüyelim—bu yolu ve taşıdığı mesajı daha derin kavramaya bir adım daha yaklaşmak için.”
Fakat tarihi yolculuğumuza çıkmadan önce bu podcastin  "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulan bir podcast serisi olduğunu hatırlatıyorum. Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilir, görüş bölümünde yorumlarınızı bizimle paylaşabilirsiniz. 
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Bir adam şöyle anlattı: Hac töreni için yola çıkmıştım, ancak yolun bir yerinde arkadaşlarımdan ayrıldım. Çölde yalnız ve amaçsızca yürürken uzaktan çadırlar gördüm. Onlara doğru yöneldim. Yaklaştığımda birine sordum: ‘Bu çadırlar kime ait?’ Dediler: ‘Hüseyin’e.’ Sordum: ‘Yani Ali ve Fatıma'nın oğlu olan o Hüseyin mi?’ Dediler: ‘Evet, ta kendisi.’ Tekrar sordum: ‘Peki Hüseyin hangi çadırda?’ Gösterdiler: ‘Şu çadırda.’
Yaklaştım ve Hüseyin’in, çadırın dışında ayakta bir mektup okumakta olduğunu gördüm. Kendisine selam verdim, o da selamımı aldı. Dedim: ‘Peygamberin oğlu, neden bu çorak çölde konaklamışsınız? Burada ne hayvanlar için bir ot bulunur, ne de bir taş vardır ki arkasına sığınılsın.’
Hüseyin şöyle cevap verdi: ‘Kufe halkı beni buraya davet etti. İşte bu mektuplar, bana gönderdikleri çağrılardır.’
Hüseyin, henüz Mekke’den yola çıktığında, daha Müslim b. Akil'den bir haber almamıştı. Bu sırada, Kufe’ye gitmek üzere Kays b. Musahhar Saydavi adında bir elçi yolladı. Yanında Kufelilere hitaben kaleme alınmış bir mektup da vardı.”
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla 
Hüseyin b. Ali’den iman etmiş kardeşlerine. Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
Ben, bir olan Allah’a hamd ederim. Daha sonra: Müslim b. Akil’in mektubu bana ulaştı. Bana yazdığına göre ileri gelenleriniz ve halk, beni desteklemeye ve hakka sahip çıkmaya karar vermiş. Umarım Allah size büyük mükâfatlar nasip eder. Ben, Zilhicce’nin sekizinci günü olan salı günü Mekke’den yola çıktım. Mektubum elinize ulaştığında hemen harekete geçin ve gayretli olun. İnşallah yakında size kavuşacağım.”
“Kays b. Musahhar Saydavi, bu mektupla birlikte Kufe’ye doğru yola çıktı. Kufe’ye yakın Kâdisiye şehrine vardığında, valilik tarafından gönderilen Ubeydullah’ın askerleri yolunu kesti. Kim olduğunu ve ne taşıdığını öğrenmek istiyorlardı. Kays, yanında İmam Hüseyin’in mektubunu taşıyordu. Kimse içeriğini bilmesin diye hemen o mektubu yırttı.
Nöbetçiler, Kays’ı yakaladılar ve Ubeydullah’ın yanına götürdüler. Ubeydullah sordu: ‘Sen kimsin?’ Kays cevap verdi: ‘Ben Ali ve oğlu Hüseyin’in taraftarlarından biriyim.’
Ubeydullah tekrar sordu: ‘Neden mektubu yırttın?’ Kays ‘Çünkü senin onun içinde ne yazdığını öğrenmeni istemedim.’ Dedi.
Ubeydullah sordu: ‘Bu mektup kimden geliyordu ve kime gönderilmişti?’ Kays şöyle cevap verdi: ‘Hüseyin b. Ali’den, Küfe halkından bir gruba. Ama isimlerini bilmiyorum.’”
Ubeydullah öfkelendi ve şöyle dedi: ‘Ya bana o kişilerin adlarını söyleyeceksin ya da halkın önünde minbere çıkıp Hüseyin’i, babasını ve kardeşini lanetleyeceksin. Bunlardan hiçbirini yapmazsan, seni parça parça ederim.’
Kays, minbere çıkmayı kabul etti.
Ama minbere çıktığında, küfretmek yerine Allah’a hamd etti, Peygamber’e salât ve selâm gönderdi, Ali, Hasan ve Hüseyin’i büyük bir saygıyla andı, onlara dua etti ve ardından Ubeydullah’ı ve yönetimdeki Emevî hanedanını lanetledi. Sonra halka döndü ve şöyle dedi: ‘Ey insanlar! Ben Hüseyin’in elçisiyim. Onu falanca yerde gördüm. Çağrısına kulak verin!’
Muhafızlar Kays’ın, lanetlemek yerine Hüseyin ve ailesine dua ettiğini hemen Ubeydullah’a haber verdiler.
Bunun üzerine Ubeydullah, Kays’ın sarayın tepesinden aşağı atılmasını emretti. Kays, elleri bağlı şekilde aşağıya atıldı; kemikleri kırıldı ama henüz hayattaydı. O anda, Abdülmelik b. Umeyr adlı bir adam yaklaştı ve onun başını kılıçla kesti. Halk bu davranışa tepki göstererek, ‘Neden böyle yaptın!’ dediler. O da şöyle yanıt verdi: ‘Acısını dindirmek istedim.’”
“Ubeydullah’ın emriyle, Vâkıta bölgesinden Basra ve Şam’a giden tüm ana yollar kapatılmıştı. Hiç kimsenin bu güzergâhlardan geçmesine izin verilmiyordu.
Hüseyin yolda ilerlerken, Irak’taki gelişmelerden habersizdi. Yolu, çölde dolaşan bazı bedevî Araplarla kesişti. Onlara yolun durumu hakkında soru sordu. Onlar ise şöyle cevap verdi: ‘Herhangi bir haberimiz yok. Bildiğimiz tek şey, ne içeri girebiliyor, ne de dışarı çıkabiliyoruz.’
Bunun üzerine Hüseyin, yolculuğuna devam etti.”
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Hüseyin suya yakın bir yere ulaştı. Züheyr bin Kâyn’in yanında bulunan bir adam, Mekke’den Züheyr’le birlikte yola çıktıklarını ve yolda Hüseyin bin Ali ile karşılaştıklarını hatırladı. Onlar genellikle aynı yerde aynı anda konaklamamaya dikkat ediyorlardı, fakat bir seferinde başka çareleri kalmayınca aynı yerde durmak zorunda kaldılar. Hüseyin, konaklama yerinin bir tarafında durdu, onlar da diğer tarafında yer aldı. Yemek yerken Hüseyin'in bir elçisi geldi, Züheyr’e selam söyledi ve Hüseyin’in mesajını iletti. Oradaki herkes saygı ve sükunet içinde davranmaya karar verdi ve dikkatli bir tutum sergiledi. 
“Dolhom, Züheyr’in eşi, ‘Peygamberin oğlu sana bir mesaj gönderiyor.’ Dedi ve onu, Hüseyin’in yanına gidip sözlerini dinlemeye teşvik etti. Bunun üzerine Züheyr, Hüseyin’in huzuruna gitti. Bir süre sonra döndüğünde sevinçli ve canlıydı. Hüseyin, Züheyr’in yükünün ve çadırının kendi yanına alınmasını emretti.
Züheyr eşine ‘Artık ailenin yanına dön. Ben, Hüseyin’in yanında kalmaya ve onu korumak uğruna canımı vermeye karar verdim.’ Dedi. Mallarını ona teslim etti ve bir kuzenini, Dolhom’u evine kadar götürmesi için görevlendirdi. Dolhom, eşine veda etti, onun için Allah’tan hayır diledi ve Kıyamet Günü’nde kendisini hatırlamasını rica etti. 
Bu vedanın ardından Züheyr, arkadaşlarına dönüp şöyle dedi: ‘Benimle gelmek isteyen varsa, buyursun gelsin.’
Abdullah b. Süleyman ve Münzir b. Meşme‘l gibi bazı kişiler de, hac görevlerini tamamladıktan sonra, dönüş yolunda Hüseyin’e ulaşmaya karar verdiler. Onun akıbetini bizzat takip etmek istiyorlardı. Hızla yola koyuldular ve sonunda bir noktada Hüseyin’in kafilesine yaklaştılar.
Yolda ilerlerken Hüseyin’i gören Kufeli bir adam, yönünü değiştirerek ondan uzaklaştı. Hüseyin bir an duraksadı; sanki o adamla konuşmayı düşünüyordu, ama sonra vazgeçerek yoluna devam etti. Abdullah ve Münzir, onun Kufe halkından olduğunu fark ettikleri için peşinden gidip şehirdeki durum hakkında bilgi almaya karar verdiler.
O adama yetişip soyunu ve kabilesini öğrendikten sonra Kufe’nin durumunu sordular. Adam şöyle anlattı: Kufe’den ayrıldığım sırada Müslim b. Akil ve Hânî b. Urve idam edilmişti. Hatta onların cesetlerinin şehir çarşısında nasıl sürüklendiğine bizzat tanıklık ettim.
Bunun üzerine Abdullah ve Münzir yollarına devam ettiler. Gece olduğunda, Se’labiye adında bir bölgede konakladılar. Orada Hüseyin’in yanına gittiler ve yarenlerinin şehit edildiği haberini verdiler. Hüseyin -a.s.-, bu acı haberi duyunca derin bir hüzne büründü ve birkaç kez “Şüphesiz biz Allah’a aitiz ve yine O’na döneceğiz” ayetini tekrar etti. Ardından Müslim ve Hânî için dua etti.
Bazıları, artık Kufe’de ne bir destek ne de bir yardımcı kaldığı için, Hüseyin’e ailesiyle birlikte geri dönmesini önerdiler. Zira büyük ihtimalle Kufe halkı, destek yerine ona karşı harekete geçecekti. Hüseyin, Akil’in oğullarına döndü ve görüşlerini sordu. Onlar ise, Müslim’in şehit olduğu yoldan geri dönmeyeceklerini ve aynı kaderi göze aldıklarını açıkça belirttiler. Bu sözleri duyun Hüseyin ‘Böyle vefalı kimseler varken, onların ardından yaşamanın bana anlamı yok.’ Dedi. Böylece onun, yola devam etmeye kararlı olduğu ve geri dönmeyeceği kesinleşti.
Diğer bazı yarenleri ise, Hüseyin’in konumunun Müslim b. Akil’den çok daha etkili olduğunu, eğer Kufe’ye girerse halkın büyük kısmının onu destekleyeceğini ifade etti. Fakat Hüseyin bu sözlere karşı sessiz kaldı.
O gece, sabaha kadar, hizmetçileri ve köleleri onun emriyle, göç etmeye ve yola devam etmeye hazır olmaları için daha fazla su topladılar.
Ertesi sabah Hüseyin’in kafilesi, “Ezd “kabilesinden Ebû Hüreyre adlı bir adamla karşılaştı. Adam Hüseyin’e yaklaştı ve ona neden evini ve Peygamber’in harem bölgesini terk ettiğini sordu.
Hüseyin cevap olarak, yıllardır çektiği sıkıntılara işaret etti. Emevîler tarafından mallarına el konulduğunu, buna rağmen uzun süre sabrettiğini anlattı. Hatta hakarete ve aşağılanmaya uğradığında bile sessiz kaldığını söyledi. Ancak canı tehlikeye girdiğinde ve onun öldürülmesine karar verildiğinde, artık kaçınılmaz olarak yurdunu terk etmek zorunda kaldığını dile getirdi.
Hüseyin ayrıca zalimlerin, onu öldüreceklerini ve bu haksızlıklarının sonucu onlar için aşağılanma ve çöküş olduğunu belirtti, öyle ki Allah, onların üzerine bir topluluk gönderecek ve bu insanlar, onların iktidar ve hakimiyetini ellerinden alacak. Tıpkı eski zamanlarda Sebe halkının başına gelen gibi; öyle ki bir kadın onların servetine, canına ve topraklarına hükmetmişti.”
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
“Hüseyin, Zübâle adında bir yere ulaştığında, Muhammed b. Eş‘as ve Ömer b. Sa‘d tarafından gönderilen bir haberci kendisine ulaştı. Getirilen mektupta, Müslim b. Akil ve Kufe halkının durumu anlatılıyordu. Mektuba göre, Kufeliler Müslim’e biat ettikten sonra onu yalnız bırakmışlardı.
Müslim ile Hânî’nin şehadet haberi, Hüseyin için çok ağır oldu ve derin bir hüzne boğuldu. Aynı haberci, Kays b. Musahhar’ın ölümünü de bildirdi, bu da Hüseyin’in kederini daha da artırdı. Bu üzüntü dolu anda, yarenleri ve ailesi için dua etti; Allah’tan hem kendisi hem de tüm Şiîleri için lütuf ve merhamet dolu bir makam diledi, hepsini rahmetinde bir araya getirmesi için niyazda bulundu.
Sonra Hüseyin, yanındakilere bir konuşma yaptı ve Müslim b. Akil, Hânî b. Urve ve Kays b. Musahhar’ın şehit edildiğini; artık Kufe halkından bir destek beklenemeyeceğini bildirdi. Ardından, isteyen herkesin hiçbir suçluluk ya da yükümlülük duymadan geri dönebileceğini söyledi.
Bu sözler üzerine, onu o ana dek izleyen birçok kişi kafileden ayrıldı. Sadece Medine’den gelen yakın dostları ve yolda ona sadık kalmayı seçenler geride kaldı. Zira bazı Araplar, Kufe’de işlerin kolay olacağını sanarak Hüseyin’e katılmıştı, ama durumun ciddiyeti ortaya çıktığında bu yolculuğun zahmetine ortak olmanın anlamını yitirdiğini düşündüler.
Sabah güneşi doğduğunda Hüseyin, yanındakilere yeterli miktarda su almalarını emretti ve kafile yeniden yola koyuldu. Yol üzerinde Batnü’l-Akabe adlı konaklama noktasından geçtiler ve orada kısa bir süre durakladılar.
Bu sırada, Benî Akreme kabilesinden yaşlı bir adam olan Amro b. Lüzan, Hüseyin’e yaklaşıp nereye gitmeyi düşündüğünü sordu. Hüseyin, Kufe’ye gitmeyi hedeflediğini belirtti. Yaşlı adam, Kufe halkının destek vermeyeceğini ve bu yolculuğun sonunda karşısında yalnızca kılıç ve savaş bulacağını söyleyerek geri dönmesini tavsiye etti.
Bunun üzerine Hüseyin şöyle karşılık verdi: ‘Tehlike ve sıkıntıların farkındayım. Ama Allah’ın iradesi, her niyetin ve her hesabın üzerindedir. Onun takdirini kimse değiştiremez.’”
Yolculuğun devamında, Doğu Araplarından Dahhak b. Abdullah Meşrikî ile Mâlik b. Nazr, Hüseyin’in yanına gelip selam verdiler ve vedalaşmadan önce, geliş sebeplerinin yaklaşan tehlike konusunda onu uyarmak olduğunu söylediler. Kufe’nin havası ve muhaliflerin tutumu, Hüseyin’e karşı savaş için bir araya gelindiğine işaret ediyordu.
Bu uyarılar üzerine Hüseyin, yanındakilere neden kendisini desteklemediklerini sordu. Kimileri borçları yüzünden, kimileri ise ailelerine karşı sorumlulukları nedeniyle kalamayacaklarını ifade etti. Fakat son ana dek yanında kalabilecek olanlar, açıkça Hüseyin’den izin istediler ve gerektiğinde onu savunmak üzere orada olacaklarını söylediler.
Ali bin Hüseyin,  yolculuk boyunca her nerede kafile durup tekrar yola çıksa, Hüseyin’in sürekli olarak Yahya bin Zekeriya’yı hatırladığını, Zalim İsrailoğulları tarafından başı kesilen Yahya’nın uğradığı musibeti örnek verir, o acıyı andığını rivayet etti.
“Daha sonra kafile, Şeraf adında bir yere ulaştı. Öğleye yaklaşırken, yolculardan biri aniden ve vaktinden önce ezan okumaya başladı. Uzakta hurma ağaçları gördüğünü ve bu nedenle vakit geldi sandığını söyledi. Ancak diğer yarenler bu iddiadan şüphe ettiler; zira o çevrede hurma ağaçları bilinmiyordu. Hüseyin, uzaktan görülen şeyin büyük ihtimalle düşman süvarilerinin atlarının kulakları olduğunu tahmin etti.
Bu gelişmenin ardından Hüseyin, arkadaşlarına bu bölgede bir sığınak bulup bulamayacaklarını sordu; böylece bir saldırı durumunda sırtlarını güvene alıp sadece bir yönden düşmanla yüzleşebilirlerdi. Kendisine, “Zü Husam” adıyla bilinen dağa doğru gitmeleri önerildi—eğer oraya erken ulaşabilirlerse, dağ doğal bir korunak olarak işe yarayabilirdi.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Değerli dinleyiciler podcastimizin bu bölümünün sonu, yalnızca Hüseyin’in yolculuğundaki bir menzilin tamamlanışı değil; aynı zamanda tarihin zirvesine ulaştığı bir dönüm noktasıdır. Bu yol, hakikate olan aşkın ve zulüm karşısındaki direnişin, her adımda daha da belirginleştiği bir güzergâhtır. Hüseyin’in kafilesi artık Kerbelâ’ya çok daha yakındır—öyle bir yer ki, orada iman ve cesaretin sesi, ebediyen tarihin kalbinde yankılanacaktır.
Bir sonraki bölümde, birlikte bu yolculuğa devam edeceğiz ve Kerbelâ’ya varışın hikâyesini takip edeceğiz, hak ile batılın en kader belirleyici karşılaşmaya sahne olduğu yerdir orası. Eğer bu podcast, kalbinizi bu yolculuğun gerçeğine bir adım daha yaklaştırdıysa ya da içinize hakikatin yükünden bir pay bıraktıysa, bizimle kalın. Bu podcasti başkalarıyla da paylaşın, çünkü bu sözler, yalnızca geçmişin sesi değil, bugünün ve yarının çağrısıdır.
Sizlerden ayrılmadan önce podcastlerimiz ile ilgili görüşlerinizi [email protected] üzerinden iletebileceğinizi hatırlatıyoruz. Bu podcast "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulmuştur.  Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz. 
Unutmayın: Bu yolculuğun her adımı, adalete duyulan aşka ve direnişin erdemine dair bir derstir. Gönlünüz aydın, yolunuz açık olsun.” 
Sizlerden ayrılırken hepinizi yüce Allah’a emanet ediyoruz. /