Hüzünlü nefes-8
https://parstoday.ir/tr/news/religion-i279214-hüzünlü_nefes_8
İran Radyo Podcast Tahran’dan siz değerli dinleyicilere merhaba. “Hüzünlü Nefes” podcastinin bir başka bölümüne hoş geldiniz. Bu podcastte, Yasin Hicazî’nin yazdığı ve Şeyh Abbas Kummî’nin “Nefes el-Mahmum” adlı eserinden esinlenerek kaleme aldığı “Âh” kitabından yola çıkarak Aşura’nın hikâyesini anlatıyoruz.
(last modified 2025-09-21T05:41:13+00:00 )
Temmuz 07, 2025 16:29 Europe/Istanbul
  • Hüzünlü nefes-8

İran Radyo Podcast Tahran’dan siz değerli dinleyicilere merhaba. “Hüzünlü Nefes” podcastinin bir başka bölümüne hoş geldiniz. Bu podcastte, Yasin Hicazî’nin yazdığı ve Şeyh Abbas Kummî’nin “Nefes el-Mahmum” adlı eserinden esinlenerek kaleme aldığı “Âh” kitabından yola çıkarak Aşura’nın hikâyesini anlatıyoruz.

Bu bölümde, Hüseyin ve yarenleri ile birlikte son günlere yaklaşıyoruz; kuşatma, vefasızlık, su kıtlığı ve verilen sözlerin ağırlığı her şeyi daha da zorlaştırıyor. Kerbelâ’yı yalnızca tarihsel bir olay olarak değil, hayatımızda  canlı ve akan bir hakikat gibi görmeye çalışıyoruz; her an yeni anlamlar doğurabilecek bir hikâye olarak. Haydi, bir kez daha bu hüzünlü yolculuğa birlikte devam edelim; “Âh” kitabıyla ve “Hüzünlü Nefes”in sesiyle.

Fakat tarihi yolculuğumuza çıkmadan önce bu podcastin  "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulan bir podcast serisi olduğunu hatırlatıyorum. Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilir, görüş bölümünde yorumlarınızı bizimle paylaşabilirsiniz.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-

Hicrî 61 yılının Muharrem ayının ikinci günü, Hüseyin’in -a.s.- kervanı yeni bir toprağa ulaştı. Hüseyin -a.s.- yanındakilere bu yerin adını sordu. Ona “Kerbelâ” ve “Neynava” dediler. O anda yüreğine ağır bir hüzün oturdu; gözlerinden yaşlar aktı ve anladı ki burası, hayatının en zor günlerini yaşayacağı yerdi. Bu toprak, Cebrail’in Allah’ın Peygamberi Muhammed Mustafâ’ya -s.a.a.- haber verdiği yerdi. Hüseyin yolunun sonun burası olduğunu hissetti; kanının döküleceği ve kabrinin olacağı yer…

Kervanın tamamı oraya indi ve erzaklarını, yüklerini  yere bıraktılar. Hüseyin, yanındaki yüzlerce kişiyle birlikte durdu ve Kufe’nin ileri gelenlerine bir mektup yazdı. Mektubunda Allah’ı anıp, Emevîlerin zulüm ve baskılarından söz etti. Hüseyin açıkça belirtti ki bu hükümran çetesi, Allah’ın velayetini ayaklar altına almış ve haram ile helali yer değiştirmiştir.

Hüseyin, kendisinin insanları doğru yola çağırma konusunda herkesten daha layık olduğunu ilan etti ve eğer Kufe büyükleri verdikleri sözlere sadık  kalmazlarsa, yoluna tek başına devam edeceğini ve yalnızca Allah’a tevekkül ettiğini belirtti. Bu mektup, Hüseyin’in hakka olan bağlılığının bir göstergesiydi; içinde yenilgi ya da umutsuzluk yoktu. Mektubu toparladı, mühürledi ve önlerindeki günler için hazırlığa başladı.

Tam bu sırada, Hüseyin’in sadık yarenlerinden biri olan Nâfi’ ayağa kalktı. O, gerçek bir Şii’ydi ve her daim vefasını göstermişti. Nâfi’ iyi biliyordu ki Allah’ın Peygamberi bile herkesin kalbini kazanamamıştı; her zaman görünüşte yardım eden ama içinde sadakatsizlik  barındıran kişiler olmuştur. Aynı durum Hüseyin’in babası Ali’nin döneminde de yaşanmıştı. Bazı kişilersöz verir, fakat çok geçmeden verdikleri sözlerden dönerlerdi. Ama Nâfi’ Hüseyin’in yürüdüğü yolun, açık ve haklı bir yol olduğunu biliyordu. Kalbi huzurlu ve emindi.

Hüseyin’in diğer yarenleri da ona moral verdi. Onlardan biri olan Büreyr, herkese hitap ederek Hüseyin’in varlığının kendileri  için büyük bir nimet olduğunu  söyledi. Onlar, gerekirse canlarını vermeye hazır bir şekilde Hüseyin’in yanında kalmak istiyorlardı. Hüseyin’in dedesi, kıyamet günü kendilerine şefaatçi olacaktı ve içtenlikle, asla Peygamber’in torununu yalnız bırakmayacaklarına arzu ettiler.

Bu sırada Hüseyin, ashabına dönerek insanların çoğunun dünya peşinde olduğunu söyledi. Din, onlar için yalnızca çıkar sağladıkları sürece peşinden gittikleri bir tat gibiydi; fakat bir imtihanla karşılaşınca, gerçekten inananların sayısı oldukça azalıyordu.

Ardından Hüseyin, çocuklarını ve en yakın aile fertlerini etrafına topladı. Bir süre onları süzdü; boğazına bir düğüm oturdu ve gözyaşlarına hakim olamadı. Sonra Allah’a yöneldi ve yaşadığı acılardan bahsetti. Hüseyin, Allah’tan haklarını geri almasını ve zalim kavim üzerinde zafer ihsan etmesini niyaz etti.

O günlerde İbn-i Ziyâd, Hüseyin’e bir mektup  gönderdi. Mektupta, Hüseyin’in Kerbelâ’ya ulaştığını öğrendiğini ve Yezîd’in emriyle, Hüseyin teslim olmadıkça  ya da onun hükmüne geri dönmedikçe huzur ve yiyeceğin kendisine haram olduğunu yazdı. Mektubun dili tehdit doluydu ve baskıcıydı.

Mektup Hüseyin’e ulaştığında, onu okudu ve umursamazca bir kenara bıraktı. Hafifçe şöyle mırıldandı: “Allah’ın gazabına karşılık halkın rızasını satın alanlar asla kurtuluşa ermez.” İbn-i Ziyâd’ın elçisi, bu sözlere karşı Hüseyin’in cevabını sordu. Ancak Hüseyin şöyle dedi: “Bu mektuba verecek hiçbir cevabım yok.” Böylece mektuptaki ifadelerin, en ufak bir yanıtı bile hak etmediğini açıkça ortaya koymuş oldu.

Ancak kısa bir süre sonra, mektubu İbn-i Ziyâd’a götüren elçi geri döndü ve yeni haberler getirdi. Kufe valisi Ubeydullah b. Ziyâd, Ömer b. Sa’d’ı 4 bin süvariyle birlikte ovaya göndermişti. Ömer Sa’d, bunun karşılığında Rey şehrinin valiliği sözünü Ubeydullah’tan almıştı. Ordusuyla birlikte, Hamam-ı A'yin adlı bölgede karargâh kurmuştu.

Hüseyin -a.s.- ve kervanı Neynava topraklarında konakladığında, Ubeydullah b. Ziyâd Ömer b. Sa’d’ı çağırarak ona Hüseyin’e doğru hareket etmesini emretti. Ömer b. Sa’d ilk başta tereddüt  etti ve bu görevi yerine getirmek istemeyerek valilikten çekilmek istediğini dile getirdi. Fakat İbn-i Ziyâd ona, ancak görevi devredip emri geri verirse istifasının kabul edileceğini söyledi.

Ömer b. Sa’d, karar vermek için bir günlük mühlet istedi. O geceyi endişe ve huzursuzluk içinde  geçirdi; yakınlarıyla istişarede bulundu ve çoğu onu Hüseyin’le savaşmaması için uyardı. Bu kişiler arasında, onun yeğeni Hamza da vardı. Hamza, Ömer’e hiçbir şekilde bu işe kalkışmamasını, servet ve makam uğruna Peygamber’in torununun kanına girmeye razı olmamasını tembih etti.

Fakat yine de, Ömer b. Sa’d gece boyunca zihninde bu görevi kabul edip etmemesi gerektiğiyle boğuştu. Sabah olunca İbn-i Ziyâd’ın huzuruna çıktı ve artık isminin dillere düştüğünü, bu  görevde bulunmayı gerekli gördüğünü söyledi. Başka kişilerin gönderilmesini teklif ettiyse de İbn-i Ziyâd bu öneriyi reddetti ve şöyle dedi: “Eğer gitmek istiyorsan, hemen bu orduyla yola çık. Yoksa hem orduyu hem de makamı bırak.”

Sonunda  Ömer b. Sa’d bu görevi kabul etti ve 4 bin süvariyle yola çıktı. Ordusu, Muharrem ayının 3. günü Kerbelâ’da Hüseyin ve yarenlerinin karşısında konuşlandı; böylece kuşatma halkası iyice daraldı.

Ömer b. Sa’d, artık Hüseyin’e karşı olan ordunun komutanı olarak, ona bir elçi göndermeye karar verdi; amacı Hüseyin’in geliş sebebini öğrenmekti. Aklına  ilk gelen isim Urve b. Kays oldu. Fakat Urve daha önce Hüseyin’e mektup yazıp onu davet ettiği için şimdi onunla yüzleşmekten utandı ve gitmeyi kabul etmedi. Ömer b. Sa’d diğer komutanlara da başvurdu, ancak onların çoğu da daha önce mektup yazmışlardı ve hiçbiri Hüseyin’in huzuruna çıkmaya yanaşmadı.

Ardından, cesareti ve sertliğiyle tanınan Kesîr b. Abdullah adında biri gönüllü oldu. Ancak amacı yalnızca bir konuşma değildi; hatta, Ömer b. Sa’d izin verirse Hüseyin’i  gafil avlayacağını bile dile getirdi. Ömer b. Sa’d buna karşılık sadece Hüseyin’in geliş sebebini öğrenmek istediğini ve onu öldürme niyetinde olmadığını söyledi.

Kesîr, Hüseyin’in çadırlarına yaklaştığında, Hüseyin’in yarenlerinden Ebu Semâme es-Sâidî onu tanıdı. Ebu Semâme, Kesîr’in acımasız ve gözü kara bir adam olduğunu biliyordu. Bu yüzden onu durdurdu ve kılıcını bırakmasını istedi. Kesîr bunu reddetti ve sadece elçi olduğunu söyledi. Ancak Ebu Semâme, onu Hüseyin’e yaklaştırmayacağını belirtti ve aralarında bir tartışma başladı. Sonunda Kesîr, Hüseyin’le konuşamadan geri dönmek zorunda kaldı ve Ömer b. Sa’d’a başarısız olduğunu bildirdi.

Bunun üzerine Ömer b. Sa’d, Kurra b. Kays’ı çağırdı ve ondan Hüseyin’in yanına gidip geliş sebebini sormasını istedi. Kurra yola çıktı. Hüseyin onu  gördüğünde, yakın dostlarından Habîb b. Mezâhir’e dönüp onu tanıyıp tanımadığını sordu. Habîb, onu tanıdığını, kendi kavimlerinden biri olduğunu ve eskiden iyi bir adam izlenimi verdiğini söyledi. Bu cephede onu görmeyi asla beklemediklerini dile getirdi.

Kurra selam verdi ve Ömer b. Sa’d’ın mesajını Hüseyin’e iletti. Hüseyin, Kufelilerin bizzat kendisine mektup yazarak onu davet ettiklerini söyledi ve eğer artık onu istemiyorlarsa, geri döneceğini bildirdi. Habîb b. Mezâhir ise Kurra’ya bu davranışının ne anlama geldiğini sordu ve ona, Allah’ın Hüseyin’e atalarının vesilesiyle yüce bir makam lütfettiğini hatırlattı.

Kurra, Hüseyin’in cevabını alarak  Ömer b. Sa’d’a döndü ve söylediklerini iletti. Ömer b. Sa’d, bu cevabı duyunca içten içe, olayın savaşa ve kan dökülmesine varmadan çözülmesini umut etti.

Bu görüşmeden  sonra Ömer b. Sa’d, Ubeydullah b. Ziyâd’a bir mektup yazdı ve gelişmeleri rapor etti. Hüseyin’in geldiği nedenleri sorduğunu ve onun da halk tarafından davet edildiğini, eğer şimdi vazgeçtilerse dönmeye hazır olduğunu söylediğini aktardı.

Ubeydullah, Ömer b. Sa’d’ın mektubunu okuyunca, artık Hüseyin’in kuşatma altına alındığını ve kaçacak bir yolunun kalmadığını düşündü. Bu yüzden tekrar Ömer b. Sa’d’a mektup yazdı ve ona şu talimatı verdi: “Hüseyin’den, Yezîd’e biat etmesini istesin. Eğer Hüseyin ve yarenleri biat ederlerse, bundan sonra ne yapılacağına dair kararını verecekti.”

Ömer b. Sa’d bu mesajı alınca, artık Ubeydullah’ın barışçıl  bir çözüm aramadığından emin oldu; zaten en başından beri barış ümidi çok azdı. Kendisi de  biliyordu ki Hüseyin böylesi bir biati asla kabul etmeyecekti. Bu yüzden bu teklifi Hüseyin’e iletmedi.

-+-+-+-+ ara +-+-+-+-

Aynı zamanda, Ubeydullah b. Ziyâd, Kufe halkını toplamaya başladı. Kendisi camiye gidip halka hitap etti. Konuşmasında, Yezîd’i layık ve cömert bir lider olarak tanıtmaya çalıştı ve Hüseyin’le savaşmaları için halkı maddi vaatlerle ikna etmeye uğraştı. Konuşmasının sonunda, halkı yeniden savaşa hazırlanmaya ve Ömer b. Sa’d’ı desteklemeye çağırdı.

Ancak Kufelilerin çoğunun yüreğinde Hüseyin’le savaşma arzusu yoktu; birçoğu gönülsüz ve mecburen orduya katıldı, bazıları ies kaçmayı tercih etti. Ubeydullah, geri kalanları korkutmak için, orduya katılmayanları en küçük gerekçelerle cezalandırdı. Hatta mirasını almak üzere Kufe’ye gelmiş  bir kişiyi dahi öldürttü. Bu olay, halk  arasında büyük bir korkuya neden oldu ve artık  kimse onun emirlerine karşı gelmeye cesaret edemedi. Böylece, aldığı bu önlemlerle, Muharrem’in 6. gecesinde Ubeydullah’ın ordusu 20 bin süvariye ulaştı.

Bu günlerde Ubeydullah b. Ziyâd, Kufe’nin bazı ileri gelenlerini zorla ordusuna katmak için harekete geçti. Şebes b. Rebî’ adlı kişiye haber göndererek onu Hüseyin’le savaşmaya zorladı. Şebes, bu görevden kaçmak  için hasta numarası yaptı; fakat Ubeydullah, onu tehditlerle ve Kur’an ayetlerini hatırlatarak gelmeye  mecbur etti. Şebes gece vakti Ubeydullah’ın yanına geldi, üzerinde hastalığa dair hiçbir belirti yoktu ve orduya katıldı.

Ubeydullah, Kufeli komutanları ardı ardına birlikleriyle birlikte Ömer b. Sa’d’ın yanına gönderdi: Şebes b. Rebî’ 1000 kişilik bir kuvvetle,  Kâ’b b. Talha üç bin kişiyle, Yezîd b. Rekâb Kelbî iki bin kişiyle, Hasîn b. Numeyr dört bin kişiyle, Muzâhir b. Rehine üç bin kişiyle, Nasr b. Harşe iki bin kişiyle, Haccâr b. Ebcer bin kişiyle, Ve Şemr b. Zilcevşen dört bin kişiyle yola çıktı.

Ayrıca, Hürr’ün komutasında Kâdisiye’den bin kişi ve Ömer b. Sa’d’ın getirdiği 4 bin kişi daha vardı. Tüm bu sayıya karşılık, Hüseyin’in  yanında yalnızca 82 kişi bulunuyordu; bunların 32’si süvari, geri kalanı piyadeydi. Hepsi de son derece kısıtlı imkânlarla, sadece kılıç ve mızraklarla donatılmıştı.

Ubeydullah, Ömer b. Sa’d’a bir mektup yazarak, elinden gelen her şeyi yaptığını ve ihtiyaç duyduğu tüm asker ve süvarileri gönderdiğini bildirdi. Sabah akşam ondan  haber beklediğini vurguladı ve bu işi bir an önce bitirmesini istedi. Muharrem’in 6.  gününden itibaren Ubeydullah, Ömer b. Sa’d’ı savaşa başlaması için teşvik ediyordu.

Aynı günlerde Ubeydullah, Hüseyin ve yarenlerinin Fırat Nehri’nden su almalarının engellenmesi emrini verdi. Ömer b. Sa’d da derhal Amr b. Haccâc’ı 500 süvariyle Fırat kıyısındaki Şerîa bölgesine gönderdi. Böylece su yolu kesildi; artık Hüseyin’in çadırlarına bir damla bile su  ulaşmıyordu. Bu hadise, Hicrî61 yılının Muharrem ayının 7. gününde gerçekleşti.

İbn-i Ziyâd’ın ordusundan biri, yüksekçe bir tepeye çıkarak Hüseyin ve ashabıyla alay etti; seslenerek artık su içmeyi  akıllarından çıkarmaları gerektiğini söyledi. Hüseyin ise ona sert bir lanet okudu. Rivayet edilir ki o adam, bu olaydan sonra şiddetli bir susuzlukla kıvranarak hiçbir suyla serinleyemeden can verdi.

Habîb b. Mezâhir, Hüseyin’in sadık sahabesinden biri olarak, onun izniyle gece karanlığında gizlice yakındaki Benî Esed kabilesine gitti. Onlara şöyle dedi: “Size en yüce  daveti getirdim; Peygamber’in kızının oğluna yardıma çağıran bir davet.” Onları Hüseyin’i desteklemeye ve kuşatmadan kurtarmaya çağırdı ve bugünkü yardımlarının hem dünya hem de ahirette onlara izzet ve saadet getireceğini söyledi.

Benî Esed kabilesi içinde Abdullah b. Beşîr adında cesur bir adam öne çıktı ve bu çağrıyı kabul etti. Coşkuyla diğer kabile mensuplarını da davet etti ve zamanla doksan kadar kişi, Hüseyin’e yardım  etmek üzere hazırlanıp gece yola çıktılar. Fakat yolda ilerlerken, bu harekete dair haberler Ömer b. Sa’d’a ulaştı.

Hüseyin’e katılmak isteyen Benî Esed mensuplarının hareketinden haberdar olan Ömer b. Sa’d, onlara engel olmak için Erzek adlı bir adamı 400 süvariyle birlikte üzerlerine gönderdi. Bu grup, Fırat Nehri kıyısında Benî Esed'in yolunu kesti. Hüseyin’in çadırlarına çok az bir mesafe kalmıştı ki şiddetli bir çatışma başladı. Kufeli süvariler çok daha güçlü bir saldırıyla  üstünlük sağladı. Sayıca ve teçhizatça yetersiz kalan Benî Esed, direnemedi ve geri çekilerek kabilelerine döndü. O gece, İbn-i Sa’d’ın ordusunun gece baskını yapmasından korkan Benî Esed kabilesi çareyi göç etmekte  buldu ve bölgeyi terk etti.

Tüm bu olup bitenleri gören ve gayretine rağmen sonuç alamayan Habîb b. Mezâhir, derin bir keder ve yorgunlukla Hüseyin’in çadırlarına döndü. Yaşananları anlattığında, ordunun tamamını saran hüzün dalgası yoğunlaştı. Hüseyin ise her zamanki sükûnetiyle, işini Allah’a havale etti ve tevekkülünden zerre taviz vermedi.

-+-+-+-+ ara +-+-+-+-

Değerli dinleyiciler ve yol arkadaşları, “Hüzünlü Nefes” podcastinin bir başka bölümü sona erdi. Bu  bölümün sonuna kadar bizimle beraber olduğunuz için içtenlikle teşekkür ederiz.

Bu bölümde Kerbelâ’nın çetin günlerini birlikte yaşadık; kuşatma, susuzluk, azalan vefa ve kırık kalplerle dolu günleri. Hikâye, umut ve bekleyişle başladı ve yüzyıllar sonra dahi içimizde canlı kalan bir anlatıya dönüştü.

Gelecek bölümlerde de sizinle birlikte olacağız; Hüseyin’in -a.s.- ve yarenlerinin kaderine tanıklık etmeye devam  edeceğiz. Bu anların her biri iman ve direnişin bir rengini taşıyor ve bizleri düşünmeye, sorgulamaya davet ediyor.

Sizlerden ayrılmadan önce podcastlerimiz ile ilgili görüşlerinizi [email protected] üzerinden iletebileceğinizi hatırlatıyoruz. Bu podcast "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulmuştur.  Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz.

Unutmayalım: Kerbelâ sadece uzak bir tarihsel olay değil, her zaman ve her yerde yeniden yaşanabilecek bir gerçektir.

Bir sonraki bölümde  yeniden buluşuncaya dek, kendinize iyi bakın ve kalbinizde umut ve hakikatin ışığını daima canlı tutun./