Hüzünlü nefes-9
https://parstoday.ir/tr/news/religion-i279216-hüzünlü_nefes_9
İran Radyo Podcast Tahran’dan herkese selamlar. “Hüzünlü Nefes” podcastinin bir başka bölümüne hoş geldiniz. Bu bölümde, Tâsuâ gecesi ve gündüzünün hikâyesine kaldığımız yerden devam ediyoruz; öyle bir zaman ki, susuzluk, endişe ve Hz. Hüseyin’in yarenlerinin sadakati en yüksek noktasına ulaşıyor.
(last modified 2025-09-21T05:41:13+00:00 )
Temmuz 07, 2025 16:30 Europe/Istanbul
  • Hüzünlü nefes-9

İran Radyo Podcast Tahran’dan herkese selamlar. “Hüzünlü Nefes” podcastinin bir başka bölümüne hoş geldiniz. Bu bölümde, Tâsuâ gecesi ve gündüzünün hikâyesine kaldığımız yerden devam ediyoruz; öyle bir zaman ki, susuzluk, endişe ve Hz. Hüseyin’in yarenlerinin sadakati en yüksek noktasına ulaşıyor.

Anlatımız yine Yasin Hicazî’nin, Şeyh Abbas Kumî’nin “Nefes el-Mahmum” adlı eserinden esinlenerek kaleme aldığı “Âh” kitabından ilhamla şekilleniyor. Amacımız, Kerbelâ’nın acı dolu hakikatini sade, içten ve dolaysız bir dille aktarmak.
Fakat tarihi yolculuğumuza çıkmadan önce bu podcastin  "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulan bir podcast serisi olduğunu hatırlatıyorum. Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilir, görüş bölümünde yorumlarınızı bizimle paylaşabilirsiniz. 
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Susuzluk, Kerbelâ çölünde Hüseyin ve yarenlerini her an daha da bitap düşürüyordu. Hüseyin, kadınların çadırlarının arkasında birkaç adım güneye yöneldi ve sade bir kazmayla toprağı kazmaya başladı. Kısa bir süre sonra, toprağın derinliklerinden serin ve tatlı bir su fışkırdı. Herkes sevinçle o suyu içti, su tulumlarını doldurdu. Ancak çok geçmeden su tekrar toprağın içine çekildi ve bu haber İbn Ziyâd’a ulaştı.
İbn Ziyâd hemen Ömer bin Sa’d’a bir mektup gönderdi: “Duydum ki Hüseyin kuyu kazıp su bulmuş. Ne pahasına olursa olsun bunu engelle. Onların suya ulaşmasına izin verme.” Bu emirle birlikte Ömer bin Sa’d kuşatmayı daha da daralttı. Çadırların üstüne çöken susuzluk, artık yüzlerdeki renkleri solduruyordu.
Bu esnada, ashabın içinde, Bureyr adında ibadetiyle bilinen, saf yürekli bir adam  vardı. Hüseyin’in arkadaşlarının çektiği susuzluğa artık dayanamıyordu. İmam’dan izin almak için yanına gitti ve Ömer bin Sa’d’la su meselesini konuşmak istediğini söyledi. Hüseyin’in izniyle, düşmanın tarafına doğru ilerledi…
Ancak onun sözleri hiç kimsenin kalbini yumuşatmadı. Ömer bin Sa’d, her ne kadar başını önüne eğerek utanmış olsa ve yaptığı şeyin zulüm olduğunu bilse de, Rey valiliği arzusunun cazibesi vicdanının önüne geçti. Ona göre makam ve mevki, adaletten ve doğruyu  söylemekten daha önemliydi. Bureyr, kırık kalple Hüseyin’in yanına döndü ve şu acı gerçeği dile getirdi: Bu çölde, Hakka, güç ve dünya galebe etmiştir.
Hüseyin’in yarenleri susuzluktan iyice bunaldığında, kardeşi Abbas görevi üstlendi. 30 süvari ve 20 piyadeden oluşan bir grupla  birlikte, gece vakti yanlarına birkaç su tulumu alarak Fırat Nehri’ne doğru yola çıktılar. Bu grubun öncüsü Nâfi bin Hilâl’di. Suyun başındaki nöbetçiler onların gelişini fark etti ve Abbas’ın grubunu tanıdılar. Nâfi kendilerini tanıtarak şöyle dedi: “Sadece bu sudan alıp Hüseyin ve dostları için götürmeye geldik.”
Gözcüler, istemeye istemeye su tulumlarının doldurulmasına izin verdiler; fakat diğer nöbetçiler  yaklaştığında çatışma çıktı. Abbas ve Nâfi, arkadaşlarıyla birlikte yaya olanlar su tulumlarını doldurup geri çekilebilsin diye onları oyaladı. Kısa süreli bir çarpışma yaşandı, ancak sonunda Hüseyin’in  yarenleri su dolu tulumlarla çadırlara dönmeyi başardı. Susuzluk bir nebze dindi, fakat kuşatma ve sıkıntılar  hâlâ devam ediyordu.
O gece, Hüseyin ile Ömer bin Sa’d geç saatlere kadar sohbet ettiler. Ancak iki taraftan da hiç kimse  bu konuşmaların içeriğini duymadı. Yine de ordu mensupları ve halk kendi aralarında çeşitli  tahminlerde bulundular. Bazılarına göre, Hüseyin, Ömer bin Sa’d’ı Allah’ttan korkması ve olayların akıbetini düşünmesi için ikna etmişti; savaştan vazgeçmesi gerektiğini vurgulamıştı. Ömer bin Sa’d ise evini, servetini ve ailesini düşünerek endişelenmişti. Ancak iş dünyevî çıkarlarına geldiğinde, görüşmeler sonuçsuz kaldı. Hüseyin sessizliğe büründü ve her ikisi de kendi ordularına geri döndü.
O geceden sonra yalnızca bir pişmanlık kaldı geriye: Belki de bir barış yolu vardı… ama Ömer bin Sa’d başka bir yolu seçti. O andan itibaren, olaylar daha büyük bir trajediye doğru ilerlemeye başladı.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Ömer bin Sa’d, Hüseyin’le yaptığı görüşmenin ardından Ubeydullah bin Ziyâd’a bir mektup yazdı ve Hüseyin’in sunduğu önerileri ona iletti. Mektuba göre, Hüseyin üç seçenekten birini kabul etmeye hazır olduğunu bildirmişti: Geldiği yere dönmek, İslam beldelerinden birinin sınır boyuna gitmek ve orada diğer Müslümanlar gibi yaşamak ya da Müslümanların işlerinde ortak olmak.
 Ömer bin Sa’d, mektubunda bu yolların herhangi birinin halkın selameti ve Allah’ın rızası açısından daha iyi olduğunu  yazdı. Ayrıca, eğer bu teklifleri Hüseyin değil de başka biri yapsaydı ve yine de reddedilseydi, bunun  adaletsiz bir davranış olacağını belirtti.
Ancak mektup Ubeydullah’a ulaştığında, o bu teklifleri Ömer bin Sa’d’ın Hüseyin’e duyduğu merhamet olarak yorumladı, başka bir değeri olmadığını düşündü. O esnada Şimr bin Zi'l-Cevşen ayağa kalktı ve itiraz etti. Ona göre böyle bir uzlaşma, Ubeydullah için bir zayıflık ve yenilgi anlamına gelirdi. Eğer Hüseyin Kerbelâ’dan sağ salim ayrılırsa, ileride daha güçlü bir muhalif olarak geri dönebilir ve Ubeydullah’ı  zayıf düşürmüş olurdu.
Ubeydullah bin Ziyâd, Şimr’in görüşlerini benimsedi ve o anda yeni bir mektupla onu Ömer bin Sa’d’a gönderdi. Bu mektubunda, Hüseyin ve yarenlerinin kayıtsız şartsız teslim olması gerektiğini bildirdi. Eğer teslim olurlarsa, onları Kûfe’ye gönderip kendi hükmünü uygulayacağını; eğer reddederlerse, derhal savaş açılması gerektiğini emretti.
Ubeydulllah, Şimr’e şu talimatı da verdi: Eğer Ömer bin Sa’d bu emri yerine getirmekte gecikirse, komutayı bizzat devral ve Ömer’in başını kesip bana gönder.
Bu ağır üslubun ardından Ubeydullah, Ömer bin Sa’d’a oldukça sert bir mektup  kaleme aldı. Mektubunda ona, görevinin sadece Hüseyin işini nihayete erdirmek olduğunu, tehlikeyi bertaraf etmek ya da uzlaşma yolları aramakla vakit kaybetmemesi gerektiğini hatırlattı. Hüseyin ve yarenleri şartsız teslim olurlarsa kabul edilecekti; aksi hâlde, ordu üzerlerine yürümeli, onları öldürmeli ve onlar üzerindeki intikam, güç ve tahakküm açıkça  gösterilmeliydi. Hatta, Hüseyin  öldürülürse cesedinin atların ayakları altında ezilmesini emrederek, gücünün ve acımasızlığının insanlara ders olması gerektiğini vurguladı. Mektubun sonunda, eğer Ömer bin Sa’d bu emri uygulamaktan geri durursa, ordu komutasını bırakacak ve Şimr onun yerine geçecekti.
Şimr bu mektubu aldığında, hemen Ömer bin Sa’d’a bildirmek üzere yola çıktı. Yola çıkmadan önce, Hz. Abbas’ın annesi Ümmü’l-Benîn’in  akrabalarından ve onun yeğeni olan Abdullah bin Ebî’l-Mahl, Şimr’den bir ricada bulundu: Eğer mümkün olursa, Ubeydullah’tan Abbas ve kardeşleri için bir eman mektubu almasını istedi. Ubeydullah bu talebi kabul etti ve eman yazılmasını emretti.
Şimr, Ubeydullah’ın mektubuyla birlikte Ömer bin Sa’d’a ulaştı ve mektubu ona verdi. Ömer bin Sa’d mektubu okuyunca üzüldü ve umutsuzluğa kapıldı; artık   barış yolunun kapandığını anladı. Ona göre Şimr, uzlaşmaya engel olmuştu. Ömer bin Sa’d Hüseyin’in, Ubeydullah bin Ziyâd’ın hükmünü asla kabul etmeyeceğini; bu nedenle artık savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Yine de  mektubu Hüseyin’e gönderdi ve onu bilgilendirdi. Hüseyin ise kararını vermişti, asla İbn-i Ziyâd’ın hükmünü kabul etmeyecekti ve şehadete hazırdı. 
Şimr, Ubeydullah’ın emrini aldıktan sonra Ömer bin Sa’d’a yaklaşarak ona şöyle sordu: “Bu emri yerine getirip Hüseyin’le savaşacak mısın, yoksa ordu komutanlığını bana mı bırakacaksın?” Ömer bin Sa’d komutanlığı teslim etmedi ve bu işi bizzat yapacağını belirterek Şimr’i piyade kuvvetlerinin komutanı olarak atadı.
Bu konuşmadan sonra Şimr, Hüseyin’in çadırlarına yaklaştı ve ordu içinden Ümmü’l-Benîn’in oğullarına seslendi. Şimr, onların annesiyle aynı kabileden olduğu için kendisini onların dayısı olarak tanıtıyordu. Kastedilen kişiler Hz. Ali’nin dört oğlu olan Abbas, Abdullah, Cafer ve Osman’dı. İlk başta bu dört  kardeş ses vermedi, ancak Hüseyin onlara şöyle dedi: “Her ne kadar Şimr fasık biri ve sizinle akrabalığı bulunsa da, bırakın sözünü söylesin.”
Abbas ve kardeşleri Şimr’in yanına gittiler. Şimr onlara, Ubeydullah bin Ziyâd’ın emannamesini göstererek, bu emanla zarar görmeden bu olaydan kurtulabileceklerini söyledi. Ancak bu dört genç, teklifi şiddetle reddettiler. Şimr’in emanından ve kendisinden uzak durarak, nasıl olur da Ali’nin çocukları ve Hüseyin’in öz kanından olanlar için bir eman verilir de bu eman, Fatıma’nın oğlu Hüseyin’i kapsamayacağını sorguladılar. Bunun üzerine Abbas da şunu vurguladı: “Biz böyle bir emanı asla kabul etmeyiz. Biz Allah’ın emanını, Ubeydullah’ın emanına tercih ederiz.”
Bu sözler karşısında Şimr öfkeye kapıldı ve kendi ordusunun yanına döndü. Aynı anda, Ömer bin Sa’d bağırarak askerlerine savaş hazırlığı emri verdi. Askerleri  atlarına bindiler ve Hüseyin’in çadırlarına doğru ilerlediler.
İkindi namazından sonra, Hüseyin çadırının önünde oturmuştu. Kılıcını dayanak yapmış, başını dizine yaslamış haldeydi. Bu sırada, kız kardeşi Zeyneb düşman ordusunun seslerini duyunca hemen Hüseyin’in yanına geldi. Yaklaştı ve “Feryatlar ve ordunun hareketi her an bize daha da yaklaşıyor” diyerek onu uyardı.
Hüseyin başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Şu anda rüyamda dedem Peygamber’i gördüm. Bana, kısa süre sonra onunla buluşacağımı haber verdi.”
Zeyneb bu sözleri duyunca feryat edip ağlamaya başladı. Fakat Hüseyin onu sakinleştirerek şimdi feryat etmenin ve sabırsızlanmanın zamanı olmadığını söyledi. 
Tam o sırada Abbas, Hüseyin’in yanına geldi ve düşman ordusunun yaklaştığını haber verdi. Hüseyin, kardeşinden ata binmesini ve bazı dostları ile birlikte düşmana doğru gitmesini istedi; geliş nedenlerini sormalarını emretti. Abbas, 20 süvariyle yola çıktı. Habîb bin Mezâhir ve Züheyr bin Kayn da onunla birlikteydi.
Düşman ordusunun karşısına çıktıklarında, neden geldiklerini sordular. Onlar da Emîrin emrinin  ulaştığını, ya kayıtsız şartsız teslim olacakları ya da savaşacaklarını söylediler.  Abbas, bu cevabı Hüseyin’e iletebilmek için biraz süre istedi.
Bu olayın ardından Abbas çadıra geri  döndü ve düşmanın cevabını Hüseyin’e iletti. Hüseyin, ondan bu gece için süre istemesini istedi; çünkü o geceyi dua, niyaz, Kur’ân tilavetiyle geçirmek ve Allah’ı anmak istiyorlardı. Abbas yeniden düşmanın yanına gitti ve bu isteği onlara iletti. Onlar ise bu isteğe isteksizce kabul ettiler. Abbas tekrar Hüseyin’in yanına döndü ve ertesi gün sabahına kadar mühlet verildiğini haber verdi.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Günün son ışıklarıyla birlikte Hüseyin, yarenlerini etrafında topladı. O sırada hasta olan Seccad lakaplı ikinci oğlu Ali, babasına yaklaşarak sözlerini dinlemek istedi. Hüseyin önce Allah’a peygamberlik nimeti, Kur’ân, din bilgisi ve beden sağlığı gibi nimetler için hamd etti ve şükranlarını sundu. Ardından, sevgiyle yarenleri ve ailesini andı. Halk arasında onlarınkinden daha vefalı sahabe ve daha fedakâr bir aile tanımadığını söyledi; gösterdikleri bu sadakat için Allah’tan onlar adına güzel bir karşılık diledi.
Sonra, bu mücadelenin sonucu olarak savaş ve şehadetle karşılaşabileceklerini haber verdi. Tüm sevgisine ve güvenine  rağmen, onların verdiği biati üzerinden kaldırdığını açıkladı. Hepsini serbest bıraktı ve gecenin karanlığında dilerlerse Ehlibeyt’ten birinin elini tutup gitmelerine izin verdi; çünkü düşman yalnızca kendisini istiyordu ve onu ele geçirirlerse diğerlerini takip etmeyeceklerdi.
Bu sözlere karşılık olarak, Hüseyin’in ailesi ve yarenleri birer birer ayağa kalktı. Her biri, sadakatlerini ve fedakârlıklarını  göstererek, Hüseyin’i asla yalnız bırakmayacaklarını, ölmek, tekrar dirilmek ve yine defalarca öldürülmek gerekse bile Hüseyin’den ayrılmayacaklarını söylediler. Hüseyin, Benî Akîl mensuplarına da isterlerse ayrılabileceklerini söyledi; zira Müslim’in şehâdetinin onlar için yeterli olduğunu  belirtti. Fakat onlar da kararlıydılar: Hüseyin’i ve Ehlibeyt’i böyle bir anda terk etmenin utanç olacağını dile getirdiler. Hepsi, Allah ve Peygamber’in evladı uğruna her şeylerini feda etmeye hazır olduklarını bildirdiler.
Abbas bin Ali, Müslim bin Avsece ve Züheyr bin Kayn gibi önde gelen yarenler da tek tek ayağa kalktı. Her biri farklı sözlerle ama aynı yürekle, Hüseyin’e ve Ehlibeyt’e olan bağlılıklarını ifade ettiler ve bu mücadelede son nefeslerine kadar kalacaklarını ilan ettiler.
Bu sadakat ve bağlılık gösterilerinin ardından, Hüseyin ellerini duaya kaldırdı ve yarenleri için Allah’tan güzel bir  mükafat niyaz etti. Sonra onlardan başlarını kaldırmalarını istedi ve her birinin cennetteki makamlarını hatırlattı. Her birinin ismini tek tek andı ve onların cennetteki yerlerini gösterdi.
Muharrem’in dokuzuncu günü Tâsuâ gününün  akşamında, Beşir bin Amr Hazramî’nin oğlunun Rey sınırında esir alındığına dair bir haber ulaştı. Muhammed, bu haberi sakinlikle karşıladı ve bu musibetin sevabını yalnızca Allah’tan umduğunu, oğlunun esir iken kendisinin sağ kalmasını istemediğini söyledi. Hüseyin bu sözleri duyunca, ona biat bağını kaldırdığını, isterse oğlunun kurtuluşu için çabalayabileceğini söyledi. Fakat Muhammed bunu kabul etmedi ve Hüseyin’in yanında kalmayı, gerekirse bu uğurda canını vermeyi tercih etti.
O gece, Hüseyin’in yeğeni olan genç Kasım bin Hasan, kaderinin  ne olacağını merak ederek amcasının yanına geldi. Hüseyin, duygularını gizleyerek Kasım’a  şefkatle yaklaştı ve ona da şehâdetin nasip olacağını bildirdi. Kasım bu haberi sevinçle karşıladı ve Hüseyin’le birlikte ölüme gitmenin kendisi için baldan daha tatlı olduğunu söyledi. Hüseyin, Kasım’a, kendi oğlu Abdullah’a ve diğerlerine işaret ederek, ertesi gün büyük bir şehâdetin onları beklediğini ifade etti.
Ardından, Hüseyin çadırların güvenliğini artırmak amacıyla onların birbirine yaklaştırılmasını ve iplerinin birbirine bağlanmasını emretti. Böylece kadınlar ve çocukların  ortada yer alacağı şekilde bir düzen oluşturuldu; çadırların yalnızca düşmana bakan bir yüzü açık bırakıldı. Ayrıca Hüseyin, çadırların arka kısmında hendek gibi derin bir çukur kazılmasını ve bu çukurun odun ve kamışla doldurulmasını da emretti.
Ardından, büyük oğlu Ali’yi 30 süvari ve 20 piyadeyle birlikte su getirmeleri için gönderdi. Hüseyin, yarenlerinin bu sudan içmelerini tavsiye etti; çünkü bu su, onların son  azığı olacaktı. Aynı zamanda, bu suyla abdest almalarını, gusletmelerini ve elbiselerini  yıkamalarını istedi ki, şehâdetle buluşmaya hazır olsunlar ve giydikleri elbiseler kefenleri olsun.
-+-+-+-+ ara +-+-+-+-
Bu bölümle birlikte “Hüzünlü Nefes” podcast’inin bu bölümü de sona erdi. Fakat bu bölümün sonu, sadece zorlu bir gece ve gündüzün sonu değil. Bu anlatı, kuşatma ve susuzluğa rağmen Hüseyin’in yanında kalan, inancını kaybetmeyen vefalı yarenleri hatırlatır. Tâsuâ, hayattaki en zorlu seçimlerin işaretidir; kalmakla gitmek, sadakatle korku arasında bir tercih anı.
Bir sonraki bölümde Kerbelâ olayının son saatlerine yaklaşacağız; her şeyin zirveye ulaştığı, fedakârlık ve sevginin anlamının daha da netleştiği anlara…
Sizlerden ayrılmadan önce podcastlerimiz ile ilgili görüşlerinizi [email protected] üzerinden iletebileceğinizi hatırlatıyoruz. Bu podcast "İran Radyo" medya servisi tarafından sunulmuştur.  Daha fazla podcast dinlemek isterseniz, https://iranradio.ir/tr web sitesi ve bu sitenin sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz. 
Unutmayın: Aldığımız her karar ve yaptığımız her seçim, Hüseyin’in yarenlerinin karanlığın ortasında yürüdükleri yolun bir devamıdır. Umutlu olalım ve birbirimize umut verelim. /