BAE Dış Siyaset Yaklaşımının Değişmesi
BAE dışişleri bakanı Abdullah bin Zayed'in Suriye ziyareti ve Beşar Esed ile görüşmesi BAE'nin bölgesel siyasetlerini değiştirmekte olduğunu gösterdi. Biz de bu bağlamda bu yaklaşım değişikliğini özel programımızda ele almak istiyoruz.
BAE, 83 bin kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip ve yaklaşık 10 milyonluk nüfusa sahip bir ülkedir. Bu nüfusun yüzde 12'sinden azı bu ülkenin vatandaşı ve nüfusun yaklaşık yüzde 88'i yabancı uyruklulardır. BAE, son on yılda Batı Asya bölgesindeki gelişmelerde önemli bir rol oynamaya başlamıştır. 2000 yılına kadar BAE, güvenlik ve bölgesel siyasette öncelikle Riyad'ın takipçisi olarak hareket etmiştir.
Şeyh Halife bin Zayed'in 2004'te iktidara gelmesinden bu yana BAE'nin dış politikası yeni bir aşamaya girdi. Veliaht Prens Muhammed bin Zayed ile tamamlanan bu dönemin ayırt edici özelliği, BAE'nin rolünün yeni bir tanımının yapılmasıdır. Muhammed bin Zayed, Abu Dabi Emiri ve Birleşik Arap Emirlikleri Başkanı Halife bin Zayed'in felç geçirmesinin ardından 2014'te fiilen iktidarda bulunmaktadır. Küçük kardeşi Abdullah bin Zayed de mevcutta BAE Dışişleri Bakanı olarak görev yapmaktadır.
Muhammed bin Zayed, göreve başladığından beri BAE'nin bölgesel politikasında önemli değişiklikler yaptı. BAE, Veliaht Prens Muhammed bin Zayed ile birlikte, Abu Dabi'yi bölgesel bir güç olarak tanıtmayı amaçlayan müdahaleci bir dış politika izledi. Bu müdahalecilik, BAE'nin ekonomik potansiyeli ışığında 2011 yılında Arap ayaklanmalarının başlamasıyla daha belirgin hale geldi.
Birleşik Arap Emirlikleri, 2011 yılında Libya'ya karşı savaşa katılan ülkelerden biriydi. Birleşik Arap Emirlikleri şimdi doğu Libya'da General Halife Haftar'ın destekçisi olarak Libya'da Türkiye askeri varlığına karşı çıkan bir ülkedir. Mısır'da Birleşik Arap Emirlikleri, 2013 yılında Müslüman Kardeşler Devlet Başkanı Muhammed Mursi'ye karşı düzenlenen protestolar sırasında Mursi'nin devrilmesini destekledi ve Müslüman Kardeşler'i terör listesine aldı. Ayrıca BAE, 2017 yılında Katar ile bağlarını ve ilişkilerini kesen dört Arap ülkesinden biri. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır, Katar'ın teröre destek verdiği iddiasıyla Doha ile bağlarını kopardı ve ülkeye ciddi baskılar ve yaptırımlar uyguladı.
Şüphesiz BAE müdahaleciliğinin zirvesi Suriye ve Yemen'deki iki krizde olmuştur. 2011 yılında ülke, Suriye rejimine karşı resmi olarak Arap-Batı-İbrani-Türk ekseninden yana oldu. BAE, 26 Mart 2015'ten bu yana Yemen'e karşı savaşta Suudi koalisyonunun iki ana üyesinden biri. Burada önemli soru şu: BAE'nin müdahaleci bir dış politika benimsemedeki hedefleri nelerdi?
BAE'nin müdahaleci bir dış politika benimsemede üç hedefi var gibi görünüyor. BAE'nin ilk hedefi, Batı Asya bölgesindeki kaosu bölgedeki konumunu ve etkisini artırmak için bir fırsat olarak kullanmaktı. Aslında Abu Dabi'nin algısı, Batı Asya bölgesinde Mısır, Tunus ve Libya'da devrimlere yol açan 2011 gelişmelerinin bölgede bir güç boşluğuna yol açacağı ve BAE'nin bölgedeki rolünü ve etkisini artırabileceği yönündeydi. Başka bir deyişle, bölgesel konumunu iyileştirmek amacıyla müdahalecilik politikasını benimsemiştir. Bu hedefin peşinde Suudi Arabistan ile de rekabet söz konusu oldu. Nitekim bu rekabet şimdi Yemen'de görülüyor.
BAE'nin ikinci hedefi, bölgede bir İhvancı düzeninin oluşmasını engellemekti. BAE, Suudi Arabistan ile uyumlu olarak bu hedefi takip etti. Buna göre Mısır'daki darbeye desteğini açıklayarak Müslüman Kardeşleri terörist grup ilan etti ve Katar ve Türkiye ile ilişkileri gerginliğe sürükledi. BAE'nin üçüncü hedefi, müdahaleci bir politika benimseyerek İran'ın Batı Asya bölgesindeki konumunu ve direniş ekseninin güçlenmesini engellemekti.
2011'in gidişatı, uzlaşma eksenini zayıflatacak, direniş eksenini güçlendirecek şekilde oldu. Buna göre BAE, Suudi Arabistan ve bölge ve ötesindeki diğer bazı ülkelerle birlikte hareket ederek Suriye krizine müdahale etmiş ve Yemen savaşında Suudi koalisyonda Suudi Arabistan'ın yanında yer almıştır. Financial Times bu hususta şöyle bir yazıya yer vermiştir: "Orta Doğu'daki protestoların ardından BAE, İslamcı hareketlerin ortaya çıkmasını önlemek ve İran etkisine karşı koymak için adımlar atmaya çalıştı. Bu yaklaşımı benimseyen BAE, Husilere karşı savaşta Suudi Arabistan'ın ana ortağı oldu ve binlerce BAE askeri Yemen'e savaşmak üzere gönderildi."
On yılın ardından, BAE'nin dış politikası değişti ve müdahalecilikten ekonomik nüfuza ve siyasi rekabete kaymış görünüyor. BAE, bir yandan Arap ülkeleri arasında Siyonist Rejim İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine öncülük ederken, diğer yandan Türkiye ile olan gerilimi ve İran İslam Cumhuriyeti ile gerginliği azaltmak için harekete geçti. Son hamlede, Abu Dabi Veliaht Prensi kardeşi ve BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed, 10 yıllık müdahalenin ardından Suriye'ye giderek Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile bir araya geldi.
BAE, müdahalecilik yoluyla bölgesel konumunu iyileştiremeyeceğine, ancak ekonomik kapasitesiyle Arap dünyasında ve Batı Asya bölgesinde etkisini artırabileceğine inanıyor gibi görünüyor. Suriye, teröristlerle savaşmak ve altyapının yok olmasına yol açan on yıllık iç savaşın ardından yabancı yatırıma ihtiyaç duyuyor ve bunu memnuniyetle karşılıyor. BAE cumhurbaşkanı danışmanı Enver Gargash, BAE dışişleri bakanının Suriye ziyaretine ilişkin şu açıklamada bulundu: "BAE, kırık köprüler inşa etmeye ve kopmuş bağları düzeltmeye devam ediyor."
Türkiye'ye yönelik benzer bir politika benimseyen BAE, ekonomik yatırım yoluyla Ankara ile ilişkileri canlandırmaya çalışıyor. BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed'in kardeşi ve BAE güvenlik şefi Tahnun bin Zayed, geçtiğimiz günlerde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geldi. David Hurst, Recep Tayyip Erdoğan'ın Muhammed bin Zayed ile görüşmesine atıfta bulunan bir makalede şu değerlendirmede bulundu: "Erdoğan, Muhammed bin Zayed ile yaptığı son telefon görüşmesinin metnini açıklamadı . BAE'nin Veliaht Prensi'nin gerçekte ne vaat ettiğini sadece az sayıda kişi biliyor. Kaynaklara göre, Muhammed bin Zayed, Erdoğan'a 10 milyar dolardan fazla yatırım teklif etti."
David Hurst, makalesinde bu politikadan BAE dış politikasındaki "dalgalanmaların ve istikrarsızlıkların en net işareti" olarak bahsetti.
Ekonomiden yararlanmanın yanı sıra BAE, bölgesel hedeflerine "siyasi rekabet" yoluyla daha iyi ulaşabileceği sonucuna vardı. Bu doğrultuda Katar ile ilişkileri canlandırmış ve İran İslam Cumhuriyeti ile müzakerelere başlamıştır. BAE ulusal güvenlik şefi Tahnun bin Zayed, Katar ile ilişkileri yeniden tesis etmek için Katar'ın başkenti Doha'ya giderek ülke emiri Şeyh Tamim bin Hamad Al-ı Sani ile görüştü.
David Hurst, BAE'nin Katar ile ilişkisi hakkında yazdığı yazıda şu ifadelere yer verdi: "Sadece bir yıl önce BAE, Suudi Arabistan'ın Katar'a yönelik ambargoyu kaldırmasını istemiyordu, ancak bu son ziyaret, kuşatma siyasetinde büyük bir gerilemenin olduğunu gösteriyor."
İngiltere'deki King's Üniversitesi'nde güvenlik uzmanı olan Andreas Craig, BAE Ulusal Güvenlik Şefi Tahnunn bin Zayed'in Katar'ın Doha kentine yaptığı son ziyaret ve Emir Şeyh Tamim bin Hamad Al-ı Sani ile yaptığı görüşme hakkında yazdığı yazıda şu ifadelere yer veriyor: " Tahnun bin Zayed'in Katar ziyaretinin gecikmiş yenilgiye itiraf olduğunu söylemek abartı olabilir. Ancak BAE'ten bir makamın Arap baharından sonra ilk kez Doha'da bulunması BAE ve Katar'ı ideolojik açılardan uzun vadeli bir sürece sokması açısından büyük önem taşıyor."
İran ile ilişkiler konusunda BAE görüşmelere ve müzakerelere başladı. BAE, İran'ın İsrail ile ilişkilerinin normalleşmesini çıkarlarına uygun görmediğinin farkındadır. Öte yandan Biden yönetiminin nükleer müzakereleri yeniden canlandırmaya çalıştığına inanılıyor. Bu arada Suudi Arabistan uzun süredir İran ile görüşmelerde bulunuyor. Bu nedenle BAE de İran ile düşmanlık ve hasımlık yerine gerilimi azaltmak için müzakere etmeyi tercih ediyor. Financial Times, BAE'ye yakın bir kaynağın aktardığına dayanarak, "BAE, İran ile perde arkası görüşmelerini sürdürüyor." ifadelerine yer verdi.
Son nokta ise; BAE'nin dış politikasının müdahalecilikten ekonomik nüfuza ve siyasi rekabete kaymasıdır. Bu durum ve dış siyaset eksen kayması ise küçük ülkelerin yüksek ekonomik potansiyele sahip olsalar bile askeri ve kaotik bir yaklaşımla bölgedeki rollerini ve konumlarını hala iyileştiremediklerini gösteriyor. Bu ülkeler için, barış inşası yaklaşımı veya ekonomik etkiyi sürdürmek daha iyi başarılacaktır.