Direniş Liderlerinin Kudüs ile ilgili duruşları
Direniş Gruplarının liderleri 26 Nisan günü "Kudüs Minberi " sanal oturumunda konuşma yaptılar.
Direniş liderlerinin konuşmalarının birçok ekseni vardı ama aynı zamanda önemli ortak yönleri de vardı.
Direniş gruplarının liderlerinin konuşmalarındaki ortak temalardan biri, İran'ın Filistin davasını destekleyici konumunun takdir edilmesiydi. İran İslam Cumhuriyeti'nin en önemli eylemlerinden biri, mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü Kudüs Günü olarak belirleme girişimidir. Filistin meselesini canlı tutarken, dünya kamuoyunu işgalci rejimin Kudüs'te işlediği suçlardan haberdar eden bu girişim, Dünya Kudüs Günü arifesinde Siyonistlerin öfkesini ve cinayetlerini artırmada önemli bir etkendir.
Bu bağlamda Filistin İslami Cihad hareketi-HAMAS genel sekreteri Ziyad el Nahale, İran'ı Filistin'in sürekli yoldaşı olarak nitelendirerek, Arap ülkelerini eleştirdi ve "Filistin halkının kardeşleri zor koşullarda onları yalnız bıraktı" dedi. Dolayısıyla İran'ın Arap ulus olan Filistin'e desteğinin önemi, Arap ülkelerinin izlediği uzlaşma politikası ışığında daha da artmaktadır.
Direniş gruplarının liderlerinin konuşmalarındaki bir diğer önemli nokta da Kudüs'ün Filistin'in değil, İslam ülkelerinin meselesi olmasına vurgu yapılmasıydı. İslam İnkılabı Lideri de Salı günü İranlı öğrenciler ile görüşmesinde yaptığı konuşmada bu konuyu vurguladı. Direniş liderleri ayrıca Kudüs'ün mezhepsel veya ulusal bir mesele değil, İslami ve ulusötesi bir mesele olduğuna inanıyor. Bu nedenle tüm İslam ülkeleri ve milletleri, Kutsal Kudüs'ü korumakla yükümlü olduğu vurgulandı.
Konuşmalarda değinilen üçüncü nokta, düşmanın stratejisinin işgalci rejime karşı mücadelelerinde Filistin halkını ve Müslüman ulusları hayal kırıklığına uğratmak olduğuna vurgu yapılmasıydı. Normalleşme anlaşmalarının ve bazı Arap yetkililerle Siyonist rejim yetkilileri arasında sık sık yapılan toplantıların amaçlarından biri de Filistin'in geleceğine ilişkin aynı hayal kırıklığını yaratmaktı. Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, bu ümitsizliğe uğratma stratejisine atıfta bulunarak, "Kudüs bizim amacımız ve örneğimizdir. Tüm kısıtlamaları kıracağız" dedi.
Konuşmalarda göze çarpan dördüncü eksen, Arap ülkelerinin Siyonist rejimle uzlaşmalarının Siyonist rejime karşı mücadelede direniş eksenini zayıflatmadığı, mücadele kararlılıklarını ve fikir birliklerini güçlendirdiğiydi. Hizbullah genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah ise bu hususta şöyle düşündüğünü belirtti: "Kudüs işgalcilere karşı direnişin önemli bir parçası" dedi.
Aslında normalleşme anlaşmalarının sonucu direniş grupları arasında Siyonist rejime karşı mücadelede ulusötesi boyutları güçlendirdi. Bu bağlamda artık sadece Filistin değil tüm direniş ekseni tarafları ve ülkeleri bu rejime karşı adeta bir mücadele içerisine girdi. Buna ilaveten Filistin içindeki direniş de Batı Şeria ve Kudüs'te işgalci rejime karşı ortaklaşa savaşıyor. Sonuç olarak Kudüs'ü savunmak önemli bir önceliktir çünkü Kudüs İslami bir yapıya sahiptir. Bu yüzdendir ki Seyyid Hasan Nasrullah ve Abdul Malik el-Husi gibi liderler, Kudüs'ün varlığına yönelik herhangi bir tehdidin bölgesel bir savaşın ortaya çıkması anlamına geleceği konusunda uyarılarda bulunmaktadır.
Direniş liderlerinin ifadelerinde göze çarpan beşinci eksen, işgalci rejime karşı savaşmanın tek yolu olarak direnişin güçlendirilmesiydi. HAMAS Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye, "Direniş, belirli bir grup veya kesimin seçimi değil, tüm Filistinlilerin seçimidir" dedi. Burada önemli olan husus direnişinin sadece Siyonist rejimin işgalini engellemek için değil, Mescid-i Aksa'nın İslami kimliğini, Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını ve Filistinli tutsakların serbest bırakılmasını savunmak için olmasıdır.