Acaba Siz Herzog’un Posta Kodunu Biliyor Musunuz?
Trump yazmaktan çok konuşmayı seven biridir. Ama biri için özgürlük talebiyle mektup yazmak zorunda kalıyorsa, demek ki durum gerçekten ciddidir.
Alınan Not –
İşgal altındaki toprakların Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun son dönemdeki yaşamı, “Hesaptan Kaçış” adını taşıyabilecek yeni bir dizi sezonuna benziyor. Parstoday’ın bu yazısında Netanyahu’nun son dönemdeki zorluklarına ve sıkışmışlığına göz atılıyor. Bu Yahudi siyasetçi ne kamuoyu baskısından kurtulabiliyor, ne yolsuzluk dosyalarının ağır gölgesinden, ne de eski müttefiklerinin eleştirilerinden. Buna rağmen İran ve Hamas’a yönelik tehditlerini benzeri görülmemiş bir özgüvenle sürdürmeye devam ediyor. Bu kadar yüksek perdeden konuşmalar neyi örtbas etmeye çalışıyor? Netanyahu hesap verme anının yaklaştığından mı korkuyor?
Dosya Trafiği Yoğunlaşıyor
Yolsuzluk dosyaları, sabah akşam insanın peşinden ayrılmayan bir gölge gibi yıllardır Netanyahu’yu takip ediyor. “1000” ve “4000” numaralı dosyalar başta olmak üzere, rüşvet, dolandırıcılık ve görevi kötüye kullanma gibi suçlamaları içeren davalar artık kritik aşamalara gelmiş durumda. Netanyahu’nun üç gün süren mahkeme duruşmalarına katılması ve kilit tanıklarla yüzleşmesi, “90. dakikada kaçış” döneminin yavaş yavaş sona erdiğini gösteriyor.
İş öyle bir noktaya geldi ki, aldığı hediyeleri sıradanlaştırmak için başsavcıyı ve Mossad başkanını da işin içine kattı ve onların da benzer “hediyeler” aldığını söyledi. Bu tavır, daha çok çocukların ebeveynlerinin öfkesinden kurtulmak için arkadaşlarını suçlamasına benziyor. Ama her ne olursa olsun, ciddi bir hukuki savunmaya pek benzemiyor.
Trump’ın Israrı, Herzog’un Gamzesi
İşler daha da ilginçleştiğinde, Amerika’nın esprili başkanı Donald Trump, adeta atanmış bir avukat gibi devreye girdi ve eski dostunu kurtarmak için resmi bir mektup kaleme aldı. Her zamanki gibi her şeyi “siyasi” ve “adaletsiz” olarak nitelendiren Trump, İsrail rejiminin Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’dan Netanyahu’yu “tamamen affetmesini” istedi. Elbette cevabını da aldı: “Karşılıklı saygı geçerli, ama önce bizzat sanık ya da ailesi af talebinde bulunmalı.”
Trump’ın Herzog’dan böyle bir yanıt beklemediği kesin. Muhtemelen Beyaz Saray’da gece geç saatlere kadar volta atıp, İsrail rejimine de gümrük tarifesi cezası uygulayıp uygulayamayacağını düşünmüştür. İlginçtir ki, bu mektup İsrail medyasında Netanyahu’nun paniğinin bir göstergesi olarak yorumlandı. Çünkü genellikle sadece mahkûmiyet ihtimali gerçek ve korkutucu hâle geldiğinde insanlar af peşine düşer.
Batı Asya’nın Joker’i
Tüm bu baskılar eşliğinde Netanyahu hâlâ ısrarla Gazze’ye yönelik savaşın sürmesi gerektiğini, Hamas’ın silahsızlandırılması gerektiğini ve İran tehdidinin hâlâ geçerli olduğunu iddia ediyor. Bu söylemler, bir zamanlar Almanya diktatörü Adolf Hitler’in Netanyahu’nun halkına karşı söylediklerine oldukça benziyor. Görünüşteki farklara rağmen, diktatörlerin ruh halleri ve davranışları dünyanın her yerinde şaşırtıcı benzerlikler taşıyor.
Netanyahu, iki yıldır süren Gazze savaşının ilan edilen hedeflerinin hiç birine ulaşmadığını ve sonunda esir takası anlaşmasına razı olmak zorunda kaldıklarını ise hiç dile getirmiyor. 7 Ekim olaylarıyla ilgili olarak kurulan gerçeği araştırma komitesini bile zayıf ve kendi kontrolünde yürütüyor; muhaliflere göre bu sadece sorumluluktan kaçma çabası.
Fırtına Öncesi Sessizlik
Tel Aviv’deki son siyasi gösteri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Amerika’nın Gazze ile ilgili önerdiği karar tasarısını kabul etmesiyle yaşandı. Rejim her zamanki gibi bunu “tarihi bir zafer” gibi gösterdi ve Trump’a hoş görünmek için onun “barış heyeti” ve “20 maddelik planı” hakkında heyecanla konuştu. Ancak işgal altındaki topraklarda hava hiç de sakin değil. Kabinede “iki devletli çözüm” konusunda görüş ayrılıkları zirveye ulaşmış durumda. Netanyahu’nun radikal müttefikleri, Filistin devletiyle ilgili en küçük bir ima bile olursa hükümeti dağıtmakla tehdit ediyor.
Aşırı sağcı İsrail Evimiz Partisi’nin lideri Avigdor Lieberman açıkça şöyle dedi: Bu karar “manda dönemine dönüş” anlamına gelir ve kontrolün kaybedildiğini gösterir. Aşırı sağın içinden bile itiraz sesleri yükseliyorsa, işler o kadar karışmış demektir ki eski dostlar bile artık eleştirenler safına geçmiştir.
Bu arada Batı Şeria’daki yerleşimcilerin artan şiddet eylemleri öyle ifşa oldu ki, Netanyahu bile “iyi polis” rolüne bürünmek zorunda kaldı ve “biz hukuka bağlıyız” demek zorunda kaldı. Elbette kimse açıklamıyor neden yıllardır aynı yasa, yerleşimcilerin büyük bir kısmı için sadece ahlaki bir tavsiye olarak kalmış? Rejimin iç kurumlarının resmî verileri, bu suçların yargı takibinin neredeyse sıfıra indiğini gösteriyor. Bu da tek bir sonuca işaret ediyor: Çöküşe doğru giden bir meşruiyet krizi.
Tüm bu gelişmeler, Siyonist rejimin derin, çok katmanlı ve yapısal bir krizle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Bu ortamda Netanyahu hâlâ hikâyenin kahramanı rolünü oynamakta ısrar ediyor; her gün mahkemeye gidiyor, müttefikleriyle kavga ediyor, radikallerden korkuyor ve aynı zamanda her şeyin kontrolünde olduğunu iddia ediyor. Kontrolünde olmayan tek şey ise sahadaki gerçekler… ve elbette zaman./