Siyonist rejimin NPT’ye katılma zarureti
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Birinci Komitesi, Mısır'ın Siyonist rejimin Nükleer Silahların Üretiminin ve Yayılmasının Yasaklanmasına İlişkin Antlaşma'ya katılması ve nükleer tesislerinin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimine girmesi gereğine ilişkin önerdiği karar tasarısını, İran İslam Cumhuriyeti de dahil olmak üzere 153 lehte oyla onayladı.
Buna karşı görünüşte ve propaganda amaçlı olarak dünyada nükleer silahlarla savaştıklarını iddia eden, hatta İran’ın barışçıl nükleer programı ile boş bahaneler ve Siyonist rejimin baskıları nedeni ile muhalefet eden batı ülkeleri, BM genel kurulunda 150’den fazla oyla kabul edilen fakat zorunluluk getirmeyen bildiri konusunda Amerika ve Kanada’ya eşlik ederek, Mısır’ın önerisine çekimser oy kullanmakla bir kez daha ayırımcı ve çelişkili tutumlarını gözler önüne serdiler.
Üstelik eğer, söylendiği gibi çoğunluk oyu demokrasinin bir ölçüsü ise o zaman bu durumda Mısır'ın önerdiği karar taslağına 150'den fazla ülkenin lehte oy verdiği, ya da bundan 2 gün önce 170 ülke benzer bir eylemde, yine nükleer silah sahibi olarak Siyonist rejimi kast ederek, Batı Asya’yı nükleer silahlardan arındırma planının uygulanmasını talep ettiğinde, batılı hükümetlerin bu eylemi demokratik olarak kabul edilmez.
Buna dayanarak, Siyonist rejimin NPT Antlaşması'na katılmayı reddetmesinin veya Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın düzenleyici güvenlik önlemlerini kabul etmemesinin ana ve önemli faktörlerinden birinin, Batılı ülkelerin doğrudan ve dolaylı, açık ve gizli olan desteği olduğu söylenebilir. Üstelik bu yardımlar olmasaydı, Siyonist rejim nükleer güce asla bu hızla ulaşamayacak, uluslararası gözlemcilerin gözünden uzakta, her geçen gün konvansiyonel olmayan silahları depolayıp biriktiremeyecekti. Aynı şekilde Batılı hükümetlerin desteği olmasaydı Filistin ve diğer Arap ülkelerinin toprakları işgal edilemezdi ve Batı Asya da dünyanın diğer bölgeleri gibi barış içinde yaşar ve gelişme, yakınsama ve ilerleme yolunda adımlar atardı.
Bu yüzden Dimona gibi bazı nükleer santrallerin kullanım ömrünün sona ermesi veya bu rejimin içeride yayılmacı politikalarının devam etmesi ve yurtdışındaki saldırganlıkları nedeniyle bölgedeki olası çatışmalarda nükleer tesislerine yönelik olası zararları dikkate alındığında, her ne kadar siyonist rejimin nükleer gizliliğinin sonuçlarından bizzat ırkçı rejim sorumlu olsa da, yine batılı ülkelerin ahlaki, insani ve hukuki sorumlulukları ve rolleri gözardı edilemez.
Siyonist rejim nükleer silah edinmeyi gündemine aldığında, bu sayede stratejik derinliğindeki zayıflığı telafi etmek istedi, bu da direniş ekseninin füze sahasında caydırıcılık gücüne ulaşamadığı bir dönemdi. Ancak şimdi, işgal altındaki Filistin'in tüm bölgelerinin direniş ekseni füzelerinin menzili altında olduğu söylenebilir ve topyekün bir bölgesel savaşta, tüm nükleer tesisleri hedef alınabilir; nitekim bunun bazı izleri Ukrayna savaşında da görülüyor.
Böyle bir durumda, korsan rejim İsrail'in nükleer çalışmalarının örtbas edilmesi, konuyla ilgili herhangi bir hoşgörüsü ve ihmal, bizzat kendisine ve başkalarına haksızlık sayılır ve telafisi mümkün olmayan sonuçları olabilir.
Bu konudaki endişeleri artıran ise Siyonist toplumda aşırılıkçı ve barış karşıtı eğilimlerin büyümesidir, bu da partilerin bileşimine ve işgal altındaki Filistin'de kurulan kırılgan ve istikrarsız koalisyon hükümetlerinin mahiyetine bakarak anlaşılabilir bir gerçektir./