Neden Trump Korkusu Avrupa’yı Felç Etti?
Parstoday – Avrupa Birliği yetkililerinin ABD Başkanı Donald Trump ile daha fazla gerginlik yaşama korkusu, bu kıtayı küresel arenada aktif bir rol oynamak yerine gelişmeleri pasif bir şekilde izleyen bir konuma sürükledi.
“ABD’nin dengesiz başkanının öfkesini tetiklemekten korkmak, Avrupa Birliği’ni etkili bir jeopolitik aktörden pasif bir gözlemciye dönüştürdü.” Bu cümle, İspanyol gazetesi El País’in Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve güvenlik durumuna dair raporunun özeti niteliğinde; yalnızca bir durumu tanımlamakla kalmıyor, aynı zamanda Trump döneminde Avrupa’nın katmanlı krizlerinin bir aynası. Ukrayna savaşı başladıktan yıllar sonra, enerji krizi, ekonomik durgunluk ve aşırı sağ akımların yükselişiyle birlikte, Avrupa Birliği, Brüksel’deki Bruegel, Avrupa Politika Araştırmaları Merkezi ve hatta Avrupa Dış İlişkiler Konseyi gibi saygın düşünce kuruluşlarının “gerçek an” olarak nitelendirdiği bir noktada bulunuyor; yani Avrupa artık küresel gündemi belirleyemiyor ve değişmekte olan bir dünya düzeninin yüksek maliyetlerini yönetemiyor.
Carnegie Europe düşünce kuruluşu son aylarda defalarca uyardı: Trump’ın otoriter, müzakere odaklı ve öngörülemez tarzı, Avrupa kurumlarının zayıflığını açık bir şekilde ortaya koydu. Brüksel krizlere daha çok tepki gösteriyor, harekete geçmek yerine uyarıda bulunuyor, stratejik bağımsızlıktan bahsediyor ama bunu uygulamaya geçiremiyor. El País bu tehlikeli boşluğu “AB’nin yıpratıcı felci” olarak tanımlıyor.
Ukrayna barış müzakereleri bu durumu açıkça ortaya koyuyor; Washington ve Moskova Avrupa ve hatta Ukrayna olmadan ön bir plan hazırladı; bu plan, Ukrayna’nın doğusunun bazı bölgelerinin Rusya’ya verilmesini içeriyor.
Londra Stratejik Araştırmalar Merkezi, bu süreci “Avrupa’nın kendi güvenliğinden dışlanma anı” olarak nitelendirdi. Böyle bir ortamda, El País’in belirttiği gibi, Avrupa ve Kiev karar verici taraflar olarak değil, “zorunlu taraflar” olarak Washington ve Moskova tarafından hazırlanan belgeyi müzakerelerin temeli olarak kabul etmek ve yalnızca bazı maddeleri müzakere etmek zorunda kaldı. Bu, jeopolitik ölçekte Avrupa’nın aktörden gözlemciye düştüğü noktadır.
Bu pasiflik yalnızca güvenlik alanında değil. Almanya’daki Bertelsmann Vakfı, Avrupa’yı bir “rekabet boşluğu” içinde olarak tanımlıyor. Rapor, Çin’e karşı sanayi geriliği, ABD’ye teknoloji bağımlılığı, azalan yatırımlar ve karmaşık bürokrasi nedeniyle Avrupa şirketlerinin küresel değer zincirinde rekabetten geri kaldığını vurguluyor.
Aynı zamanda, OECD ve Global McKinsey Institute raporlarına göre, Avrupa ekonomisi önümüzdeki on yılda yapısal avantajlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya. Bu düşünce kuruluşlarının çalışmalarına göre, sanayi ve teknoloji reformları ertelenirse, Avrupa Birliği’nin ABD ve Çin ile farkı birkaç yıl içinde “telafi edilemez” boyuta ulaşacak.
Bu durum, eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi tarafından “Avrupa egemenliğine tehdit” olarak nitelendirildi; Avrupa ne üretim yapıyor, ne yatırım çekiyor ne de sert gücünü artırıyor.
Siyasi düzeyde, aşırı sağ partilerin durmaksızın ilerlemesi ve aşırı partilere karşı geleneksel engellerin azalması, AB üye ülkelerinin durumunu daha da karmaşık hale getiriyor. Jacobs Institute raporunda bu süreç, “Avrupa’nın göç, insan hakları ve kolektif diplomasi politikaları için bir kara delik” olarak tanımlanıyor. İsrail’in Gazze’ye saldırılarını kınamakta ve bölgede insan hakları ihlallerine karşı harekete geçmekte AB’nin yetersiz kalması, siyasi bütünlüğün çöküşünün simgesi olarak gösteriliyor.
El País, Avrupa’nın açık ve insani bir konuda bile ortak bir duruş sergileyemediğini hatırlatıyor. Bu, Brüksel’deki pasifliğin kökeninin yalnızca birkaç politik anlaşmazlıktan daha derin olduğunu gösteriyor.
Bu noktada Trump, yalnızca geçici bir meydan okuma değil, aynı zamanda “yapısal krizi hızlandıran bir faktör”; Avrupa Dış İlişkiler Konseyi analistlerinin “Trump etkisi” olarak adlandırdığı şey bu.
ABD Başkanı, müzakere odaklı tarzıyla Avrupa’yı eşitsiz ticaret anlaşmalarını kabul etmeye, güvenlik maliyetlerini artırmaya ve Avrupa’nın çıkarlarına değil, Washington’un kâr-zarar mantığına göre tasarlanmış planlara uyum sağlamaya zorluyor. El País’in belirttiği Ukrayna barış planı, Moskova ile müzakere ve maliyetleri Avrupa’ya yükleme ruhunun açık bir örneğidir.
Böyle bir ortamda, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in “Avrupa’nın bağımsızlık anı” sözleri, gerçeğe göre daha çok bir arzu gibi görünüyor. Avrupa Komisyonu, ardı ardına kriz dalgalarına karşı yıpranmış durumda ve European Policy Centre’in analistlerine göre bu yıpranma, AB’nin artık zor kararları hayal edemeyeceği, uygulamayı ise tamamen imkânsız hale getirebileceği ikili bir tehlike yaratıyor.
El País raporuna göre, Avrupa artık “ucuz Rus enerjisi, ucuz Çin ürünleri ve ucuz ABD güvenliği” modeline güvenemez; bu model çökmüştür. Eğer Avrupa Birliği kısa vadede “Trump korkusundan” kurtulup “pragmatik bir güç” haline gelemezse, yalnızca Ukrayna barış müzakerelerinde değil, yeni dünya düzeninin mimarisinde de etkin bir rol oynayamayacaktır.