Nisan 03, 2016 07:51 Europe/Istanbul

Geçen bölümde mümin ve kafir insanların ölüm anındaki durumundan söz ettik.

Geçen bölümde belirtildiği üzere bir çok mümin ve salih insan mümin oldukları halde bazı günahlar işlemiş olabileceğini, bazı kafir ve müşrik insanlar da küfür ve zulüm etmiş olmalarına karşın yaşamları boyunca bazı iyi amellerde bulunmuş olabileceğini anlattık. Bazı insanlar da vardır ki görecede mümin ve iyi insanlar gibidir, ama gerçekte kötü kaplidir.

Peki bu insanların ölüm anında ve ahiret alemine ayak basarken hali ve akibeti nasıl olur?

İçinde yaşadığımız bu dünya iyilikler ve kötülüklerle beraberdir. Bu dünyada hem iyi ve hem kötü insan yaşar. Bu insanların saadeti veya şakaveti, ömürleri boyunca neler yaptıklarına bağlıdır ve akibetleri de bu amellere göre belirlenir. Her insan ameline göre ebedi saadet veya şakavete kavuşur.

İnsan sorumluluk ve amel alemi olan bu dünyada yaşadığı müddetçe mutlu veya bedbaht olabilir. Ancak ölüm anı gelince artık insanın iradese tamamen yok olur. Bundan sonra insanın iyi ve kötü amelinin birbirine karışması söz konusu değildir. Bundan sonra insan fani dünyadaki amellerine göre değerlendirilir ve ya cennete, ya da cehenneme gider.

Bu dünyada bazı insanların içi ve dışı bir birinden farklıyken, bazılarının da içi dışı birdir. Fakat ahiret alemi insanların içinin keşfedildiği ve gün ışığına çıktığı alemdir. Bu alemde iyi ve kötü birbirinden açık bir şekilde ayrılır.

Peki yüce Allah salih olmayan insanların bazı iyi amellerini nasıl hesaplar? Ya da bazı mümin insanların gaflet yüzünden işlediği kötü ameller nasıl hesaplanır?

Mümin, ama günahkar insan dış görüşünü kirlenen ve üzerindeki elbiseleri kirlendiği için yıkanmaya ve böylece bu kirlerden arınmasına ve gerçek yüzü ortaya çıkmasına hacet olan birine benzer. İnsanların ruhu ve batını da böyledir.

Pak ve safalı bir batını olan, fakat dış görünüşü kirlenen insanın yıkanması ve böylece kirlerden arınması gerekir. Bu insanın yeri cennettir, çünkü batınında Allah’a kulluk ve insani duygular söz konusudur, fakat bazen gaflet yüzünden işlediği günahlardan arınması gerekir.

Gerçekte cennetin yolunu tutmak isteyen bir mümin, her şeyden önce karanlık kirlerden arınması gerekir, çünkü bu kirler üzerinde varken cennete girmesi imkansızdır. Mümin insan Allah’a gerçek iman ve iyi amelleri yüzünden batınını ilahi fıtratla ayakta tutar ve eğer bir öfke veya şehvet yüzünden bilinçli bilinçsiz kötü bir amel işlemişse, iyi batını bu ameli benimsemez ve bunu adet edinmez.

Bu tür mümin insanların karşısında fani dünyadaki yaşamlarını küfür ve şirke bulaştıran insanlar yer alır. Çirkin ameller, zulüm, halkın haklarına el uzatmak ve Allah’ın hürmetini çiğnemek gibi ameller bu insanların içini bozmuştur. Ama yine de bu insanların bazı amelleri onların dış görünüşünü olumlu hale getirmiş olabilir. Ancak bu görece güzel görünüş onların içini etkilememiş ve batınını ıslah etmeye yetmemiştir. Bu yüzden ölüm anındaki zorluk ve sarhoşluk sırasında dış görünüşün üzerindeki bu perde aralanır ve bu insanların gerçek yüzü ortaya çıkar ve böylece hak ettikleri yere yerleşirler. Nitekim Kur'an'ı Kerim’in İnfal suresinin 36 ve 37. Ayetlerinde şöyle okumaktayız:

... Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır. (Bu toplama) Allah'ın murdarı temizden ayıklaması (mümini kâfirden ayırması) ve bütün murdarların bir kısmını diğer bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak cehenneme atması içindir.

Mümin insan hile ve gösteriş ehli olamaz. Mümin insan hakkı idrak ettiği hiç bir konuyu inkar etmez ve elinden geldiğince iyi amelleri yerine getirmeye çalışır ve eğer gaflet yüzünden her hangi bir günah işlediyse Allah teala onun icabına bu dünyada bakar ve örneğin onu bazı hastalıklarla cezalandırır ve böylece onun günahlarını temizler.

Bir çok hadis ve rivayette, müminin yakalandığı hastalık ateşi günahlarının keffareti olduğu beyan edilmiştir. Günahın keffareti demek, yani görece kirliliklerin arınması demektir. Bunun karşı noktasında kafirlerin bu dünyada yaşadığı lezzetler yer alır ki bu da onların dünyevi iyi amellerinin mükafatıdır. Çünkü kafir insan Allah için çalışmaz, Allah’a tapmaz ve esasen Allah katına yakınlaşmak ve takva gibi durumları idrak etmez. Kafir insanın iyi amelleri de dünyevi niyetlerinin sonucudur ve bu yüzden mükafatı da dünyevi niyet ve hedeflerine göredir. Bu yüzden Allah teala bu tür insanlara dünyada mal ve mevki vererek mükafatlandırır ve onları dünyevi hedeflerine ulaştırır.

Ancak mümin insanın hatası veya işlediği günah, genellikle cahilliğinden ve bilinçsizliğinden kaynaklanır Allah teala bu tür günahların izini silmek için mümin insanların başına bazı musibetler nazil eder ve böylece onları hem cezalandırır, hem uyarır. Bu durum ise işlenen günahın keffaretini ödemektir. Bu yüzden mümin insan ölüm anında yüce niyet ve ülkülere bağlı olduğundan fani dünyada katlandıkları zorlukların ardından ölüm anında her türlü günahtan arınmış olarak ebedi dünyaya taşınır.

İnsanlar ister iyi ister kötü, cenneti ve ebedi nimetleri arzu eder. İnsanlar ister adil ister fasık, ister mümin ister kafir, ister başkalarının hakkını çiğnesin ister bu haklara uysun, ebediyette kendileri için en yüce mevkileri arzu eder. Bazıları içindeki küfürü gizleyerek mutlaka cennete gideceklerini zanneder. Bazı mümin insanlar da iman dereceleri yakin derecesine ermediği halde cenneti kesin hakları olarak görür. Ancak daha önceki bölümlerde de belirtildiği üzere ölüm sırasında şeytan başta mümin insanlar olmak üzere herkese uğrar ve onların imanını etkilemeye çalışır.

Gerçekte hakiki mümin olan insanlar şeytanı ölüm anında da tanır ve onun vaatlerine asla kanmaz, ancak iman dereceleri düşük ve yüzeysel olan ve kökleri sağlam olmayan insanlar şeytana kanabilir. O sırada şeytan onlara tebessüm eder ve Haşr suresinde belirtildiği üzere şöyle der:

"İnkâr et" der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.

Oysa mümin insan emin kalple ve güçlü iradesi ile ebediyet aleme bakar ve şeytanın vesveselerinden asla etkilenmez. Mümin insan sarp dağlar gibi korkunç fırtınalardan asla korkmaz.

Ayyaşi tefsirinde İmam Sadık’tan –s– şöyle rivayet edilir: Allah’ın mümin kulları can vermek istediğinde şeytan sağdan ve soldan ona yanaşır ve onun inancını değiştirmeye çalışır, fakat Allah teala buna müsaade etmez. Bu ilahi vaatlerden biridir ve Kur'an'ı Kerim’in İbrahim suresinin 27. Ayetinde şöyle beyan edilmiştir:

Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.

İmam Sadık’ın –s– şeytan sağ taraftan geldiğini beyan etmesinden maksat, sağ taraf insanın iman ve manevi yönünü temsil etmesidir. Sol taraf da insanın maddi ve dünyevi boyutlarını simgeler. Bu yüzden şeytan insana hem maddi ve hem manevi yönlerinden yaklaşır ve etkilemeye çalışır. Bu yüzden mümin insan dünyevi yaşamında sürekli imanını güçlendirmeye çalışır ve eğer bir yerde gaflet yüzünden Allah’ın emirlerine karşı çıktığını anlarsa, hemen tevbe eder, eğer birini incitirse, hemen özür diler, eğer birinin hakkını çiğnerse, hemen telafi eder ve günahlarının birikmesine müsaade etmez.

Salih veya salih olmayan ameler insanların kişiliğini ve kimliğini büyük ölçüde etkiler, öyle ki insan amellerine göre şekillenir ve amelleri sözüne ve davranışına yansır. Buna göre de iyi insan cenneti hak ederken, kötü ve fasık insanın yeri de cehennemdir. 015