Ağustos 01, 2018 22:54 Europe/Istanbul

Sohbetimizin beşinci bölümünde, Suudi Rejimi'nin Yemen'deki İran düşmanlığının sebeplerini anlatmak istiyoruz.

Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanlarından olan Ferid Zekeriya, Suudi Arabistan'ın tekfirci Vahhabiyeti'ni, terörizmin anası olarak değerlendirdi. Londra King College'de görev yapan ve terörizm alanında uzman olarak tanınan Leif Wenar, 2001 yılından beri terörizm yüzünden ölen insanların yüzde 94'ünün Suudi Arabistan himayesinde olan IŞİD ve diğer tekfirci terör örgütleri tarafından öldürüldüğünü ifade etti. İran ise şimdiye kadar bu tekfirci terörist örgütlerine karşı savaşmaya devam etmektedir.

 

Bu bakımdan, öyle görünüyor ki Suudi Arabistan'ın Yemen'deki İran düşmanlığı da bu sebepten kaynaklanmıştır. İran'ın Özellikle IŞİD ve el-Kaide gibi tekfirci Vahhabi teröristlerin karşısında durması Suudi Arabistan'ı ciddi bir şekilde rahatsız etmektedir. Suriye krizinde, İran ve Direniş Ekseni'nin, Amerika, Siyonist Rejim ve Suudi Arabistan'ın ortak ürünü olan IŞİD terör örgütü ve tekfirci Vahabiyet düşüncesine karşı elde edilen zafer bölgeye kurulan kumpasları bozdu. İran gücünün Suriye'de dünya güçleriyle dengeli bir seviyeye ulaşması ve hatta ortaklarıyla,Batı güçlerini yenmesi, Suudi Arabistan'ı son derece rahatsız etti.

 

Bunlara ilaveten, Suudi Arabistan'ın İran İslam Cumhuriyeti'nin bağımsız ve adaletli tutumlarına karşı sergilediği düşmanca tavırların başka nedenleri de vardır. 1979'da kurulan ve her zaman gelişmekte olan İran İslam Cumhuriyeti Nizamı, Batı Asya'daki Suudi Arabistan gibi gerici saltanatları kötü bir şekilde etkiledi. Bu sebepten dolayı bu bölgede var olan Suudi Krallığı gibi bütün krallıklar ve hanedan hükümetleri de jeopolitik değişikliklere sebep olan İran İslam Cumhuriyeti İnkılabı'ndan rahatsızlık durmaya başladılar.

 

Son yıllarda yaşanan jeopolitik değişiklikleri ve Suriye'deki gelişmeleri göz önünde tutarsak,  İran ve Direniş Ekseni'nin gösterdiği direniş ve ısrarın Rusya'nın da Suriye krizine doğrudan dâhil olmasına sebep olduğunu kolayca anlayabiliriz. Rusya'nın da Direniş Eksenine dâhil olmasıyla Amerika, Siyonist Rejim ve Suudi Arabistan'ın bölgeyi istikrarsızlaştırmak için yaptığı planlar hepsi boşa çıktı. Bunun sonucunda da IŞİD ve diğer terörist gruplar Suriye'den yenilgiyle ayrıldılar. Bu olayın aşağı yukarı aynısı da Yemen'de yaşanmaktadır. Bir de Yemen'in jeopolitik önemi düşünüldüğünde bu olayın ne kadar stratejik bir hamle olduğu açıkça ortadadır.Bu ortamda, İran İslam Cumhuriyeti de, Direniş Ekseninin manevi desteğiyle, Amerika himayesiyle Yemen'e yapılan Suudi Rejimi'nin saldırılarını yenilgiye uğrattı.

 

İran İslam Cumhuriyeti ve Yemen arasındaki tarihi bağlar ve dostluk çerçevesinde sürdürülen ilişkiler iki ülke arasındaki iyi ilişkilerin göstergesidir. Son dönemlerde de, özellikle Irak Saddam Rejimi'nin İran'a dayatılan sekiz yıllık zorunlu savaşın bitmesinin ardından, İran, Yemen'le daha çok ilgilenmeye başladı. 1990 yılında, Yemen ve Suudi Arabistan'ın Irak'ın Kuvey'te saldırısı konusunda fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Bunun sebebi de, Yemen'in Irak'ın Kuveyt'e saldırmasından himaye etmesi, Suudi Arabistan'ın ise bu saldırıya karşı olmasıydı. Bu sıralarda, İran San'a'nın Riyad'dan uzaklaşmasını değerlendirerek, Yemen'le yakın ilişkiler kurmaya başladı. Suudi Arabistan ise bu yaklaşmaya sert bir şekilde tepki verdi ve bu yakınlaşmaya karşı çıktı. Çünkü İran ve Yemen arasında kurulan bu dostluk, Yemen'in pratikte Suudi Arabistan'dan bağımsız olacağına sebep olacaktı.

 

Sonuçta bölge ülkelerinin İran'a yaklaşmasındaki en önemli nedenin, bu ülkelerin halklarının Suudi Arabistan'a karşı çıkmalarıdır. Yemen'de de, Doğu Blok'unun dağılmasıyla birlikte Yemen'in birleşmesiyle merkezi hükümetin Husiler gibi halk kesimlerine karşı sert tutumu daha da sertleşti.İran ,İnkılap değerlerini esas alarak her zaman Yemen'deki halk güçlerine destek  olmaya çalışmıştır, Al-ı Suud ise Amerika ve Siyonist Rejim'e bağlı olan gruplardan yana faaliyet göstermeyi seçmiştir. 2011 yılında başlayan İslami uyanış, Yemen'deki halk güçlerinin daha da güçlenmesine sebep oldu. Suudi Arabistan ise bu İslami uyanışın bu ülkeye sıçramasından ciddi derecede korkuya kapıldı.

 

Aslında Suudi Arabistan'ın İran düşmanlığının bir başka sebebi de, İran dini demokrasi dalgasının Yemen'e sıçramasıdır. Suudi Rejimi ise despotluk, oligarşi ve diktatörlük sistemine sahip olduğu için bu durumdan ciddi bir şekilde etkileneceğini biliyordu. Durum böyleyken, kazandığı petrol dolarlarıyla uyguladığı havuç ve sopa politikası yardımıyla şimdiye kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü gibi birçok Batılı düşünce ve araştırma kuruluşuna göre, Suudi Arabistan Ortadoğu bölgesinin en despot siyasi yönetimidir ve sürekli insan hakları, kadın hakları, demokrasi ve ifade özgürlüğünü ihlal etmektedir. Başka bir deyimle, Suudi Arabistan geleneksel olarak muhafazakâr bir kimliğe sahip ve bundan dolayı bölgedeki her türlü olumlu demokratik harekete ve gelişmeye karşıdır. Al-ı Suud, bu ülkede demokrasinin şekillenmesinden korkarak Yemen ve başka bölge ülkelerindeki demokratik hareketlere de sert bir şekilde tepki göstermektedir. Yemen ise stratejik konumu ve Suudi Arabistan'la sınırdaş olması, kültürel, dini ve tarihi geçmişi itibarıyla Suudi Arabistan'daki demokratik istekleri ve hareketleri tetikleyebilir.

 

Tahran Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi ve uluslararası ilişkiler uzmanlarından olan Dr. Kasım Zâirî, Suudi Arabistan'ın gelecek korkusuna işaretle şöyle bir değerlendirmede bulundu: " Suudi Arabistan'daki medya propagandasında, Husi ve Zeydi olan her kişi ve özellikler her Yemenli potansiyel bir tehlike oluşturmaktadır. Bunun için de bu potansiyel tehlike ortadan kalkmalıdır. Suudilere göre Husiler bir an önce öldürülmeli ve böylece gelecekte oluşması muhtemel tehlikeyi önlemek gerekiyor. Bundan dolayı, hâlihazırda Yemen'de bir soykırım yaşanmaktadır. Özellikle Husiler ve Zeydiler'in yoğun yaşadığı Sa'de, Hacce ve Ümran bölgeleri sayısız bombardımanla zalimce bir baskı altındadır. Bunun nedeni de, Ensarullah halk güçlerinin San'a'da elde ettiği zaferlerden sonra, savaş cephelenin daha çok Yemen'in doğusu ve güneyine çekilmesi olmuştur. Ensarullah halk güçleri ve tekfirci Mansur Hadi güçleri arasındaki savaş da bu bölgelerde yaşanmaya devam ediyor. Ama Suudi Arabistan kasıtlı olarak savaş halinde olmayan Yemen'in diğer bölgelerini de bombalamakla, oradaki altyapıyı ve sivil halkı yok etmeye çalışıyor.

 

İslami Uyanış gelişmeleri çerçevesinde gerçekleşen Yemen gelişmeleri, yeni ve yerel bir örnek olarak, İslami ınkılapların özelliklerini taşıması ve ayrıca Yemen halkının taleplerini içerdiği bakımından önemli bir gelişmedir. Bundan dolayı da Suudi Arabistan, başka Arap ülkelerinin de bu olaydan etkilenmesinden panik yapmıştır. Yemen'e saldırı, aslında İslami uyanışa saldırmak demektir. Bunu yapanlar ise Batı-Siyonist ve Arap ortakları üçlüsü tarafından yapılıyor. Suudi Arabistan kendi hedefine ulaşmak için tekfirci terörist grupları kurmak, Yemen'deki Suudi Arabistan'a bağlı güçlere mali yarıdm yapmak, diplomatik falliyetler yürütmek ve askeri koalisyon oluşturmak gibi girişimlerde bulundu. Al-ı Suud'un, İran düşmanlığını yaymak çabaları ve Yemen halkına zalimce bir saldırıda bulunması, Suudi Arabistan'ın Yemen'deki demokratik gelişmelere karşı çıktığının açık bir delilidir. Ama Yemen'de ordu, halk ve Ensarullah güçlerinin başarıları ve Suudi Arabistan'ı yerine oturtması, Batı Asya'daki demokrasiye karşı olan devletlerin çürümüş temellerini her zamandan daha açık bir şekilde gün yüzüne çıkarmıştır.