Nisan 09, 2016 07:40 Europe/Istanbul

Rusya’nın Suriye savaşına müdahalesini savunan gazetecilerden İrik Mertzin’e göre Rusya’nın Suriye savaşına girişi çok ani oldu ve aynen çekildiğini açıklaması gibi, Batılı güçlerin eli ayağına dolaştırdı.

Beyaz saray Putin’in Rusya’daki askerlerini çekme kararından açıkladığı ana kadar haberdar olmadığını açıkladı.

Aslında Putin siyaset arenasında ani hareketleriyle bilinen bir liderdir, fakat Batı hala Putin’in bu ani çıkışlarına alışmadı. Nitekim Putin’in atacağı bir sonraki adım bugün gündemde olan bir çok sorunun cevabını verecektir. Beşar Esad’ın kaderi de atılacak sonraki adımlara bağlıdır.

Öte yandan Suriye gelişmeleri ve Arabistan’ın hasmane tutumunun anlaşılması ve ayrıca Brüksel terör saldırıları ve ondan önce Fransa’da düzenlenen saldırılar Batı dünyasını İran ve Hizbullah’ın tehlikeli olmadığı, bilakis terörle mücadelede ana eksen oldukları konusunda ikna etmeye başladı.

Lübnan’ın Es’sefir gazetesine göre, Suriye gelişmeleri ve Arabistan’ın hasmane tutumunun anlaşılması ve ayrıca Brüksel terör saldırıları ve ondan önce Fransa’da düzenlenen saldırılar, Batı dünyasını, Rusya’nın belirttiği İran ve Hizbullah’ın tehlikeli olmadığı sözlerine inanmaya başlamalarına neden oldu ve Batı İran, Suriye ve Hizbullah’ın terörle mücadelenin ana güzergahı olduğu konusunda ikna olmaya başladı.

Es’sefir şöyle devam ediyor: eğer bundan önce tüm Arap liderler konuşsaydı, İsrail hiç itina etmez ve umursamazdı ve hatta 2002’de Beyrut’ta düzenlenen Arap liderlerin zirvesinde İsrail ile ilişkileri normalleştirmeden söz edildiğinde savaş suçlusu Arial Şaron hiç bekletmeden gösterdiği tepkide bu inisiyatifin kağıdın üzerinde yazılması için harcanan mürekkep kadar değeri olmadığını belirtti. Ancak eğer Lübnan Hizbullah hareketi genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah en ufak bir açıklamada bulunacak olursa, İsrail tir tir titremeye başlıyor, nitekim bunun örneklerini Nasrullah’ın El Meyadin TV kanalına verdiği mülakatlarda görüyoruz.

Kuşkusuz Lübnan Hizbullah hareketi korsan İsrail’in yüreğinde korku ve panik yaratmakta başarılı olduğu kesindir. Burada üzerinde durulması gereken bir başka nokta ise çağımızın en berbat savaşı olan Suriye savaşında bu ülkenin Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın bölgesel ve küresel siyasetlerin eksenine dönüşmesidir. Bir başka ifade ile yaşla kuruyu bir arada yakan bu kanlı ve zalimane savaşın bir tek adı vardı: Beşar Esad’ın görevden uzaklaştırılması veya görenin başında kalması.

Gerçekte Suriye, direni ve İran’ı desteklemeye yönelik tutumunun bedelini ödemek zorunda kalan taraflardan biridir. Gerçi Suriye içinde huzursuzlukları titikleyen bazı etkenlerden ve sebeplerden gafil olmamak gerekir, fakat Suriye’de ateşi yakılan krizin ilk ve son amacı bu ülkenin ordusunu yok etmekti, üstelik bu da Irak ordusu yok edildikten ve Cezayir ordusu zayıf hale getirildikten sonra gerçekleştirildi.

Aslında Suriye’nin direniş eksenine yönelmesinde Beşar Esad’ın kişiliği önemli rol ifa etti. Esad’ın 2008 yılında Türkiye üzerinden korsan İsrail ile müzakere ettiği doğrudur. Esad bu müzakereler Golan tepelerini Suriye’ye geri getirecekse, buna karşı olmadığını açıkladı, fakat tüm kalbi ve aklı babasının döneminden beri direnişle birlikteydi.

Öte yandan Suriye’de huzursuzluklar başladığı ilk günlerden itibaren Hizbullah lideri Nasrullah Suriye’nin tutumunu takdir etmeye karar verdi ve 2011 yılında yaptığı konuşmada, Suriyeli muhaliflerin sözde milli konseyinin ilk Başkanı Burhan Galyon’u eleştirilerinin hedefi yaptı. Nasrullah Galyon’un “eğer biz Suriye rejimini değiştirerek onu ele geçirebilirsek, İran ile ilişkilerimizi keseriz” sözlerini hatırlattı. Nasrullah bu sözlere şöyle tepki verdi: Bu sözler gayet net ve açıktır, ancak Galyon’un Lübnan ve Filistin’de direniş hareketleri yani Hizbullah ve Hamas ile ilişkilerini keseceklerini açıklaması hakkında, bunu kimin için yaptığını, Amerika mı, yoksa İsrail için mi, bunu belli etmek gerekir.

Gerçekte Seyyid Hasan Nasrullah Suriye’ye dayatılan savaşın özel olarak Hizbullah ve İran’a karşı dayatılan bir savaş olduğunu biliyordu ve bu yüzden Hizbullah hareketinin stratejik değerlendirmesi bu komplo ile mücadele etme zarureti üzerinde odaklandı, çünkü bu komplo, direniş eksenini hatta Suriye’de hedef almıştı.

Öte yandan Hizbullah genel sekreterinin bu değerlendirmesi Fars körfezi bölgesinde da yankı buldu. Umman Dışişleri Bakanı Yusuf bin Alevi şöyle bir açıklama yaptı: tarih boyunca üç Arap ülkesi olan Mısır, Suriye ve Irak, İsrail ile savaşa girdi ve bence şimdi bu ülkler siyonizm tarafından dağıtıldı.

Gerçi Umman krallığı ve Fars körfezinde diğer bazı emirlikler Hizbullah hareketinin terör örgütü listesine alınmasına muhalefet etti, fakat Riyad karşısında çaresizdi.

Suriye’nin direnişe yönelik eğilimi ve bu eksene doğru yönelmesi bazen büyük vesveselerle ve bazen de tehditlerle beraber oldu. Bu bağlamda Colin Powel Beşar Esad ile Irak işgalinden sonra yaptığı ile görüşmesinde aynı vesveselere ve ayrıca tehditlere işaret etti. Beşar Esad ülkesine karşı dayatılan savaşın başladığı ilk günlerde Suriye meclisinde şöyle bir konuşma yaptı: Suriye’ye baskılar şiddetlendiğinde, bize çıkarlarımızla çelişen ve gerçekte direnişe ve diğer Araplara karşı komplo sayılan öneriler geldi ve baskıları sürekli arttırdıkları sırada onlara dedim ki eğer ben bile sizin planlarınıza evet dersem, Suriye milleti kabul etmeyecektir.

Şimdi bu açıklamaları bir kenara bırakalım ve unutmayalım ki belki yarın İran ve Arabistan barışır ve tüm bu açıklamalar yok olup gider. Ancak burada akla gelen soru şu ki, acaba Madrid barış anlaşması inisiyatifinden Oslo barış planı ve daha sonra da Beyrut’ta gündeme gelen ve hepsi de Arapların tam teslimiyetini kapsayan planlar, dünyada son ırkçı rejimin cinayetlerini engelleyebildi mi, ya da bir nebze olsun bu rejimin dayattığı savaşları ve yerleşke inşaatını veya Filistin topraklarını yutmasını değiştirebildi mi? bilakis, Araplar şimdi intifadadan geriye kalan gençlerin kemiklerini kırmaya çalışıyor.

Burası, meselenin esas konusunun gündeme geldiği yerdir. Bir başka ifade ile, fitne projelerinin başarılı olması Suriye’nin yıkımı ve Sudan’ın parçalanması ve Libya ve Yemen’in yıkıcı savaşlara sürüklenmesi gibi bir çok hedefi gerçekleştirdi, öyle ki şimdi Arap milliyetçiliği ve Arap ulusalcılığı büyük bir ayıba dönüştü ve Filistin ve Lübnan direnişi terör olarak görüntülendi ve Arap piyasaları Batı’nın silah fabrikalarına açıldı, öyle ki Batı’nın silah satışı son bir kaç yılda son bir kaç onyıla kıyasla kat kat arttı. Yine Arap kamuoyu barış ve teslim olmak esas konu olduğu konusunda ikna edilmeye ve bölgede Fars körfezi ülkeleri ile İran arasındaki düşmanlığın İsrail’e karşı düşmanlık gütmekten daha önemli olduğu telkin edilmeye çalışıldı. Ancak bu fitne çıkarmanın pratik aracı olan terör, dengeleri değiştirdi ve bundan böyle daha da değiştirecektir, öyle ki bu pusuyu kuranlar kendileri kurdukları pusuya düştü.

Öte yandan Amerika Başkanı Obama’nın Atlantic dergesine verdiği mülakat, Batı’nın düşündüğü gerçeğin açık tabiridir. Bir başka ifade ile Obama’nın dünkü müttefiklerini hedef alması ile AB’nin Arabistan’a silah ihracatını durdurma kararının eşzamanlı gerçekleşmesi tesadüfi bir gelişme değildir. Bundan başka Batı’nın Arabistan’a yönelik saldırılarının İran’a karşı açık yüzlü davranmaları ve Suriye ve Hizbullah ve Lübnan ordusuna karşı tutumlarını değiştirmesi de tesadüfi bir olay değildir. Nitekim Batı’nın yeni tutumu gün be gün daha da güçlenmektedir.

Yine Hizbullah lideri Nasrullah’ın Türkiye’nin Beşar Esad konusunda geri adım attığını açıklaması da içinde bir çok mesajı barındırmış olabilir, çünkü bu açıklama özellikle İran ve Türkiye yetkilileri arasında gerçekleşen önemli görüşmelerin ardından yapıldı ve büyük bir ihtimalle bu görüşmeler gerginlikleri hafifletti ve muhtemelen Suriye’nin özellikle kuzeyinin geleceğinde önemli rol ifa edebilir.

Bir başka önemli nokta, Gasan bin Cedu’nun Seyyid Hasan Nasrullah ile ropörtajının Suriye gelişmelerinde çok hassan bir anda yapılmasıydı ve Hizbullah genel sekreteri Nasrullah’ın da Beşar Esad, İran ve Rusya gibi gelişmelerin onların lehine ilerlediğinin farkında olduğunu gösterdi. Onlar ayrıca İsrail rejimi İran ve Batı arasındaki anlaşmadan kaynaklanan gerçeği kabul edemediğini de biliyor, ama yine de İsrail’in her türlü maceracılığa atılması konusunda uyarılması gerekiyor. Bu arada Hizbullah’ın kesin bilgileri, İsrail’in her an savaşa hazır olduğunu gösteriyor, ama büyük bir ihtimalle bu tarihi anlarda Suriye savaşından eldeceği kazanımların konusunda aceleci davranmak istemiyor.

Washington yönetimi de Lübnanlı temsilcilerin ABD ziyareti sırasında onları her türlü kışkırtıcı hareket konusunda uyardı ve onlardan İsrail’i savaşa yöneltecek her türlü entrikadan uzak durmalarını istedi.


Her halükarda Hizbullah lideri Nasrullah’ın direnişin füzeleri ve işgal altındaki Filistin’de nükleer hedefler başta olmak üzere her türlü hedefi vurabilecekleriyle ilgili açıklamalarını göz ardı etmemek gerekir.

İsrail Nasrullah’ın açıklamalarına inanıyor ve bu sözleri gözetleyerek hareket ediyor ve geçmiş yıllarda Hizbullah balistik füzelerle donatıldığını biliyor. Eğer Nasrullah direnişin kırmızı çizgisi yoktur, diyorsa, bunun anlamı Hizbullah’ın savaş peşinde olmadığı ve sadece İsrail’i maceracılığa atılmaktan sakındırmak ve bu konuda ikna etmek istediğidir.

Aslında Nasrullah ve Beşar Esad’ın anladığı ve farkında olduğu konu şu ki terörün Avrupa’nın göbeğini yani AB’nin başkenti Brüksel’i ve ondan önce de Paris’i hedef alması, Batı’nın İran, Suriye ve Hizbullah ile işbirliğine daha eğilimli hale getirdiğidir, nitekim Batı şimdi Rusya ile de işbirliği yapmaktadır.

Bu arada Suriye yönetiminin BM güvenlik konseyinde veya bazı aracılarca Avrupa ülkelerine verdiği teröristlerin listesi bu canilerin yakalanmasına ve yeni faciaların yaşanmasının önlenmesine vesile olduğunu da unutmamak gerekir. 015