İran İslam inkılabı ve sosyal bilimler tezleri - 23
Bugünkü sohbetimizde Fransız teorisyen ve İslam bilgini ve Fransa’nın Surbon üniversitesi İran bilimi müessesesi hocası ve Başkanı Yann Richard, Fransız teorisyen Jean Piere Digard ve Batılı teorisyen Anthony Black’ın İran İslam İnkılabı hakkındaki görüşlerini gözden geçirmek istiyoruz.
Dr. Yann Richard, Fransa’nın Surbon üniversitesi İran bilimi müessesesi hocası ve Başkanıdır. Dr. Richard lisansını genel dil bilimi ve yüksek lisansını felsefe branşında aldıktan sonra İslamî etüt ve siyasal bilimler branşlarında da iki doktora aldı.
Dr. Richard Fars dili ve edebiyatı diplomasını da Paris’te doğu dilleri ve medeniyetleri milli müessesesinden kazandı.
Surbon üniversitesi İran bilimi müessesesi hocası ve Başkanı Dr. Richard aynı zamanda İran bilimi müessesesi eserleri ve belgeleri Başkanı ve yine İran’da Fransa İran bilimi derneği Başkanıydı.
Dr. Yann Richard şimdiye kadar Fars dili ve edebiyatı, İran’ın çağdaş tarihi, İran’da din meselesi, İran’ın şimdiki toplumu ve İran’da Şia sosyolojisi gibi alanlarda geniş araştırma yapan bir bilgindir.
Dr. Richard ayrıca 20. Yüzyılda İran, Tahran volkan altında, Şia İslam: iman ve ideoloji ve Günümüz İran’ı tanımlamak için yüz sözcük adlı eserleri yazdı. Fransız teorisyen Dr. Richard İran İslam İnkılabına kültürel bir açıdan bakıyor ve İran İslam İnkılabından etkilenerek yapısalcı tezleri İran İslam İnkılabının gerçekleşmesinde kültür etkenini göz önünde bulundurmadıkları için eleştiriyor.
Fransız İslam bilimci Dr. Yann Richard’a göre şah rejimi 1960’lı yıllardan sonra aşırı derecede Batı kültürüne hayran oldu ve bu durum İran’da başta çarşı esnafı ve ulema olmak üzere bir çok sosyal sınıfı kaygılandırmaya başladı. Fransız uzman, Muhammed Rıza Pehlevi şiddetle Batı kültürüne hayran kaldığını ve bu konu onu İranlıların dinî kimliğini gözardı ederek İran toplumundan dini silmeye yönelttiğini, fakat bu uygulaması devrilmesinin esas etkeni olduğunu kaydediyor.
İslamî araştırmaları ve İran hakkında bazı araştırmaları olan Dr. Yann Richard, Batılı düşüncelerin 1970’li yıllarda İran üzerindeki siyasi ve iktisadi sultaları ile birleşmesi, İranlı din adamlarının Batı yandaşlığına karşı çıkmalarına yol açtığını, bu kesim sürekli İranlı asil kültüre geri dönüş meselesini ön plana çıkardıklarını ifade ediyor. Fransız uzman Dr. Richard, İran inkılabında Şia mezhebi yüce bir inançtan yüce bir ideolojiye dönüştüğünü ve bu ideolojiden kimlik mücadelesi yolunda yararlanıldığını vurguluyor.
İran İslam İnkılabı hakkında görüş beyan eden bir başka teorisyen Jean Piere Digard’dır. Jean Piere Digard Fransız antropoloji uzmanıdır ve İran İslam İnkılabı hakkındaki tezinde en çok İran milletinin Şia mezhebi ve içinde yaşanan marifet değişimi üzerinde durmuştur. Digard’a göre 1978 yılının inkılapçı Şiası, Şia mezhebinin tarihi bir fenomen ve inkılap etkeni olarak ortaya çıkan özel bir şeklidir. Digard’a göre Şia mezhebinde yaşanan mahiyet değişimi ve şekillenmesi asla geçici veya tesadüfi bir hadise değildi.
Jean Piere Digard şöyle diyor: Şia mezhebi tesadüfi bir söylem, taktiksel veya geçici bir uyarıcı değildir. Dolaysıyla İran inkılabını sosyal inkılapların bir başka şekli ve dini marifetin derin değişimlerinden uzak bir inkılap olarak algılayamayız.
Fransız uzman Digard’a göre Şia mezhebi İran milletinin çoğunluğunun mezhebi ve bir itiraz ekolü olarak daimi programlarından birini merkezi güce muhalefet olarak belirlemiştir. Digard Kerbela hadisesini Şia’nın gerçek doğuşu olarak görüyor ve bu hadisenin İran İslam İnkılabının vuku bulması üzerinde etkisi olduğuna vurgu yapıyor.
Dr. Jean Piere Digard şöyle diyor: Kerbela hadisesinin yıldönümü çok muhteşem bir şekilde ve her yıl Muharrem ayında düzenlenir ve Aşura hamaseti yeniden canlandırılır. Böylece Kerbela hadisesi İran milletinin siyasi – sosyal yaşamında gani, dinamik ve daimi bir referans ve kaynak olur. İran milleti gerçekçi ve sürekli olarak bu acayip ve muazzam hadise ile birlikte yaşar. Kerbela ve Aşura, İran’da Şia kitlenin inanç temelleri ve yaşam yöntemine dönüşür. Bu yüzden Aşura ve Kerbela’yı ve şehadet, adalet ve hakikat gibi simgelerini yaşatmak İran’da tesadüfi, sade ve geçici bir olay değil, bu ülkeye hakim olan ve uygulayıcıları bulunan bir yaşam tarzıdır ve tesirleri inkılap sırasında ve günlerinde en iyi biçimde göze çarpar.
Dr. Jean Piere Digard şöyle devam ediyor:
1978 yılının sonlarına doğru sokak eylemlerinin doruğunda ve gençler göğüslerini mermilere karşı siper ettikleri bu hareketler bastırıldığı sıralarda bu gençlerin mücadele modeli ebedi Aşura hamaseti ve Kerbela kıyamından başka bir şey olmamıştır. Nitekim bu sembollerin ve modellerin çerçevesinde İran milletini kendini Hüseyni ve şahı da Yezidi değerlendiriyordu.
Dr. Rigard İran milletinin kültürüne işaret ederek inkılabın İmam Hüseyin -s- mitolojisi ve Kerbela hadisesine dayandığını belirtiyor. Şiilerin yas merasimleri sokak itirazlarının şekillenmesine yol açıyor ve böylece Şia ve ulema bu süreçte yeniden güçleniyor.
Dr. Jean Piere Digard’ın İran İslam İnkılabı hakkındaki düşüncesinde gündeme gelen bir başka konu, başta İmam Humeyni -ks- olmak üzere bu inkılabın şekillenmesinde dinî simgelerden yararlanmakta ifa ettikleri rolleridir. Dr. Digard’a göre İran İslam İnkılabı Şia alimlerin son bir asırda fikrî emekleri ve çabalarının sonucudur. Dr. Digard’a göre tekvinî bir süreçte ulema iç potansiyelini geliştirerek halkın güncel yaşamlarının ayrılmaz bir parçası olacak seviyeye kadar geliştirmeyi başardı.
Dr. Jean Piere Digard bu konuda da şöyle diyor:
1978 yılında Şia alimler en azından bir asır boyunca büyük bir sabır ve takip edeci psikoloji ile ektikleri tohumların hasadını toplamaktan başka bir şey yapmadılar.
Dr. Digard ayrıca bir başka makalede de İmam Humeyni’nin -ks- önderliği konusunda şöyle diyor: 1978 yılının sonuna gelindiğinde ülkenin tümü o zamana kadar hemen hemen bilinmeyen ve Paris’in çevresinde küçük bir evden önderlik eden dini bir şahsiyetin liderliğinde iki bin yıllık mazisi olan bir kraliyete karşı kıyam etti.
Anthony Black “İslam’ın siyasi düşünce tarihi: peygamberin -s- çağından günümüze” adlı kitabında İran İslam İnkılabı hadisesine işaret eden ve İslam inkılabının vuku bulmasını üç etkene bağlayan bir başka Batılı düşünürdür. Bu üç etken Pehlevi rejiminin diktatörlüğü, İranlı dini toplumdan dini silme çabası ve İmam Humeyni’nin -ks- önderliğinden ibarettir.
Anthony Black şöyle yazıyor: Ayetullah Humeyni’nin -ks- siyasi düşüncesi dürüst kişi veya kişilerin hükümeti üzerinde ısrar etmesi bakımından başka inkılapçılardan tamamen farklı ve belki de çağdaş dünyada eşsizdi. İslamî hükümet başlığı velayeti fakih adında marjinal bir başlığı vardı. Şahı ecnebi emperyalizmin uşağı olarak itibarsızlaştırılması bu hedefe ulaşmanın yoluydu. 1960’lı yılların sonu ve 1970’li yılların başlarında Ayetullah Hamanei ve diğer bazıları şu tezi gündeme getirdiler: hükümet pratikte gaspçıların ve zalimlerin eline düşmüşse, adil ve müçtehit fakih mümkün olduğu takdirde İslamî hükümetin dizginlerini eline almalı ve Müslümanların arasında düzeni ve adaleti sağlamalıdır. Bu tezin o özel günlerde gündeme getirilmesi, ulemanın şah rejimini İslam karşıtı bir rejim telakki etmelerinden kaynaklanıyordu.
Anthony Black eserinin bir başka bölümünde de şu ifadelere yer veriyor:
Ayetullah Humeyni’nin -ks- ve başkalarının şahı ve simgelediği her şeyi iktidardan uzaklaştırmak için istinat ettikleri esas gerekçe, bunun şeriat ahkamını icra etmenin önşartı olmasıydı. Bu, hükümetin esas ve gerçekte tek hedefi olmalıdır. Bundan daha önemlisi, Ayetullah Humeyni şeriatin ancak İslamî bir hükümetle icra edilebileceği gibi inkılapçı bir görüşü gündeme getirdi. Geleneksek görüşe göre hükümet şeriati uygulamayı teşvik ettiği veya en azından uygulanmasını engellemediği sürece muşrudur. Eğer hükümet Müslümanların dine amel etmelerine mani olursa veya onların dine amel etmekten alıkoyacak olursa, o zaman o hükümetten kurtulmak gerekir.
Bu arada Anthony Black İmam Humeyni’nin -ks- gaspçı ve zalim Pehlevi iktidarı için bir alternatif gündeme getirdiğini belirterek şöyle diyor: Ayetullah Humeyni’nin -ks- siyasi teorisinin odak noktası, kimin hükümet etmesi gerektiği sorusuydu ve Ayetullah Humeyni’nin -ks- cevabı da velayeti fakihti.