İran İslam inkılabı ve sosyal bilimler tezleri - 24
Bugünkü sohbetimizde İslam inkılabı gerçekleşmeden önce bazı inkılap tezlerini ve başka ülkelerde gerçekleşen inkılaplarla ilgili gündeme getirilen teorileri ve İslam inkılabının bu tezlerin ve görüşlerin üzerindeki etkisini gözden geçirmek istiyoruz.
İran İslam İnkılabının vuku bulma sebepleri hakkında gündeme gelen en önemli görüşlerden biri, marksist görüştür. Karl Marx devrimi, üretim yönteminde değişiklikten kaynaklanan tarihi bir evreden bir başka evreye geçiş şeklinde tanımlıyor. Bir başka ifade ile Marx’a göre devrim, üretici güçler büyüyerek geliştiklerinde vuku bulur. Marx, hakim sınıf işçi sınıfını sömürmekte, bu sınıfın bilinçlenmesi ve sonuçta işçilerin hakimiyete karşı devrim yapması noktasına kadar ilerleyeceklerini belirtiyor. Özetle Karl Marx bir inkılabın kökleri iktisadi meselelere uzandığına inanıyor. Olivier Roy gibi bazı yazarlar da İran İslam İnkılabının marksist kökleri bulunduğunu ve bu inkılabın liderliğini din adamlarına değil de aydınlara mal etmeye çalıştı.
İran İslam İnkılabı hakkında ileri sürülen marksist görüşlerin irdelenmesinde, İran İslam İnkılabı tek boyutlu bir inkılap olmadığı, fakat hiç kuşkusuz en önemli kökleri de ekonomik meseleler olmadığı söylenebilir.
İmam Humeyni -ks- de bu görüşü irdelerken şöyle buyuruyor: ne ben ne de hiç bir akıllı insan bizim bu kadar kanı kavunun ucuzlaması için verdiğimizi kabul edemez, bizim evlerin ucuzlaması için gençlerimizi feda ettiğimizi düşünemez, ya da tarımımız şöyle veya böyle olsun diye kan verdiğimizi düşünemez. Acaba ben karnım doysun diye şehit oluyorum denebilir mi hiç? Hayır, bu mana asla makul değildir. İnkılapta tüm kesimler, kadınlar, sokaklara döküldü, her yerde haykırışları İslam istiyoruz yönünde oldu. Bizim evliyalarımız da iktisat için değil, İslam için canını feda etti.
Aslında bu görüş inkılap alanında teori üreten diğer bazı düşünürlerce de eleştirilmiştir. Mansur Muaddil bu tezi irdelerken şöyle yazıyor: iktisadi sorunlar ve sosyal hoşnutsuzlukların hiç bir 50’li yılların sonunda hiç bir inkılapçı krizin ortaya çıkışına gerekçe oluşturamaz. İnkılapçı kriz, Şia’nın inkılapçı söylemlerinden hoşnut olmayan grupların hareketi ile şekillendi.
Mişel Fuko da bu konuda şöyle diyor: eğer İran İslam İnkılabı iktisadi bir inkılap olsaydı İran havayolları firması çalışanları veya Abadan rafinerii işçileri bu inkılaba katılmamaları gerekirdi. O dönemde İran’ın iktisadi sorunları bir milleti yüz binler ve milyonluk gruplar halinde sokaklara çekecek ve göğüslerini kurşunlara siper ettirecek kadar ciddi değildi.
İnkılap alanında ünlü “nisbi mahrumiyet” tezini gündeme getiren ünlü teorisyenlerden biri de James Davis’tir. Davis, yoksulluk veya mutlak mahrumiyet bir isyan veya bir inkılap için uyarıcı etken olamayacağını, zira mutlak mahrumiyet ve yoksullukta insanlar her şeyden ziyade zaruri ihtiyaçlarını karşılama peşinde olduklarını belirtiyor. Davis’e göre, insanlar en kötü iktisadi şartların altında bulundukları sırada kıyam etmeleri ihtimal dışıdır. Davis, bunun için önemli olan şey, nisbi mahrumiyet olduğunu, itiraza yol açan mutlak mahrumiyet değil, nisbi mahrumiyet olduğunu vurguluyor.
James Davis’e göre refah süresi uzun olduğu zaman bu süre içerisinde ihtiyaçların sürekli olarak karşılanması gerektiği beklentisi oluşur ve daha iyi bir yaşam beklentisi şekillenir. Şimdi eğer uzun süren bir refah döneminden sonra gerileme yaşanır ve ürün ve hizmetlerin azalması söz konusu olursa, halk arasında güvensizlik duygusu şekillenir ve insanlar artık ihtiyaçlarını karşılayamayacaklarını düşünmeye başlar ve bu durumda halkın istekleri ile elde ettikleri arasında geniş bir çatlak şekillenir. Gerçi beklentilerle gerçeklerin arasında her daim çatlak vardır, fakat beklentilerin sürekli arttığı ve aniden gerileme başladığı bir sırada iktisadi şartlar çatlağın katlanılmaz hale gelmesine yol açar. Sonuçta yaşanan derin hüsran inkılapçı davranışlara ve geniş çaplı itirazlara sebebiyet verir. Eğer bu çatlak tahammül sınırlarını aşacak olursa ve sonuçta hüsran duygusu gelişirse, bu kez halkın toplu halde harekete geçmeleri ve inkılap etmelerine şahit oluruz.
İran İslam İnkılabının vuku bulması ise James Davis’in tezinin eksik olduğunu ispat etti ve tüm inkılapları nisbi mahrumiyet tezi ve iktisadi kökleri ile izah edilemeyeceğini ortaya koydu.
Feramerz Refipur “kalkınma ve tezat” adlı eserinde James Davis’in tezi hakkında şöyle yazıyor: İran konusunda şahit olduğumuz gibi, 45’li ve 50’li yıllarda okuma yazma bilenlerin ve öğrencilerin sayısı hızla artmıştı. Halkın geliri de böylece iyileşmişti ve sonuçta ilkin gayri safi milli gelir petrolün uygun fiyatla satılması sonucunda görülmemiş düzeyde artış kaydetti. Gayri safi milli gelirde bu artış sürekli ve düzenli bir şekilde hş. 1356 yılında Kum kentinde inkılabın ilk kıvılcımları çakmaya ve başka kentlere de sıçramaya başlayıncaya kadar devam etti. Bu yüzden bazı düşünürlerin ve uzmanların İran İslam İnkılabını izah etmek için kullandıkları James Davis’in nisbi mahrumiyet tezi açıkça ve merkez bankasının verilerine göre hiç kuşkusuz geçersiz olduğu anlaşıldı.
Muhammed Hüseyin Penahi de bir araştırmada, İran İslam İnkılabının gerçekleşmesinde değersel ve kültürel etkenlerin en çok rol ifa ettiğini ve iktisadi etkenin bu inkılabın gerçekleşmesinde pek etkili olmadığını göstermiştir. Penahi bu konuda şöyle yazıyor: İran İslam İnkılabının hedefleri ve değerleri hakkında gündeme getirilen 659 şiardan 261’i, yani yaklaşık yüzde 49 kadarı siyasi hedefler ve değerler hakkında olmuş ve bu da inkılapçıların ve halkın gözetlediği özellikleri ve siyasi nizamın biçimini ortaya koymuştur. Ancak bu şiarların çoğu kültürel hedeflerin ve değerlerin ekseninde gündeme gelmiştir, yani 359 şiar bu tür şiarlardan sayılır. İnkılapçıların bu denli yoğun biçimde kültürel şiarları kullanmaları halkın toplumun ve rejimin kültürel durumundan hoşnutsuzluğunu göstermektedir. Bu inkılapta iktisadi hedefleri ve değerleri içeren ancak 39 şiar yani yüzde 6 kadar şiar gündeme gelmiştir ki bu da halk ve inkılapçıların gözünde iktisadi konuların daha arka planlarda olduğunu gösteriyor.
Gerçekte İran İslam İnkılabı yirminci yüzyılın son sosyal inkılabı olarak James Davis’in tezini çürüten ve tüm inkılapların iktisadi etkenle açıklamanın mümkün olmadığını ortaya koyan inkılap olmuştur.
Chalmerz Johnson da inkılap alanında tez üreten bir başka düşünürdür. Johnson ise bazı işlevci sosyologların eserlerinden yararlanarak neden istikrarlı toplumların aniden kargaşaya sürüklendiği ve yapıları değiştiği gibi köklü bir soruyu gündeme getiriyor. Johnson’a göre sosyal bir düzenin dengesi değerlerle iş paylaşımı arasındaki uyum derecesine bağladır ve bu iki etken toplumun düzen yapısını belirlediğinden, onlarda yaşanan değişim, toplumun yapısında değişime yol açar. Bir düzenin içinden veya içinde denge durumlarını aksatacak baskılar hissedilir hale gelirse ve sosyal yapıda değişiklik zaruri görünürse, o zaman toplumun düzeninde değişiklik ve değişimden farklı bir şekil ortaya çıkar ve ancak bu şartlarda inkılabın vuku bulma tehlikesi gerçek olur. Johnson’a göre bir toplumun değerleri gerçekleri ile uyumlu olduğu sürece o toplum inkılaplara karşı korunur.
Öte yandan bir çok teorisyen ve düşünür Johnson’un bu tezini İran İslam İnkılabı hakkında kullanmaya çalıştılar. Gerçi bu tez bir ölçüde İran İslam İnkılabını izah etmek için kullanılabilir, fakat İslam inkılabının vuku bulması ile birlikte Johnson’un tezine yöneltilen en önemli eleştiri, Johnson’un inkılap önderinin hiç gözetlememesi oldu. Oysa bir çok düşünüre göre İmam Humeyni -ks- İran İslam İnkılabının gerçekleşmesinde seçkin rol ifa etmişti. İran İslam İnkılabı sırf değerlerle çevre arasındaki dengenin bozulması inkılaba yol açmadığını ve bir inkılabın halk tarafından meşru ve makbul sayılan bir lidere de ihtiyacı olduğunu ortaya koydu.
Johnson’un tezine yöneltilen bir başka eleştiri, Johnson’un inkılap ve değişimi esas itibarı ile bir nevi sapma telakki etmesidir, oysa İran İslam İnkılabı bir sapma değildi ve mevcut şartlardan çeşitli açılardan hoşnutsuzluk söz konusuydu. Bir başka ifade ile İran İslam İnkılabı inkılapları bir sapma gören Johnson’un tezini çürüttü. Nitekim İran İslam İnkılabı İran milletinin kimliktalep, dintalep ve ayrıca adalettalep istekleri doğrultusunda gerçekleşti.