Haziran 29, 2019 23:08 Europe/Istanbul
  • İslam İnkılabının İkinci Adımı-8

Bu bölümde İran İslam İnkılabının ülküleri ve hedeflerini gözden geçirmeye çalışacağız.

Geçen bölümlerde de değindiğimiz gibi İran İslam İnkılabı farklı açılardan başka halkçı hareketler ve devrimlerden farklıdır. Ancak en önemli farkı, İslami ve dini mahiyetli olmasıdır. Maddi ve dünyevi işlerin ön planda tutulduğu ve din gibi manevi konuların bir kenara bırakıldığı ve sadece kişisel konulara önem verilen bir dünyada büyük İran devrimi İslam dinini hem birey hem toplumun dünyevi ve uhrevi yüce ülkülerine varmak için kendisinin asıl stratejisi ve yolu olarak seçti.

İran İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei İslam İnkılabının İkinci Adımı bildirisinde bu önemli hususa değinerek şöyle buyurmuşlardır: "Dünyanın maddi anlamda Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölündüğü dönemde kimse büyük dini bir hareketin başlayacağına inanmıyordu. Ancak İran İslam İnkılabı güçlü ve şanlı bir şekilde meydana ayak basıp basmakalıp çerçeveleri kırdı ve klişelerin işlevsizliğini dünyaya göstermiş oldu. İşte böyle bir zamanda din ve dünya yan yana ele alınıp yeni bir dönemin başlangıcına imza atıldı."

İran devriminin İslami ülküler ve sloganlar ile gerçekleşip daha sona aynı yüce manevi ve dini değerlere esasen bir yönetim düzeninin kurulması Batı dünyası için iki açıdan tehlikeli ve dayanılamaz bir gelişme idi. İlk olarak bu devrimci hareketin liberalizm, Komünizm ve Batı'nın başka maddeci akımlarına karşı İslam'ı öncü, zengin ve işlevsel bir akım ve ideoloji olarak tanıtması idi. Batılıların İslam İnkılabına karşı çıkmasının ikinci en önemli nedeni de İslam devriminin pratikte dini, siyaset alanına getiren İslam'a dayalı bir devlet modelini sunmasıydı.

Böylece İran İslam Cumhuriyeti Batı'nın sultacılığına karşı çıkan tutumları ve zulüm altındaki milletleri desteklemesinin yanı sıra bu düşüncenin hakim olduğu tüm maddi ve din karşıtı fikri akımları sorguya çeken  bir düzeni de ortaya çıkarmıştır. Gerçekte Batılı devletlerin İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı çıkmasının en önemli nedeni de bu devrimin dini ve zulümle mücadeleci mahiyetinden dolayıdır. Zaten İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde insan hakları ihlalleri, bölgede güvensizlik yaratma, terörizmi destekleme, nükleer silah yapımı vb. temelsiz ithamların ortaya atılması da İran'a yönetim düzenindeki İslami içeriği kenara bırakılması için baskılar doğrultusunda gerçekleştirilmektedir.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei bu hususta şöyle buyurmuşlardır:" Bu ülke bağımsızlığı, imanı, İslam'a olan inancı,  Allah'ın dinin yer üzerinde ve toplumdaki hakimiyetine inanması ve yüce değerlerinden dolayı her daim komplolar kuran büyük bir düşman cephesi ile karşı karşıyadır."

Ortaçağ'da Kilise'nin insanlara karşı yaptığı zulüm ve Hristiyanlığın çarpıtılmasından ve başka sebeplerden dolayı Rönesans'tan beri birkaç yüzyıl dini zayıflatıp tecride sürüklemek, insanların hayatından silmek girişimlerinde bulundular. Onlar İslam için de aynı yaklaşımı geçerli kılmaya çalıştılar. Bu yüzden de İran İslam İnkılabı'nın zafere kavuştuğu dönemde de dinin çöküşte olduğunu düşünüyorlardı. Marksizm ise dini, insanların geri kalmışlığının sebebi göstererek Sovyetler Birliği ve kimi ülkelerde dine karşı aynı hasmâne tutumu sergileyip dini yasaklamaya çalıştı. Batı'nın liberal ülkelerinde bile dinin yasak olmadığına rağmen genelde ona karşı karalama kampanyası ve tecride sürükleme siyasetleri yürütülmektedir. Bu yüzdendir ki Batı'da Hristiyanlığa karşı ilgi bir türlü artamamıştır.

Böyle bir ortamda dini ülküler ve sloganlara sahip İslam'ı canlandırmak isteyen bir devrimin gerçekleşmesi din düşmanı maddeci akımları ve ekolleri gafil avlayıp karşı harekete geçirdi. İran İslam İnkılabı çarpıtılmış Hristiyanlık, Yahudilik ve ayrıca ilahi olmayan Hinduizm ve Budizm gibi dinleri onaylamadığı halde ancak insanlığın maneviyata ve İslam gibi mükemmel ve kapsamlı bir dine ihtiyacı olduğunu savunmaktadır. Bu büyük devrimin tanıttığı İslam, evde ve camide kısıtlı kalan kişisel ibadetler ile sınırlı değildir. Bu devrim toplumda etkin ve aktif bir varlık göstermektedir.

İslam öğretileri, Cuma namazı, cemaat namazı ve Hac gibi ibadetlerde bile kişisel boyuttan ziyade toplumsal boyuta önem vermektedir. Böyle bir dinin Müslüman İran halkının başlattığı hareket sayesinde tekrar hayat bulması Batı'nın din karşıtı tüm kuramları ve propagandasının sorgulanmasına ve onların İslam Cumhuriyeti'ne karşı düşmanlığının artmasına neden oldu. Bu süre içerisinde Batılı devletler her daim toplumda din ve maneviyatın filizlenmesi ve gelişmesini önlemek için elinden geleni ardına koymamıştır.

Batılılar da başından beri İslam İnkılabının dine olan ilerici düşüncelerinin yakında tüm milletlerin özellikle de İslami toplulukların ilgisini çekeceğini ve böylece onların İslam'ın kurtarıcı mantığı ve düşüncesi ile mücadelesinin zorlanacağını biliyorlardı. Onların bu tahminleri ve öngörüleri hemen gerçekleşti. Böylece çoğu Müslümanlar İran İnkılabının tanıttığı asil İslami ülküleri ve değerlerine ilgi duymaya başlayıp bu düşünceyi desteklemek yoluna koyuldular. Bir dönem Amerika Ulusal Güvenlik Konseyi üst düzey üyesi olan ünlü Amerikan İslamofobist Pipes Daniel bu konu hakkında şöyle bir görüşe sahip:" Bugün Müslümanlar İran'a bakıp onu model olarak seçiyorlar. Bu deneyim başarılı olursa başka Müslüman ülkeleri de cesaretlenecek. Bu ise bizim dayanabileceğimiz bir gelişme olmayacak."

Unutulmaması gerekir ki Batılılar, evlerde ve camilerde mahsur kalan, toplumdan ve siyasetten uzak gezen İslam'a karşı değillerdir. Nitekim göründüğü gibi Batılılar Suudi Arabistan'da hakim Vahabiyet'i bir tehlike görmeyip bu sözde İslami fırkayı destekleyip onları kendi hedefleri doğrultusunda kullandığı açıkça ortadadır. Bu yüzden İran İslam Cumhuriyeti kurucusu Rahmetli İmam Humeyni Batının hizmetinde olan böylesi sözde İslam'ı Amerikan İslam'ı olarak adlandırmaktadır. Ancak İran İslam İnkılabının tanıttığı İslam ve İmam Humeyni tarafından Öz Muhammedi İslam olarak tanımlanan bu İslam, Amerika gibi zalimler ve zorbalar ile uzlaşmamasına karşın İslam İnkılabının asil değerlerini yaymak için devlet bile kurmuştur.

İran İslam Cumhuriyeti düzeni İmam Humeyni'nin İslam öğretilerinden esinlenip halkın destekleri ile oluşturduğu bir düşüncesinin ürünüdür. Gerçekte Batılı devletlerin İran İslam İnkılabı ile yaşadığı bir başka sorun da İslam İnkılabının, İslami öğretileri kendi siyasi düzeninin temeli olarak tanıtıp liberalizm ve maddeci Batılı devletler karşısında yeni bir devlet tarzı sunmasıdır. Böyle bir devlette Allahu Teala'nın hikmetli talimatı ülke yönetiminin temel taşını oluşturmaktadır. Böylece dini ahkam ve kriterlere uyma şartlarına sahip olan yasalar uygulanabilecektir. Aynı zamanda, halk kesimleri, liderden cumhurbaşkanına ve İslami Şura Meclisi temsilcilerine kadar tüm yetkilileri özgür bir şekilde seçip böylece ülke idaresi ve yönetimini paylaşabilir. Böyle bir yönetim şeklinde, İslami değerlere saygı özgürlüğü ve milli çıkarlar ve güvenliğin korunması da garanti altına alınabilir. Bir başka taraftan ise İslami düzenin başında bulunan Veliyi Fakih ve rehber de bu düzenin belli başlı siyasetlerini belirleyip, erkler arasındaki ihtilafları çözüp, halkın ve yönetimin İslamiyetinin koruyucusudur. Böylece liderlik ve rehberlik konusu da İran İslam Cumhuriyeti düzeninde temel ve önemli bir konuma sahiptir.

Günümüzde İran İslam Cumhuriyeti din ve manevi inançlara dayalı başarılı bir yönetimin örneği olarak Müslümanlar tarafından da memnuniyetle karşılanmıştır. Bu mesele ise Batı'nın derin kaygılara kapılmasına yol açmıştır. Amerikan İslami araştırmalar uzmanı Profesör Andrea Meier " İslam'ın Siyasi Görevi" başlıklı kitabında şöyle bir görüşü paylaşmaktadır: "İslami devrimin sonucu olan İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulması ile İslam'ın siyasi görevi öyle kurumsallaştı ki şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiştir. İlk kez İslamcılıktan kaynaklanan siyasi bir düzen devrim yolu ile Batıcı ve seküler bir rejimin yerine geçti. Bu gelişme Müslümanların çoğu açısından sömürgecilik ve postkolonyalizm'in üstünlük taslayan tavrına karşı büyük bir zafer olarak düşünülmektedir. Batı'nın üstünlükçü yaklaşımından kastedilen ise Amerika'nın bir süper güç olarak sergilediği güçtür. Bu yüzden İran'daki İslami devrim tüm dünya Müslümanları için İslam'ın ütopik devletini kurması yolunda bir örnek olarak bilinmektedir. "

İşte bu yüzdendir ki Batılı devletler ve medya organları temelsiz ve garazkar propagandaları ile İslam Cumhuriyeti'ni başarısız ve işlevsiz olarak tanıtmaya çalışıyorlar. İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei İslam İnkılabının İkinci Adımı bildirisinde bu noktaya değinerek şöyle buyurmaktadır: " Zulüm ve sapkınlık ele başlarının İslam İnkılabına tepki göstermesi doğaldı. Ancak bu tepkileri başarısız kaldı. Modernitenin sağı ve solu bu yeni ve farklı sesi duymazdan gelmeye, bu sesi boğup susturmaya kadar her türlü girişimde bulunup böylece kesin sona daha da yaklaştılar. Şimdi ise İnkılabın kırkıncı bayramı ve Fecr günlerinin kutlanışının ardından bu iki düşmanlık odaklarının biri yok olmuş diğeri de ölümün yaklaştığını gösteren sorunlar ile uğraşıp durmaktadır. İslam İnkılabı ise kendi sloganlarına bağlı kalıp değerlerini koruyarak hala öne doğru ilerlemektedir."