Eylül 25, 2019 01:38 Europe/Istanbul

Bu bölümde Hindistan alt kıtasında hilafetin geçmişini konu edineceğiz.

IŞİD'in 2014'te Afganistan'da varlık göstermesinin gecikme ile de olsa dikkate alınmasına rağmen bu grubun Güney Asya'daki faaliyetlerinin perspektifi hususunda ciddi tereddütler gündeme gelmiştir. IŞİD'in sözde hilafetinin Büyük Horasan adı ile tanınan Güney Asya kolu projesi IŞİD terör örgütü, bölgesel ve küresel hamilerinin hedefleri hakkında ciddi soruların ortaya çıkmasına neden oldu. Hindistan alt kıtasında hilafet düşüncesi aslında geçmişten beri İslami iktidarın yeniden yapılanmasında önemli bir yere sahip olmuştur. Ancak IŞİD ve hamilerinin bunu kötüye kullanarak bölgeye nüfuz etmeye çalışması siyasi çevrelerin de dikkatinden kaçmamıştır.

Sözde Büyük Horasan projesi hilafetin tekrar yaşatılması fikri ile Orta Asya'dan Çin'in Müslüman bölgelerine, Afganistan, Pakistan ve Hindistan'a kadar  büyük bir coğrafyayı kapsamaktadır. İşte IŞİD de aynı düşünceye dayanarak iddia ettiği hilafetinin Güney Asya kolu projesini ortaya atmıştır.  Ancak IŞİD terör örgütünün Güney Asya'da nasıl ve hangi güçlerin örgütlenmesi ile bu projesini hayata geçirmek istediği tartışılan bir konu olmuştur.

Kimi uzmanlara göre IŞİD örgütü, Güney Asya'da çoğunlukla yerli milis güçlerinden yararlanarak bu bölgede varlık göstermek istiyor. Bu yerli milisler genellikle Afganlar, Pakistanlılar, Özbekler, Tacikler, Türkmenler, Uygurlar ve Çeçenlerden oluşmaktadır. Bunların çoğu daha önce El Kaide ve Taliban örgütlerine bağlı olarak eski radikal örgütlerden kopup IŞİD'e bağlanan unsurlardır.

Bu yüzden artık radikal terör örgütleri arasında büyük bir çatışmanın çıkması da muhtemeldir. Öyle bir çatışma ki uzun süre devam ederse bölgenin güvenliğini tamamen büyük bir tehlike ile karşı karşıya bırakacaktır. Bölgedeki Sünni kesimin büyükleri ve alimleri hep tek meşru yönetim şeklinin hilafet olduğuna vurgu yapmışlardır.

İranlı siyasi bilimler hocası Davud Feyrehî'ye göre hilafet, İslam'da yönetimin özel bir şekli olup daha önce benzeri yaşanmamıştır.

Aynı zamanda hilafetin tekrar yaşatılması fikri ise günümüz İslam dünyasındaki yönetim sorunu ve yabacı ülkelerin İslami ülkelere yönelik müdahaleleri ile de yakından alakalıdır.

Hint alt kıtasında ise hilafet fikri, İngiltere'nin Hindistan'a hüküm sürdüğü 1800 ila 1947 yılına dek güçlü bir fikri akım olmuştur. Bu fikir üç şekilde tecelli etmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:  1703 ila 1762 yıllarında yaşamış  Şah Veliyüllah Dehelevi ve de 1746 ila 1824 yılları arasında yaşamış  Şah Abdülaziz düşünceleri, 1922'de Osmanlı'nın çöküşü ile hilafet düşüncesi ve son olarak da İslami Cemaat hareketi.

Bu düşüncelerin hakim olduğu her dönemi ele almak için çok ince detaylara dikkat etmemiz gerekiyor ancak burada özet olarak bu dönemler hakkında şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz: Hilafet düşüncesi genellikle İslam'ın cihat veya barışçıl yollarla eski ihtişamını ve iktidarını yaşatmak ekseninde oluşmaktadır.

Hindistan İslami Cemaat ve Mevlana Ebu-l A'la Mevdudi'nin düşüncelerinde, toplumların İslamileştirilmesi için barışçıl yöntemler önerilmiştir. Ancak radikal bir hareket olan Diyobendiler arasında İslami iktidarın cihat yolu ile canlandırılması hedeflenmiştir. 1703-1762 yılları arasında yaşamış Şah Veliullah Dehlevi ve  oğlu Şah Abdülaziz açısından hilafetin tekrar yaşatılması Hinst alt kıtası Müslümanlarının 1857 yılında Moğol İmparatorluğunun çöküşü ve İngiltere'nin sultasının ardından düştüğü durumdan tek kurtuluş yolu idi.

1703-1762 yılları arasında yaşamış Muhaddis Dehelevi adı ile tanınan Şah Veliullah Dehlevi ise öyle bir düşünce akımı ve reformcu hareket başlattı ki Kabil Üniversitesi hocası Abdülali Kuhi'ye göre Hicaz'da eğitim görmesinden dolayı İbni Taymiyye'nin düşünceleri etkisinde kalmasından kaynaklanmıştır.

Şah Veliullah Dehlevi'nin asıl hedefi Hindistan Müslümanlarının eski ihtişamını tekrar yaşatmaktı. Bu yolda ise iki önemli engel ile karşı karşıya idi. Biri İngiltere sömürgeciliği diğeri de Hinduların iktidarlarının artması. Bu çerçevede Şah Veliullah öncelikli olarak Hindularla mücadele etmeyi seçti. Bu yüzden de 1747'de Afganistan'da tahta oturup bu bölgeyi İran'dan koparak Ahmed Han Abdalî'den Hindistan'a saldırmasını istedi. Bu saldırıda Hindulardan olan Merhateler hanedanı 1761 yılında yenilgiye uğratılıp böylece Müslümanlar tekrar iktidar koltuğuna geçti. Bunun ardından Ahmed Han Abdalî Peştun aşiretlerden olan Seduzai hanedanının saltanatını kurdu. Bu saltanat 1747'de başlayıp 1825'te sona erdi.

Şah Veliullah Dehlevi'nin oğlu Şah Abdülaziz ve torunu Şah İsmail, onun reformcu hareketini 18'inci yüzyılda İngiltere aleyhinde siyasi ve toplumsal bir harekete dönüştürdüler.  Bu hareketi tutanlar Hindistan'ı Dar-ül Harp yani savaş meydanı olarak adlandırıp İngiltere aleyhinde cihatta bulunmanın şer'i bir vecibe olduğunu savundular.

İşte bunun ardından Hint alt kıtası Şah Veliullah Dehelevi'nin düşünceleri etkisinde kalmasından sonra yeni bir hilafet düşüncesi şekillenir. Şah Veliullah Dehlevi'nin başlattığı reformcu hareket aslında iç arenadaki güç kaybının önlenmesi ve de yabancıların tehditleri ve müdahalelerinin etkisizleştirilmesi hedeflerini güdüyordu.

Pakistanlı araştırmacı ve tarihçi Aziz Ahmed'e göre Şah Veliullah, hilafet düşüncesinde, küresel hilafetin de zarureti ve gerekliliği konusunda ısrarcı olup kadim düşüncelere dayanarak hilafetin Kureyş'e ait olduğunu düşünüyordu.

Aslında Şah Veliullah'ın İslami toplum düzeni düşüncesi dünya hilafetinin tekrar yaşatılması üzerine kurulu idi. Buna rağmen o ve yandaşları 1526'dan 1858'e kadar Hint alt kıtasına bir yandan hüküm süren Moğol İmparatorluğuna bir yandan da Osmanlı İmparatorluğuna bağlı olduklarını göstermişlerdi. Böylece bu hareketin savunucuları Moğol İmparatorluğunun çöküşü ve İngiltere'nin onun yerine geçmesinin ardından ısrarla Osmanlı İmparatorluğunun varlığının devam ettirilmesinden yana idiler. Hindistan'daki hilafet yanlıları hareketi de böyle bir ortamın doruğunda başladı. Şah Veliullah Dehlevi'nin hilafet düşünceleri 1875'te Mirut olayı ve Müslümanların İngiltere'nin sömürgeci siyasetlerini protestosundan dolayı katliam edilmeleri olayının ardından daha da önemli bir konuma geldi.

Şah Veliullah Dehlevi 1868'de Diyobendi okulunu kurarak Diyobendi hareketini ve mektebini resmen kurmuş oldu. Kendi iddialarına göre Ehli Sünnet ve Cemaatten olan bu hareket fıkıhta Hanefi fıkhına, ve ahlak ve irfanda da Sufilere bağlıdır. 

Tüm bu olaylardan yola çıkarak IŞİD gibi tekfirci terör örgütlerinin de İslam aleminin gerçek ihtiyaçları ve doğal gereksinimlerinden dolayı doğmadığını, aslında dışa bağlı, dengesiz ve anormal bir olgu olduğunu söylemek mümkün. IŞİD gibi terör örgütleri çoğunlukla dış etkenlerden kaynaklanıp İslam alemi dışındaki dış mihrakların destekleri ile gelişmiş ve şimdi de yapmacık ve tarihi gerçeklere uymayan bir hilafeti öne sürmektedir.

Somut bilgiler ve kanıtlara göre Vahhaiyet gibi sapkın tekfirci hareketler ve düşünceler Batı'nın stratejisi ile örtüşecek bir şekilde hareket edip İslam Aleminde fırkacılığı yaymak ve ihtilafları çoğaltmak amacı ile İslam coğrafyasında faaliyet göstermektedirler. Bu siyasetten güdülen başka hedefler de Batı Asya'daki düzenin inşasına izin verilmemesi, coğrafi sınırların değiştirilmesi, direniş ekseninin hedef alınması ve sonuçta İslam Aleminin güçlenmesine izin verilmemesidir.

Günümüzde birçok tanınmış Batılı düşünür de Batı'nın IŞİD gibi tekfirci terör örgütlerinin şekillenmesindeki rolüne vurgu yapmaktadır. Bunlardan biri de ünlü Amerikan düşünür Noam Chomsky'dir. Bölgesel ve küreslel gelişmelerin kritikleştiği her dönemde Batılı devletler Vahabiyet gibi sapkın öğretileri yayan ve şiddet yanlısı olan hareketlerden kendi şom planlarını hayata geçirmek için yararlanmıştır.

Amerika'nın bölgede Suriye ve Irak gibi iki önemli İslami ülkeyi bölüp yok etmeye yönelik çabasının büyük bir hezimete uğramasının ardından emperyalizm başta  Amerika olmak üzere teröristleri Asya'da tekrar örgütlemek için Afganistan'ı bir üs olarak seçmiştir. Buna rağmen Afganistan toplumu da böyle radikal ve şiddet yanlısı görüşlere artık olumlu yaklaşmamasının yanı sıra yabancı devletlerin de Afganistan içişlerine müdahalesine karşı olup bunun her biçimini kınamaktadırlar.