Aralık 03, 2019 19:54 Europe/Istanbul

Bu bölümde IŞİD'in Afganistan ve Pakistan'daki vizyonunu ele almaya çalışacağız.

IŞİD'in Afganistan ve Pakistan'daki bekası veya yok olması konusu hepsinin IŞİD'in elinde bulunmadığı farklı farklı etkenlere bağlıdır. Kuşkusuz IŞİD'in bölgesel ve küresel güvenlik ve istihbarat teşkilatlarının vekalet savaşının bir parçası olduğu aşikardır. Her aktör diğer aktörlerin peşinden koştuğu hedeflerden farklı amaçlar doğrultusunda IŞİD'i kullanmak istiyor. Tabii IŞİD de kendi zannınca İslami hilafet fikirlerini kafasında tutarak bu yolda yürümek istiyor. Bu çerçevede IŞİD radikal terör örgütü belki de ilk aşamalarda küresel ve bölgesel hamilerinin hedefleri doğrultusunda hareket edip daha sonra aleni bir şekilde kendi hedeflerini uygulamak istiyor. 

İşte belli nedenlerden dolayı IŞİD'in Afganistan ve Pakistan'daki geleceğini ön görmek pek de mümkün değildir. Aslında IŞİD'in buradaki geleceği ile ilgili aydın bir vizyon çizmek mümkün değildir. Ancak IŞİD'in de diğer sapkın ideolojik gruplar gibi en azından fikirlerini koruyacağını ama pratikte etkinliğini kaybedeceğini söylemek mümkün. Bu yüzden son yirmi otuz yılda bölgede oluşan El Kaide ve Taliban gibi örgütler de iktidarı ellerine geçirmelerinin ardından bile etkin bir araç olarak bölgesel ve küresel istihbarat ve güvenlik teşkilatlarının suiistimaline maruz kalmış ve kullanılmışlardır. 

Stanford Üniversitesi siyasi bilimler bölümü hocalarından Alexander George  ve ünlü Amerikan teorisyen ve filozof Noam Chomsky  "Batılı Devletlerin Terörizmi" başlıklı kitaplarında  Beyaz Saray'ın Amerikan çağdaş tarihinde farklı zaman dilimlerinde dünyanın farklı noktalarında teröristleri ve militanları desteklediğini yazmışlardır. Washington ayrıca Fars Körfezi çevre ülkelerindeki gibi dikta rejimlere devlet terörizminden yararlanarak halkı ve muhalifleri bastırmalarına yardımcı olmuştur.

Buna karşın IŞİD'in hilafetçilik konusu daha kritik bir meseledir. Nitekim daha önceden beri Pakistan ve Afganistan'da ve genel olarak Hint altkıtasında birinci dünya savaşının bitmesinin ardından Osmanlı hilafetinin sonlanmasından sonra hilafet meselesi sık sık ele alınmıştır.  Bu bölgede farklı İslami gruplar, partiler ve hareketler İslami Hilafeti canlandırmak hedefi ile şekillenmiş ve kimileri de hala varlığını sürdürmüştür. Tabii Ebul A'la Mevdudi gibi düşünürler hilafet düşüncesini yerlileştirmek ve hilafet konusunu Hint altkıtasına uydurmak istemişlerdir. Bu çerçevede Sünni fıkhi kaynaklarda halifeliğin Arap olma ve Kureyş kabilesinden olma şartını düzeltmiş ve onun özel durumlarda geçerli olduğunu ancak zaman aşırı koşulların değişmesi ile değişebileceğini öne sürmüştür. 

Bu açıdan ele alındığında Hint altkıtasının özellikle de Afganistan ve Pakistan'ın tekfirciler açısından İslami Hilafetin canlandırılması için önemli bir bölge olduğunu gösteriyor. 

Buna rağmen IŞİD açısından hilafet konusu sırf tarihi ve meşruiyet kazanma açısından söz konusu değildir. IŞİD siyasi, toplumsal, askeri ve İslami alandaki kültürel kapasitelere de dikkat etmektedir. Böyle bir bakış çerçevesinde IŞİD Irak ve Suriye'de yenilgiye uğradıktan sonra şimdi de iddia ettiği hilafetini hayata geçirebilecek daha müsait bölgeler peşindedir. 

Tekfirciler açısından Afganistan ve Pakistan özellikle de Durand sınır hattının iki tarafındaki aşiret bölgeleri IŞİD hilafetinin devam ettirilmesi için en uygun bölgedir. Bu dağlık bölgeler askeri ve Peştunlardan oluşan  aşiret yapısı açısından askeri saldırılar karşısında kırılgan olan Suriye ve Irak'taki düzlüklerine karşın daha güçlü savunma şansı yaratmaktadır. Buna esasen IŞİD'in neden Horasan konusunu öne sürdüğü ve hatta Batı Asya'dan bile ona daha fazla önem verdiğinin nedeni de ortaya çıkmaktadır. Sözde büyük Horasan  IŞİD açısından hilafet için en önemli ikinci bölgedir. IŞİD'in tanımına göre Büyük Horasan ise Güney Kafkasya, Orta Asya, Çin Türkistan'ı, Pakistan, Afganistan ve Hindistan'ın Kuzeyindeki Müslüman bölgeleri kapsamaktadır. 

Aynı zamanda IŞİD sözde Horasan eyaletinin sınırlarını öyle çizmiştir ki Amerika ve ortaklarının çıkarları ile de örtüşsün. Bu bağlamda ister IŞİD elebaşılarının çıkarcılıklarından ister Amerikan destekçilerinin planlarından kaynaklansın sonuç aynı olacaktır. Öyle ki IŞİD ve Batı dünyası bu sınırları çizmekle ortak çıkarlar peşinde koşuyorlar ve en optimist ihtimalle her iki tarafın da ortak düşmanlara karşı savaştığı söylenebilir. Bir diğer açıdan ise IŞİD'i Batı'nın istihbari aracı olarak düşünürsek yine de bu grubun diğer araçsal kullanıma maruz kalan terör örgütleri gibi belli bir tüketim tarihine sahip olduğu ve akıbetinin küresel anlaşmalara bağlı olduğunu söylemek mümkün. 

Her iki açıdan da IŞİD'in Pakistan ve Afganistan dahil bölgedeki varlığından aydın bir vizyon çizmenin mümkün olmadığı söylenmesi gerekiyor. Zaten IŞİD'in İslami Hilafet kurmasında başarısızlığı göz önünde bulundurulduğunda yine de bu fikrin atıklarının ve çökeltilerinin bölgede kalacağı ve bunun da bölgesel güvenlik, istikrar ve gelişmeye zarar vereceği kesindir. Bu bakiye ve kalıntının tehlikesi ise IŞİD'ın bölgede yerli halkı kendine çekmesi ve yerlileşmeye çalışmasıdır. Belki de Batı dünyası ve gerici Arap dünyasının bu terör örgütünü desteklemekten hedefi de bu meseledir. Yoksa IŞİD'in Afganistan veya Pakistan'da sözde İslami Hilafet kurmasına müsaade edilmesi de pek mümkün görünmüyor. Çünkü Amerika'nın Afganistan'daki askeri siyasetleri de bu ülkeye askeri müdahale için uzun süreli ve uzun vadeli planların geliştirildiğini gösteriyor. 

Her halükarda IŞİD'in Afganistan ve Pakistan'a nüfuz etmesi Amerika ve ortaklarının özellikle de İran İslam Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'ne karşı çıkarları ve beklentileri ile de örtüşmektedir. Doğu'da Pakistan ve Afganistan arasındaki aşiret bölgeleri, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan arasındaki Fergana Vadisi  gibi bölgeler hem nüfus ve hem de coğrafi açıdan IŞİD için mükemmel barınma noktaları sayılır. Bu güçleri bu bölgelerden çıkarmak ise hiç de kolay olmayacaktır. 

Bu yüzden IŞİD'in artık Afganistan ve Pakistan'da yer kapmaya çalışamayacağı İslami Hilafet için toprak kazanmayacağı ancak yerli ve çevik güçler çerçevesinde hızlı yer değiştirme kabiliyeti ile acil durumlarda bölgeden bölgeye intikal edeceği söylenebilir. Bu doğrultuda yerli terör ve radikal güçlerini coğrafi ve jeopolitik ve jeoetnik açıdan üçe bölmek mümkün. Türk etnik grubu eksenindeki Kafkasya, Orta Asya ve Çin'in Doğu Türkistan grubu, Peştun-Pencabi etnik grubu eksenindeki Pakistan ve Afganistan grubu ve üçüncüsü de Hindistan grubu. Bu çerçevede bu grupların hepsi veya bir parçasının IŞİD ile iş birliği yapma ihtimali mevcuttur. 

Bu grupları detaylı bir şekilde sıralamak gerekirse şöyle tasniflemek mümkün. 

A. Türk etnik grubu ekseni etrafındaki Kafkasya, Orta Asya ve Çin'in Türkistan eyaleti. Bu grupta şu alt gruplar ve partileri sıralamak mümkün. 

-Özbekistan'ın El Tahrir Partisi, İslami Hareket, İslami Nihzeti, Doğu Türkistan'ın İslami Hareketi, Ebu Ömer Çeçeni kolu Muhacirler ve Ensar Hareketi, Salahaddin Çeçeni'nin Muhacirler ve Ensar Hareketi, İslami Hilafet Hareketi, Cünudü'ş Şam Tugayları, "Görev" isimli propaganda grubu, Adalet Topluluğu, İslam Savaşçıları, Işık Hüzmesi, Nidamet grubu. 

B. Peştun-Pencabi etnik grubunun ekseninde olduğu Afganistan ve Pakistan radikal grupları. Bu grubun alt gruplarını ise şöyle sıralamak mümkün: 

-Afganistan Taliban'ı, Pakistan'ın Taliban'ın Hareketi, Gulbiddin Hikmetyar'ın İslami Partisi, Hakkani Şebekesi, Tayyibe Ordusu, Cemaat-üd Da've, Sahabe Ordusu,  Jhangvi Ordusu, Cündüllah, Ceyş-ül Adl, El Furkan, Afganistan'ın Hizb-üt Tahrir'i ve Ceyş-i Muhammed.

C. Hindistan grubundaki radikal gruplar. Bu gruptaki alt grupları şöyle sıralamak mümkün: "Hindistan mücahitleri, El Kaide'nin Hindistan Kolu ve Hilafet Hareketi 

Şimdiye kadar ise IŞİD yaklaşık tüm Orta Asya, Güney Kafkasya ve Çin Türkistan'ı radikal hareketlerini yanına çekmeyi başarmıştır. Bu radikal gruplar iki bölgede IŞİD'in yanında yer almışlardır. Bir grup Suriye ve Irak'ta IŞİD lehine savaşmışlardır. Bunlar Çeçenler, Özbekler ve Taciklerdir. Bu çerçevede Irak ve Suriye'de Çeçenler ve Özbekler diğer bölgesel terör örgütlerine göre daha aktif rol oynadılar. 

Bu sürecin devamında ise daha önce El Kaide üyesi olan Kafkasya-Orta Asya gruplarının bir kısmı da IŞİD'e katılıp Ebu Bekir El Bağdadi'ye biat ettiler. Nitekim daha sonra bu gruptan gelen Çeçenler ve Taciklerin bir kısmı Suriye ve Irak'taki üst düzey komutanlar ve idari makamlar olarak görevlendirildiler. Bilindiği üzere IŞİD'ın askeri komutanı Ebu Abdürrahman El Beylavi'nin ardından Çeçen-Gürcü asıllı Ömer el Şişani'ye devredilmişti. Gürcü-Çeçen bir ailede dünyaya gelen Ömer el Şişani'nin asıl adı Tarkan veya Batıraşvili idi. 

Toplamda IŞİD'in Pakistan ve Afganistan'da köklerinin kurutulması zaruri görünüyor. Bunun için ise geniş çaplı bir bölgesel iş birliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Siyasi uzman Amerikalı Mark Glenn'in de dediği gibi IŞİD'in yenilgisi Amerika ve İsrail'in de yenilgisi olacaktır. Bu uzman IŞİD'in yenilgisini Şiiler ve Sünniler ve hatta Hristiyanlar arasındaki yakınlaşma ve birliğin göstergesi olarak niteleyip bu grubun yenilgisinin Siyonist Rejimin dünyadaki stratejilerinin yenilgisi için kullanılabilecek bir model olabileceğini de söylemiştir. 

Mark Glenn IŞİD terör örgütünün Suudiler ve diğer Fars Körfezi çevre Arap ülkeleri tarafından İslam aleminde tefrika oluşturmak için meydana getirildiğini düşünüyor. 

Etiketler