Aralık 06, 2019 19:20 Europe/Istanbul

Bu bölümde yaşamda hedef belirlemenin daha iyi bir yaşamdaki rolünü konu edineceğiz.

Hayat tarzı aslında bizim yaşamda seçtiğimiz hedeflerden etkilenerek oluşur. Yaşam hedefleri ise düşünce tarzı ve ideolojilerimize göre şekillenir. 

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei'nin hayat tarzının şekillenmesi ile ilgili düşünceleri bu yöndedir. Bu yüzden "hedefsizlik", "boşluk", "umutsuzluk", "toplumda ve aile ortamında güvensizlik" de Batı'nın insan hayatına olan seküler ve maddi bakışından kaynaklandığı söylenebilir. 

Araştırmacı yazar, Paul Weitz "Din, devlet ve Aile Krizi" adlı kitabında bu hususta şöyle diyor: "Ben, ayrılan çiftleri, boşananları ve dağılmış aileleri seküler ailenin en iyi örnekleri sayıyorum. Bu aileler sekülerizm düşüncesinin kaçınılmaz mantıklı sonuçlarıdırlar. "

Amerikan gelecek araştırmaları uzmanı, yazar Alvin Toffler ise insanlık tarihinin iki önemli devrim yaşadığını düşünüyor. İlk olarak tarımsal devrim ve ikincisi de endüstriyel devrim. Ona göre dünya şimdi ise üçüncü bir devrim sayılan elektronik devrim eşiğindedir. Endüstriyel devrim tarımsal düzeni nasıl bozduysa elektronik düzen de endüstriyel düzeni altüst edecektir. Toffler Batı dünyasında yaşanan aile krizi gibi mevcut krizleri de bu geçiş sürecine bağlamaktadır. 

Amerikan yazar Alvin Toffler üçüncü devrim yani üçüncü değişim dalgası adlı kitabında şöyle diyor: "Bir ailenin çalışan bir eş, bir ev hanımı ve iki çocuktan ibaret olduğunu var sayıp Amerikalıların hala yüzde kaçının böyle bir aile yaşadığını sorarsak yanıt hayret verici ve dikkat uyandırıcıdır. Amerika nüfusunun sadece yüzde 7'isi bu modele uyuyor. Geri kalan yüzde 93'lük nüfus ise bu çerçevede değerlendirilemez. Durum o kadar vahim ki gelecekte ailenin dağılması bile konuşuluyor. Aslında aile, en sıcak ve en önemli meseledir." 

Aile en küçük aynı zamanda en önemli toplumsal kurum sayılır. Aile, toplumun oluşmasındaki rolünden dolayı ise özel bir konuma sahiptir. Kadın ve erkek aile kurma sayesinde insanın en önemli olan ihtiyacı yani huzura kavuşup böylece yan yana huzurlu ve güvenli, muhabbet ve şefkat dolu bir ortamda ızdırabtan ve gerilimden uzak bir şekilde çocuklarını yetiştirip terbiye edebilirler. 

Aslında aile çocuğun doğduğu ve isimlendirildiği bir ortamdır. Bir insan çocukken konuşmayı, düşünmeyi, yemek yemeyi ve giyinmeyi aile bireylerinden öğrenip evden dışarı toplumda bu öğrendiklerinden yararlanarak davranış gösterir. İşte bu ailenin aslî görevidir. 

Halihazırda Batılı ülkelerde toplumsal hayat süreci ve hayat tarzı öyledir ki aile ve evin eksen rolü için alternatifler belirlenmiştir. Çocukların kreşe ve anaokula , gençlerin kulüplere, orta yaşlılar ve yaşlıların da huzurevlerine gönderilmesi bu alternatiflerin bir kaçıdır. Böyle olunca aile bireyleri de bir birinden uzaklaşır. Bunun sonucunda ise aile ve bireylerinin etkileri de azalmış olur. Bu süreç ise zaman içerisinde Batılı toplumlarda ailenin ve toplumun dağılmasına sebebiyet verip, yalnızlık, ızdırap, stres ve gelecek kaygısına yol açmıştır. 

İtalyan baş piskopos Vincenzo Paglia mevcut Batı'daki aile durumunu tartışma konusu olarak ele alıp şöyle diyor: "Zayıf ve güçsüz bir aile zayıf bir topluma işaret ediyor. Hayatta bireyselcilik hüküm sürmeye başlarsa tüm yönetim ve toplumsal düzeni de etkiler. Maalesef günümüzde kaygı verici bir olgu büyüyerek yayılmaktadır. Bu olgu çerçevesinde erkekler ve kadınlar bağımsız ve tek başlarına yaşamaya çalışıyorlar. Onlar saadeti bireyselcilikte arıyorlar."

Son 30 yılda Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yalnız yaşayan insanların sayısı çığı gibi büyümektedir. Bu ülkelerde kişiler daha geç evlenir. Bu ülkelerde boşanma oranı da dikkat çekici derecede artmaktadır. Avrupa Komisyonu bürosu-Eurostat'ın verilerine göre Avrupa Birliğinde, aile sayısı 2006 yılında 199 milyon kişiden 2016 yılında 220 milyona ulaştı. Ancak bu rakamın yüzde 33'ü yani üçte biri kadarı tek kişilik ailelerden oluşur. Avrupa Birliği ülkeleri arasında ise İsveç bu açıdan ilk konumdadır. Bu ülkede ailelerin yarısı tek kişiliktir. Bir diğer taraftan ise Avrupa Birliğine üye ülkelerde ailelerin yüzde 25'i çocuk sahibi değildir. Bu alanda ise Finlandiya ilk sıradadır. Avrupa Birliği ülkeleri arasında ailelerin sadece yüzde 20'si çocuk sahibidir. Amerika'da ise 16 yaş üzerindeki nüfusun yüzde 50'si tek başına yaşamaktadırlar. Son otuz yılda ise Amerika'da hala evlenmemiş erişkinlerin sayısı yüzde 30 kadar artmıştır. Amerika toplumunun yaklaşık yüzde 20'si ise boşanan çiftlerden oluşmaktadır. 

Günümüzde, Batı dünyasında ailenin farklı şekillerde tanımlanmasına karşın çocuklar da ailenin ocağından mahrum kalarak anne veya babalarından yoksun bir evde büyüyorlar. Buna ilaveten kimi çocuklar zaman zaman yeni bir baba veya yeni bir anne yanında büyümeye mecbur kalırlar. 

Phyllis Schlafly " Amerikan ailesini kim öldürdü?" başlıklı kitabında şöyle yazmıştır: "Sanki evlenmenin ve çekirdek ailenin kıymeti hususunda sessizlik şikesi söz konusudur.... Günümüz dünyasında bizi çocuklarımız ve kendi sağlımızı korumamıza teşvik edip her daim spor yapın, sağlıklı beslenin, kask takın, ürünlerin etiketlerini kullanmadan önce okuyun, sigara içmeyin, atıklarınızı geri dönüşüm için ayırın, iklim değişikliklerine kayıtsız kalmayın, dişlerinizi fırçalayın, alkol tüketiminde dikkatli olun ve düzenli olarak doktora gidin diyorlar. Ancak sıra, gelecek nesillere en büyük zararı verecek olan babanın ailedeki boşluğu meselesine gelince sessizlik diye bir komplo ile karşılaşıyoruz. "

Birleşmiş Milletler Teşkilatı 2015 yılında Dünya Aile Haritası adlı raporunda aile yapısındaki değişiklikleri ve çocuklar üzerindeki etkileri haritasını yayımladı. Bu rapor son kırk yılda Amerika'da, Avrupa ve Okyanusya'da  doğal evlenmenin, sıra dışı cinsel ilişkiden ibaret bir olguya dönüştüğü görülmektedir. Bu olgu ise evlilik dışında doğan çocukları medyana getirir. Nitekim 1998 ila 2014 yıllar arasında Amerika'da doğan çocukların yüzde 41'i, Kanada'da doğan çocukların yüzde 33'ü, Fransa'da doğan çocukların yüzde 57'isi, İsveç'te doğan çocukların yüzde 54'ü, İngiltere'de doğan çocukların yüzde 48'i ve Avustralya'da doğan çocukların yüzde 33'ü evlilik dışında doğmuşlardır. 

Sadece Amerika'da 15 milyon kadın 22 milyon çocuğun velayetini üstlenmişlerdir. Bu kadınların yüzde 36'ısından çoğu gayrı meşru şekilde çocuk sahibi olmuşlardır. Bu tür ilişkinin ise en büyük zararı doğan gayrı meşru çocuklara verdiği aşikardır. Ebeveynlerinin boşluğundan dolayı duygusallık boşluğuna düşüp bunalım ve anksiyete hastalıklarına yakalanan kişiler ise uzun vadeli olarak ümitsizlik ve boşluk duygusuna kapılırlar. Bu çocuklar, aslında kimliksiz, aciz ve sersem bir nesil oluştururlar. Bu çocuklar esasında sorumsuz davranan anne ve babalarının hazcı ve şehvetçi davranışlarının kurbanıdırlar. "

Batı dünyası bugün birçok ahlaki ve toplumsal sorunlar ve krizler ile karşı karşıyadır. Bu krizlerin ve sorunların bir kısmı ailenin temelini sarsan kadın ve erkek ilişkilerindeki özgürlük  ve esef verici sonuçları ile ilgilidir. Resmî evlilik rakamlarının azalıp evlenmeden bir arada yaşama oranının artması, evlilik dışı doğan çocukların çoğalması, aile velisi kadınların sayısının artması, tek çocuklu ve tek kişilik ailelerin artması, modernite kültürü etkisinde kalan ülkelerde yaşanan anormalliklerden bir kaçıdır. 

Bu ülkelerde aile geç kurulur erken de sonlanır. Bunun sonucu ise fuhuşun artmasıdır. Böyle bir ahlaki ve toplumsal hastalığa yakalanan bir ülkede, bilimsel, düşünsel ve maddi zenginliklerini kaybetme riski belirir. İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei'nin buyurduğu gibi "Batılı ülkelerin birçoğunu böyle bir gelecek bekliyor."