Şarkiyatçılar Açısından İslam Peygamberi-5
Geçen bölümlerde şarkiyatçıların İslam Peygamberi ve İslam ile ilgili araştırmalarından söz ettik. Bu bölümde İslam'a ve Peygamber Efendimize yönelik yeni yaklaşımları konu edineceğiz.
Bugüne kadar yayılmaya devam eden İslam dini, yıldan yıla, yüzyıldan yüzyıla ve dünyanın bir ucundan öbür ucuna kadar doğal seyrini kat etmiştir. Bu süreçte İslam dini büyük çapta taraftar ve mensup toplasa da, birçok düşman ve muhalif de kazandı. Kimileri kin ve bağnazlık yüzünden İslam'ı tanımadan etmeden karşı çıkmaya başladılar. Ancak bunların arasında bağnazlıktan uzak hakikatin peşine düşerek İslam'ı tanımaya çalışan insanlar da vardı. Bunların birçoğu ise Müslüman olmamalarına rağmen İslam dini ve aziz Peygamberi hususunda ilgi çekici ve takdire şayan görüşlere de sahip olmuşlardır. İnsaflı ve bağnazlıktan uzak bir şekilde İslam ve büyük Peygamberini ele alan Batılılar arasında büyük düşünürler, yazarlar ve alimler, filozoflar ve şairler yer almaktadır. Bu şahısların eserleri gerçekten de üzerinde durulması gereken eserlerdir.
Geçen bölümlerde şarkiyatçıların Peygamber Efendimiz ile ilgili araştırmalarını gözden geçirdik. Burada ilgi çeken nokta ise 16'ıncı yüzyıla kadar Peygamber Efendimizin mucizesi Kuran-ı Kerim'in veya çevirisinin Avrupa'da basılmasının yasak olması idi. Hatta kimileri bu yasağı ayakları altına aldıkları için hapse bile atılmışlardır.
Ancak kimi şarkiyatçılar ve Batılı araştırmacılar Kuran-ı Kerim'in yayılmasını ve basılmasını istiyorlardı. Onlar böylece Hz. Muhammed saa'in sözde yalanlarının bilinmesini istiyorlardı. Bu grubun düşüncesine uyularak Kuran-ı Kerim Batı'da yayımlandı ancak tam tersi bir sonuç doğurdu. Kuran-ı Kerim öğretileri mantıklı ve akılcı bir hareket olarak tanınıp hızlı bir şekilde Hristiyan inançları ve Kilise'nin telkinlerinin sorgulanmasına özellikle de teslis ilkesinin temellerinin sarsılmasına neden oldu. İslam Peygamberi de toplumsal bir uzlaştırmacı ve barış yanlısı olarak Hristiyanların akıl dışı inançlarını ciddi derecede sarstı.
Avrupa'nın Aydınlanma Çağında kimi yazarlar bu süreçte İslam Peygamberi'ni Hristiyanlık karşıtı bir kahraman olarak adlandırdılar. Onların bazıları İslam'ı, felsefeye dayalı monoteistlik örneği olarak sayıp Kuran-ı Kerim'i de alemlerin yaratıcısının takdiri ve övgüsü babında bir marş olarak tanımladılar.
İngiliz tarihçi Edward Gibbon Aydınlanma Çağında yaşamış şarkiyatçılardan biri olarak " 1776 ila 1888 yılları arasında " Roma İmparatorluğunun Çöküş ve Düşüş Dönemi "adlı eseri ile bu alanda birinci el bir kaynak medyana getirdi.
Bu kitabın 50'inci bölümü " Muhammed-saa ve İslam'ın Ortaya Çıkışı" adı altında ayrı bir şekilde basıldı.
Gibbon bu kitapta bir bölümü İslam'a ve Hz. Muhammed saa'e ayırarak Avrupalıların o döneme kadar konu hakkında yaptıkları en yeni araştırmaları ve raporları bir araya topladı. Gibbon İslam Peygamberi'ni manevi boyutlara ve özelliklere sahip biri, Mekke'deki hayatı boyunca monoteistliğin en âlâ şeklini yayan biri olarak tanıtmıştır.
Edward Gibbon Hz. Muhammed saa'in nübüvveti ile ilgili sözlerine şöyle başlıyor: "Hristiyanlar düşünmeden etmeden Muhammed hakkında suçlamalarda bulunup, onu küçük düşürmeye çalışmış böylece düşman sandıkları onun kadir ve kıymetini düşürmeye yönelmişlerdir. Ancak tüm bu husumetlere rağmen onun konumunu daha da yüceltmişlerdir. "
Gibbon bu açıklamaların ardından Müslümanlar ve Hristiyanları karşılaştırarak şöyle yazıyor: "Her devirde, her Peygamberin amacı insanlara yaratanın yaratma gerçeklerini tanıtmak ve onun ahkamını yeryüzünde yaygınlaştırmaktır. Muhammed de kendisinden önce gelen Adem'den Kuran-ı Kerim'in zuhuruna kadar görev yapan Peygamberleri kabul etmiştir. Bilindiği üzere bu zaman diliminde 124 bin özel kişi, özgün bir şekilde nübüvvet nuruna sahip olmuş ve her biri de ilahi fazilet ve feyizlerden farklı şekillerde yararlanmıştır.... Bunların arasında ise ululazm olarak bilinen en büyük Peygamberler vahiy aracılığı ile adlıkları değişmez bir dini insanlığa tebliğ etmişlerdir. İşte Müslümanlar arasında bu tür peygamberlerin yeri özeldir. Hz. Muhammed Müslümanlara hz. İsa'yı da sevip saymalarını öğretti. Sırlarla harmanlanmış bir saygı. Kuran-ı Kerim'de bu hususta şöyle yazılmıştır: "Melekler demişti ki: "Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh’tir, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır."
Gibbon sözlerinin devamında Hz. Musa ve Hz. İsa'nın da son peygamberin geleceğini müjdelediklerine değinerek şöyle yazıyor: "Musa ve İsa, züht ve dindarlıkları yüzünden gelecekte kendilerinden daha üstün ve faziletli bir peygamberin geleceğinden emin olup bu yakinlerinden de çok memnun idiler.... Muhammed de İslam dininin temellerini anılan iki dinin paklığı ve hakkaniyeti üzerine kurdu. Zaten temel edinen İsa ve Musa'nın dinleri de vahiy aracılığı ile insanlara getirilmişti. Muhammed de bu dinlerin ve peygamberlerin faziletleri ve mucizelerinden haberdardı. Muhammed Arabistan'da Allah'ın evinde putları kırıp, ibadetlerin en beğenilenleri olan namaz kılmayı, dua etmeyi ve sadaka vermeyi insanların kanının dökülmesi ve kurban edilmesi gibi cahiliye ritüellerinin yerine insanlara sundu.... Onun en önemli işi, tüm müminlerin vücuduna ihsan ve iyilik ruhunu üfürmesi idi. Muhammed, toplumun lehine olanları, mensuplarına tavsiye etti. Muhammd'in yararlı kuralları ve öğretileri sayesinde, ihtiras, kincilik, dullara ve yetimlere zulmetme yasaklanıp, hasım ve düşman kabileler bile ortak bir din çevresinde toplandı. "
Tabii Gibbon kitabında olayları anlatırken bazı hataları da yapmıştır. Araştırmacılara göre bu hatalar onun kasten yapmadığı hatalardır. Bu araştırmacılara göre Gibbon'un yanlış tarihi kaynaklar ve kitaplara baş vurması onu bu yolda saptırmıştır. Gibbon, şöyle yazmıştır: " Abdullah'ın oğlu en şerefli Arap kavmi sülalesinde en iyi ve en has Arap şivesini öğrendi.... Muhammed okuma yazmasız ve eğitilmemiş olmasına rağmen güçlü bir konuşmacı idi. Doğal olarak okuyamamak hayat çemberinizi küçültebilir ancak insan ve doğa, Muhammed'in gözlerinin önünde açık bir kitap misali idi. Muhammed yaptığı yolculuklarda bile birçok noktaya dikkat ederdi. Bu kısa ve acele ile yapılan yolculuklarda Muhammed zeka ve deha gözü ile diğerlerinin göremediği şeyleri görüyordu. "
Gibbon Hz. Muhammed saa ile ilgili öyle konuşuyor ki okur onun yazılarını okuduğunda ister istemez onun Hz. Muhammed'e bağlı olduğunu, hayranı olduğunu düşünmeye başlar.
Gibbon şöyle yazıyor: "Muhammed büyük veya özel bir kitle karşısında konuşmaya başlamadan önce dinleyicileri ve katılımcıları kendi hayranı edip, heybeti ve vakurluğu, görünüşteki karizması ve etkileyici bakışları ile, şefkat dolu gülüşleri, uzun sakalları ve nur dolu yüzü ile, sözlerini tasdikleyecek nitelikte olan el kol hareketleri ile dinleyicileri hayran bırakıyordu.....Büyük İslami devrimin yaratıcısı, takvalı ve dindar bir insan olarak ilahi zatın sırlarını düşünmek ve risaletini üstlenmek için görevlendirilip Hira Mağarasında ilahi misyonu üstlendi. Muhammed, büyük bir hükümdarlık kurmasına rağmen dünya işlerini hor görüp ufak tefek işlerini kendisi yapıyordu. "
Gibbon şöyle devam ediyor:" Muhammed'in düşüncelerinin sonucu İslam dini idi. Muhammed bu düşünceleri hanedanına ve Arap kavmine öğretti. Bu dinin temel ilkesi Allah'ın bir olması gibi kalıcı gerçektir. İkinci ilkesi ise Muhammed'in ilahi risaletidir. "
İşte İslam Peygamberi böyle özelliğinden dolayı ün salmıştır. Bu nedenden dolayıdır ki Hz. Muhammed saa, ilahi melekler yanında selama ve saygıya layık görülmüştür:
"Allah ve melekler peygambere salât ediyorlar; ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun."(Ahzap suresi-56 ayet)