Şarkiyatçılar Açısından İslam Peygamberi-6
Bu bölümde Batı dünyasında Aydınlanma çağı olarak bilinen 18'inci yüzyıl eserleri ve düşünürleri açısından İslam peygamberi'ni ele alacağız.
18'inci yüzyıl Batı tarihinde Aydınlanma çağı olarak bilinmektedir. Aslında bu dönemi çağdaş Batı devrinin başlangıcı olarak da saymak mümkün. Çünkü Batı'nın bu dönemdeki sanayi devrimi gibi siyasi ve toplumsal gelişmeleri, dinlere karşı özellikle de İslam'a karşı yeni meselelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Aydınlanma çağı yazarları ve araştırmacıları iki farklı cephede araştırma yapmaya başladılar: Kimileri Hristiyan rivayetçilerin ayak izinden giderek diğer rakip dinleri ezmeye çalıştılar. Bu doğrultuda İslam karşıtı birçok eser de kaleme alındı.
İranlı din uzmanı Dr. Abdülhadi Haeri bu Aydınlanma Çağının düşünürleri ve yazarları hakkında şöyle diyor: "Aydınlanma Çağının öncüleri ve bayraktarları kendi yazıları ve sözlerinde yalan dolanlara sarılıp haksız yere Avrupa sınırlarının ötesindekilerin medeniyetsiz olduğunu aşılamaya çalışarak sadece Avrupa'nın yüksek bir uygarlık düzeyinde olduğuna inanıyorlardı.... Bu tarihin ters çevrilmesi komplosu ise üç farklı şekilde yürütülmeye çalışıldı: 1-Avrupalı olmayan medeniyetlerin görkemi ve azameti karşısında sessiz kalınması
2-Diğer medeniyetlerin uygarlık değerlerinin çarpıtılması,
ve 3- Avrupa'yı diğerlerine karşı üstün kılanın sırf bilim ve teknik gelişmenin olmadığı, geleneklerden uzaklaşmak ve akılcılığa yönelmek olduğunu göstermek.
İşte Batılı düşünürlerin tarihi değiştirme girişimleri çerçevesinde İslam medeniyeti ve kültürü dünyadaki diğer uygarlıklar ve kültürlere göre daha fazla saldırıya maruz kaldı.
Tüm bu gelişmelere rağmen Hristiyan papazlar ve ruhani toplumunun garazlarından haberdar olan şarkiyatçılar tek başlarına bağnazlıktan uzak bir şekilde İslami metinleri araştırarak İslam ve Peygamber Efenimizin sırlarını tanımaya çalıştı. Ancak görünüşte İslam Peygamberi ve İslam'a yönelik garazkar olmadıklarına rağmen bu şarkiyatçılar Batı'nın ahlaki ve marifet penceresinden bakarak Hz. Muhammed saa'i yargılamaya çalışmışlardır. Bu yüzden bu şarkiyatçılar İslami metinler ve tarihini ister tercüme hatalarından dolayı ister diğer sebeplerden dolayı doğru anlamadıkları, İslami kavramları ve İslam'ın büyük liderinin nurlu şahsiyetini doğru kavrayamadıkları söylenebilir. Tüm bunlara rağmen bu Batılı tarafgirlikten uzak düşünürler ve şarkiyatçılar Hz. Muhammed saa'in son ilahi peygamber olduğunu, onun tarihin ve dünyanın ahlaka, adalettalepliğe ve insani keramete doğru hareketinde bir dönüm noktası olduğunu bilim ve medeniyetin yeni evresinin başlamasının habercisi olduğunu, Hz. İsa'nın müjdelediği son peygamber olduğunu kabul etmişlerdir. Kuran-ı Kerim Saf suresinin 6'ncı ayetinde bu hususta şöyle buyurmuşlardır: "Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrâiloğulları! Ben size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim; daha önce inen Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed adındaki bir peygamberi müjdelemek üzere geldim” demişti. ...."
19'uncu yüzyılın başlangıç yıllarında ise İslam peygamberi ve İslam öğretilerini savunmaya başlayan kişilerle karşı karşıyayız. Bu doğrultuda Bonapart'ın taraftarlarından Karoline von Günderrode Hz. Muhammed'i büyük ve harikulade boyutlara sahip bir şahsiyet olarak tanıtan bir piyes yazdı. Onun " Çölde Muhammed'in Hayali " adlı şiiri 1804'te yayımlandı. Günderrode, gündelik sıradan hayattan uzak bir rahibe idi. Ancak bu duruma rağmen onun kahraman severliğini etkileyemedi. Karoline von Günderrode Almanya'daki bir manastırda Hz. Muhammed saa'e takdir ve övgü gözü ile bakıp onu yüce bir şahsiyet olarak tanımlamıştır.
Günderrode yazdığı şiirde Hz. Muhammed saa'in vahiy aldığı deneyimini, İsa Mesih'in dua ve yakarış duygusu, ve Zerdüştlükteki su, hava, ateş ve toprak ile ilgili inançları bir birine bağlayarak yeni bir görüntü vermeye çalışmıştır. Bu şair Hz. Muhammed'in vahiy aldığı anları şöyle anlatmaya çalışıyor: " Muhammed yeni keşif seyrine başlayınca aniden kaygılı ve hayrete düşmüş bir şekilde uyanıyor.. Vücudu endişe ve karışıklık ile dolu... Ancak birden bire yıldızlardan bir ses duyuluyor... ve o aniden haykırıyor: Artık hiçbir şey yolumda engel oluşturamaz, ilahi nur benim gelecekteki kılavuz yıldızım olacaktır. Öyle ki amellerim ve davranışlarım ebedileşecektir...
Allah'ın gücü.....
Kaderin karanlığını gözlerimin önünde
parçalasın
....bırak da geleceği düşüneyim
.... Bayrağım muzaffer olarak dalgalanacak mı?
..... Yasalarım dünyada hükümran olacak mı?
Geçen bölümlerde Almanyalı şair ve filozof Johann Wolfgang von Goethe'nin İslam peygamberi hususundaki düşüncelerini sizlerle paylaştık. Dünya edebiyatı, sanatı ve kültürünün değerli isimlerinden olan Goethe Aydınlanma çağında "Muhammed'in Nağmesi" ve " Doğulu-Batılı Mecmuası"ında defalarca Hz. Muhammed saa ve İslam'ı överek Peygamber Efendimizin yüce ve ileri düşüncelerini araştırmış ve bu büyük isimden hep övgüyle söz etmişlerdir.
İslam Peygamberi ahlaki kapsamlılık ve ileri düzeydeki öğretileri ile gönülleri öyle hayran etti ki İslam dini kısa sürede Arabistan yarımadasından birçok ülkeye ve bölgeye yayıldı. Halihazırda da hayat bahşedici ve zindelik kazandırıcı kurallar içeren öğretileri her gün gönülleri farklı açılardan ışıklandırarak bu ruh güçlendirici ve heyecan dolu daveti tazelemektedir. Bu yüzdendir ki tanınmış Almanyalı şair Goethe Hz. Muhammed saa'i uçsuz bucaksız bir nehre benzetmektedir. Ona göre bu nehir günden güne azametini arttırıp her gün daha fazla insanı saadete ve hayra yönlendirmektedir.
Goethe için hayat ve davranış önemli idi. Sofular ve papazların ruhu güçlendirmek ve kemer sıkma düşünceleri ona hoş gelmiyordu. Goethe ölmeyi yok olmak değil bir tür değişim sayıyordu. Goethe tüm alemlerin asil ve ebedi olduğuna inanıyordu. İşte bu görüş açısından yola çıkarak Goethe İslam peygamberi ve onun öğretilerini kurtarılmanın esin kaynağı olarak biliyordu. Goethe henüz 23 yaşına geldiğinde Herder adlı bir arkadaşına mektubunda açıkça Kuran-ı Kerim'in içeriğinin büyüleyici ve çekiciliğinden söz edip Allah ve Hz. Musa as arasındaki konuşmaya bile değiniyor. Goethe bu mektubunda Taha suresinin 25'inci ayetine değinerek şöyle yazıyor: " Kuran'da yazıldığı gibi Musa gibi ibadet etmek istiyorum. Allahım! Göğsümü aç, genişlet"
Goethe İslam Peygamberini ebedi mirası Kuran-ı Kerim'den dolayı överek şöyle diyor: " Onun Kuran'ını İlahi bir yasa olarak bilmek lazım. Bu kitap eğitim veya eğlence amaçlı yazılan bir kitap değildir. Kur'an, güçlü, azametli, faydalı ve hayret uyandırıcı gerçekler ve saygıyla birliktedir.
Goethe İslam peygamberini övdüğü yazısında ise şöyle diyor: " İslam'ın manası, İlahi iradenin karşısında teslim olmak varken sadece şahsi görüşlerden söz etmek ahmaklıktır. Bu yüzden zaten hepimiz İslam'la yaşayıp Müslüman olarak hayattan ayrılacağız. "