Şarkiyatçılar Açısından İslam Peygamberi-12
Bu bölümde de geçen bölümlerde gibi Batılı düşünürler ve edebiyatçılarının İslam'a ve Peygamber Efendimiz'e yönelik bakışlarını ele alacağız.
Eski sömürgecilik çağının sona ermesi ile şarkiyatçılık, İslamoloji ve İslam Peygamberi'ni saa tanıma araştırmaları da yön değiştirdi ve bu kez de bu alanlarda bilim daha fazla öne çıktı. Tabii bu devirde de İslam'a ve Peygamber Efendimiz'e yönelik dostluklar ve düşmanlıklar varlığını sürdürdü. Ancak bu dostluklar ve düşmanlıkların şekli değişti. Başka bir ifade ile bu dönemdeki Peygabmer Efendimiz'e olan daha gerçekçi bakış da sömürgecilik şarkiyatçılığına ait olmasından dolayı doğal olarak olumsuz yaklaşımlardan boş değildi. Ancak bu dönemde Hz. Muhammed saa'e yönelik olumlu bakışta da belli bir artış gözlemlendi.
Batılıların İslam Peygamberi'ne yönelik bakışlarında hatalarını kabul etmesi bu dönemin bariz özelliklerindendir. İslam Peygamberi bu dönemde şarkiyatçılar açısından hakikat yolcusu, tanınmaya değer ona yönelik insaf dışı bakışların bir kenara bırakılması gereken bir şahıs olarak ele alınır. Bu bakış açısı aynı dönemden itibaren günümüze dek hep büyümüş ve ilgi odağında yer almıştır.
Bu doğrultuda 2'inci yüzyılın başlarında düzeltilmiş biyografi ve siyer kitapları ve Kuran-ı Kerim'in yeni tercümeleri Batılı dillerde yayımlandı. Bu eserler aslında eski bakış açısının düzeltilmesi ve bir türlü özür dileme mahiyeti taşıyordu. Tabii 20'inci yüzyılın ilk yarısında hala yanlış muhakemeler kimi eserlerde göze çarpıyordu. Bu dönemdeki siyer yazarları ve Kuran-ı Kerim çevirmenleri Avrupalıların İslam'a yönelik yanlış düşüncelerini düzeltmek ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed saa'in asıl konumunu ve itibarını yeni bir bakış çerçevesinde gözler önüne sermek istiyorlardı. Bu doğrultuda İslam'a ve Peygamber Efendimiz'e yönelik yeni bir olumlu görüşler bildirme süreci başladı.
Bu dönemde büyük Alman şair Rainer Maria Rilke, Goethe'nin şiirleri ve eserleri etkisi altında kalarak Şark diyarına vuruldu ve eskiye nazaran daha fazla İslam dini ve Hz. Muhammed saa hakkında araştırmalar ve incelemeler yapmaya başladı. Onun açısından İslam Avrupalı insanların yoksun olduğu bir tür ruhsal ve fiziksel dengelenmeye yol açıyordu. Rilke İslam'dan topladığı izlenimleri ve Müslümanların bakış açısını Duino Elegies adlı takdir toplayan kitabında en güzel şekilde anlatmıştır. Rilke onu İslam'a yönelten nedenleri güzel cümleler halinde şöyle anlatmıştır: "Bir dönem Kuran'ı ezberlemeye çalışsam da çok fazla ilerleyemedim. Ancak bir şeyin farkına vardım. Kuran'da saatin ibreleri gibi sizi semaya ve Allah'a doğru yönelten güçlü bir emare vardır. Sizi Allah'a, her daim güneş gibi doğmakta olan Allah'a yönelten hiçbir zaman güçsüz düşmeyen doğu diyarından gelen bir emare.
İslam Peygamberinin en önemli bariz özelliklerinden biri de Ümmi yani okuma yazmasız olması idi. Evet ders okumayan, eğitim görmeyen dolayısı ile okuma yazmasız olan birine ümmi denir. Ancak İslam Peygamberi birden bire ümmi olmasına rağmen hikmet ve bilim dolu bir dinin habercisi oldu. Allahu Teala ise Kuran-ı Kerim'in Cuma suresinin 2'inci ayetinde şöyle buyurmaktadır: " Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler."
Kuran-ı Kerim'in mucize mahiyeti taşıyan bu kutsal kitabın ilahi ve semavi olmasını gösteren özelliklerinden biri de ümmi bir peygambere indirilmesidir. Aslında bu okuma yazmasızlık ve ümmilik, İslam öğretileri ve Tevrat ve İncil arasındaki en büyük farktı. Bu özellik Allah Resulü'nün habercisi olduğu ilahi sermayelerde Yahud ve Hristiyanların kitaplarına baş vurmasını de engelledi. Hakikati arayanlar ise Hz. Muhammed saa'in görkemi ve büyüklüğünü de bu hususta görmektedirler.
Alman edebiyatçı Rilke bu hususta şöyle diyor: "Muhammed okuma yazmasız bir insan olarak Kuran'ı Kerim'de de değinildiği gibi okuyamayan yazamayan bir insandı. Ancak Muhammed okumayı Mekke gibi ücra bir noktada yer alan çöldeki mağarada ilahi sözlerin ona indirildiği sıralarda öğrendi. Muhammed'in Allah'a olan yakınlığı, onun gerçekler ile bağı, ve tüm bunların onun pak ve el değmemiş zatının ürünü idi. "
Rilke aslında çağdaş dönemin en etkili şairlerindendir. Onun eserleri Avrupa ülkeleri ve Amerika'da büyük üne kavuşmuş ve Amerika'da en çok satan eserleri arasında yer almıştır. Eserleri arasında ise " Tanrı'dan hikayeler" ve "Yeni Şiirler" kitaplarına değinebiliriz. Rilkte aslında içe kapanık düşünür ve dünya ve hayat felsefesine sahip bir edebiyatçı idi. Özel tarzından dolayı onu yüce düşünceler şairi olarak adlandırmışlardır.
Rilkte İslami ülkeler ve Kuzey Afrika bölgesi ülkelerine birçok defa yolculuk etmiştir. Bu yolculuklardan elde ettiği tecrübeler ve farklı Müslüman milletlerin hayat tarzları ile ilgili düşünceleri onun hayat felsefesini derinden etkilemiştir. Aslında bu çağdaş dünya şairinin hayatının devamlı olarak hayatın manası ve kavramını aramakla geçtiğini söylemek mümkün. Bu hayatı tanıma çabalarının özeti ve bir parçasını ise "Avrupa'daki Muhammed" isimli eserinde görmek mümkün. Şair bu kitapta şöyle yazıyor: "Mısır, Tunus ve Cezayir'e doğru yola çıkmadan İslam'a yönelme duygusuna kapılmıştım..... Cezayir'de ise eşine yazdığı mektupta şöyle dedi: "Burada hayat binbir geceden kaynaklanıyor. Allah büyüktür ve hiçbir güç ondan daha güçlü değildir. " Kahire'den eşine yazdığı bir diğer mektupta ise şöyle diyor: İnsanın bu dinin zindeliği ve sadeliğini kavraması ve duyabilmesi insanı şaşırtır. Öyle ki sanki Peygamber dün buradaymış gibi ve bu bölgeler ona aitmiş gibi. "
Rilke'nin " Muhammed'in Çağrısı" isimli bir şiiri vardır. Bu şiir Allah'ın vahiy meleği aracılığı ile Hz. Muhammed'de bıraktığı etkiyi şöyle anlatıyor:
" Doğrularla kavrulan melek
inkar edilemez parlak ve pak varlık
onun yüce mekanına geldiğinde
o, her isteğine göz yumdu....
o, hiçbir zaman okumamıştı
şimdi de böyle sözlerin azametini anlamak gerekiyordu
halbuki bu kelimeler bilginliğin de ötesindeydi.
Ancak melek, emir eder gibi güçlü bir şekilde ona doğru gitti
ve yazılanları ona gösterdi
şöyle dedi : Oku!
Ardından o okudu öyle ki melek bile boyun eğdi.
Şimdi de o, okumuş biriydi
böylece itaat etmiş ilahi talimatı yerine getirmişti. "
Bu Alman yazar Afrika Kuzey'ine Mısır'a yolculuğunun ardından bu kez de bir kaç ay İspanya'ya yolcu oldu. Orada İslami Doğu ile ilgili düşüncelerini ve izlenimlerini bir arada topladı ve düzenli hale getirdi. Tam da bu noktada Kuran-ı Kerim'i daha derin bir şekilde okumayı kafaya koydu. Bir süre sonra Prens Furstin Taxis'e yazdığı mektupta durumunu şöyle anlattı: "Halihazırda Kur'an okumaktayım. Kuran'ın eşsiz bir sesi vardır. Öyle bir ses ki! Sanki rüzgar gibi neyin içindeymiş gibi hissediyorum kendimi...
Muhammed gerçek ve kesintisiz biriydi. O bir nehir gibi dağlar arasından taştı. Biricik Allah'a doğru giden bir nehirdi. Her sabah onunla müthiş bir şekilde konuştuğu bir Allah'a doğru gidendi...."
Kuşkusuz değerli İslam Peygamberi tüm insanlara aşk, merhamet ve dostluğun habercisi idi. Muhammed, insanların farklı bahaneler ile aşağılandığı, insani keramet ve azametin putların ayakları altında kaldığı insanlığın ezildiği bir dönemde ayağa kalktı. İşte böyle bir dönemde tevhid ve kardeşlik çağrısı ile insanı yüce insanlık konumu ile tanıştırdı ve Kuran-ı Kerim'deki belgelenmiş mantığı ve İslam'ın çığır açıcı öğretileri ile insanlığın ayakları altına alınan şeref ve izzetini ona iade ettirdi. Bu yüzdendir ki Allah Resulü tüm mahluklar arasında ve Allah katında en değerli ve en sevilen kul olarak belirlenmiştir. Ona ve pak soyuna salat ve salavat olsun.