Haziran 22, 2020 08:19 Europe/Istanbul

Bu bölümde Amerika, Rusya ve Avrupa'nın Hürmüz Boğazına yönelik güvenlik yaklaşımlarını ele alacağız.

Fars Körfezi  Güney şeridinde bulunan Arap ülkelerin  Hürmüz Boğazının güvenliğine yönelik yaklaşımı ise  Amerika'nın askeri varlığı ve müdahaleci siyasetleri ile doğrudan ilişkilidir.  Bu yaklaşım  her şeyden önce  bölgede güvenliği sağlamanın yerine  güvensizliği körüklemiş ve en iyi durumu ile de  dışa bağlı güvenliğe yol açmıştır. 

Amerika'nın Hürmüz Boğazındaki güvenliği hususundaki yaklaşımı ile ilgili ise Amerika'nın 1971'de İngiltere'nin  Süveyş kanalının Doğu kısmından çıkmasının ardından  Fars Körfezi bölgesi güvenlik düzenini İran'daki Pehlevi Rejimini bölge jandarması olarak belirleyerek kendi lehine kurmaya çalıştığını görüyoruz.   

İran İslam İnkılabının zafere kavuşması ile  Amerika  Fars Körfezi İşbirliği Konseyini oluşturarak İran karşıtı bir Arap güvenlik düzenini  Fars Körfezi bölgesinde meydana getirmeye çalışsa da ancak  İran'a Saadam Rejiminin dayattığı sekiz yıllık savaşta bu konseyin işlevsizliği ispatlanmış oldu. Bu yüzden Amerika 1980'li yılların ortalarından itibaren   petrol akışı ve  petrol tankerlerini koruma bahanesi ile  askeri olarak da Fars Körfezi'ne girdi ve Fars Körfezi güney kıyı ülkelerinde askeri üsler kurmaya başlayıp  ilk Fars Körfezi savaşını başlatarak bu varlığı bölgede sabitledi. 

Birinci Fars Körfez  Savaşının ardından ise Amerika Fars Körfezi bölgesinde tam bir müdahaleci güç olarak belirdi ve bölge ülkeleri özellikle de İran gibi bağımsız ülkelere tehdit, askeri saldırı ve korkutma yöntemleri ile yüklenmeye başladı. Irak'ta Saddam Rejiminin devrilmesinden önce ise Amerika  çift taraflı dizginlemeye dayalı siyaset yürütüyordu. 

Amerika Irak'ı askeri olarak işgal edip Saddam'ın Baasçı rejimini devirdikten sonra  büyük oranda İranofobi siyasetine dayalı faaliyetlerini yürüttü. İran'ın Fars Körfezi bölgesindeki güvenliğin sağlanmasındaki inkar edilemez  rolüne rağmen  Amerika İranofobik çalışmaları sayesinde   Arap ülkelerinde askeri üslerini koruma bahanesini üretti ve bölgede silah ticaretini de kendi lehine büyüttü.  Öyle ki Amerika başkanı Donald Trump bile açık açık bölge Arap ülkelerinin kendi güvenliklerini sağlamaktaki acziyetlerine değinerek özellikle de Suudi Arabistan'ı sağmal inek olarak adlandırdı. 

Amerika mevcut durumda ise  Hürmüz Boğazındaki varlığını devam ettirmek istiyor. Bu meselenin bir kaç temel nedeni vardır. İlk sebep bölgeden çıkan enerji ihracatının ve de enerji kaynaklarını kontrol altında bulundurmasıdır.   İkinci sebep ise  Çin gibi rakiplerini kontrol etmesidir.   

Amerika veya her hangi başka bir ülke Çin'in ekonomik büyümesini ve gelişmesini baltalamak için bu bölgenin petrol üreten ülkelerini ve Hürmüz Boğazını bir koz olarak kullanabiliyor. Bu doğrultuda petrole bağlı Çin veya herhangi bir ülke hedef alınabilir.   Çin ise  dünyanın en büyük enerji tüketicisi olarak  her daim  Hürmüz Boğazı ve diğer enerji geçitlerinin Amerika tarafından ele geçirilmesi veya kontrol edilmesinden kaygı duymaktadır. Bu yüzden şimdi de Amerika'nın bölgede askeri varlığına son verilmesini ve böylece Çin'in  bölgedeki ekonomik ve ticari faaliyetlerinin artmasını istiyor. 

Çin'in Umman ve Cibuti gibi ülkelerde yatırım yapması da bölgedeki aktif varlığını sabitlemek ve bu ülkenin siyasi ve ekonomik çıkarlarının sağlanması yönündedir.  Amerika'nın bu varlığının üçüncü sebebi ise İran'ın bölgesel bir güç olarak nüfuzunun önlenmesidir. Amerika bunu İranofobik çalışmaları çerçevesinde ele almaktadır. Amerika bölgedeki varlığını sürdürüp  İran'ın komşu ülkeleri ile ilişkiler kurarak  bu ülkelerin İran ile ilişkilerini baltalamak istiyor. 

G. W. Bush, Barack Obama ve Donald Trump başkanlığı döneminde Amerika'nın milli güvenlik üst düzey makamlarından biri olan  Stanford Üniversitesi hocalarından Breth Mc. Gework ise şöyle düşünüyor:  "  Trump'ın İran'a karşı dış siyaseti  önemli kararların öncesinde görünen  tutarlılıktan, uyumdan ve yeterli düşünceden yoksundur. Çünkü Trump, ulusal güvenlik stratejisinde  Rusya ve Çin ile rekabet ve bu iki ülkenin artan gücüne odaklanmış ve Doğu Asya Amerika'nın ortaklıkları ve askeri varlığının odak noktası olarak belirlenmiştir.  Ancak bu stratejik çark etmeye rağmen   Trump Batı Asya'daki Amerika hedeflerini de geliştirdi ve her şeyden ziyade de İran'a odaklandı.  Trump'ın İran'a yönelik maksimum baskı siyasetine rağmen şimdi de Trump açıkladığı hedeflere ulaşmakta yenilgiye uğramıştır. Şimdi de Korgeneral Kasım Süleymani'ye saldırı emri vermesi ile  Amerika'nın siyasi çelişkilerinin doruğa ulaşmasına neden olmuştur. Bu girişimin ardından  Amerika'nın Fars Körfezi bölgesindeki birçok kazanımı tehlike altına düşmüştür. "

Rusya'nın Hürmüz Boğazı ile ilgili dış siyaseti ise  Amerika ile karşılaşma ve dengelenme siyasetlerine dayalıdır.  Bu çerçevede Rusya,  bölge Arap ülkeleri ve de Tahran ile stratejik ilişkiler çerçevesinde siyasetler yürütüyor. Rusya'nın Arap ülkelerine yaklaşımı hususunda ise Moskova'nın 2011 yılından beri  Amerika'nın bölgesel krizlere doğrudan müdahale etmemesi stratejisine yönelerek bu ülkeler ile ilişkilerini geliştirmek sureti ile  bölgede sağlam bir konum kazanmıştır.   

Diğer taraftan ise  bölgesel Arap ülkelerinin  Rusya ile rekabet fikrinden uzaklaşması da daha fazla işbirlikleri için zemin hazırlamıştır.  Putin ise 2007 yılında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar'a ziyaretinin ardından hep bölge Arap ülkeleri ile iş birliklerini arttırmaya çalışmıştır.    Bu doğrultuda Rusya Haziran 2018'de  BAE ile stratejik işbirliği anlaşması imzaladı.   Bu resmi ve gayrı resmi ilişkiler kurma isteği ise  Moskova'nın Rusya'nın sarsılmış ekonomisini yatırımları ile temelden güçlendirmesi ile ilgilidir. 

Rusya'nın Fars Körfezi bölgesindeki tavırları hususundaki ilgi çekici bir başka nokta da  Moskova'nın bölge ülkeleri ve İran arasındaki dengeleme siyasetidir. Buna esasen Rusya devlet başkanı  Amerika'nın gerilim yaratıcı askeri hareketliliği konusunda özellikle de taciz yapan Amerikan İHA'sının İran tarafından hedef alınmasının ardındaki faaliyetleri hususunda uyarılarda bulundu.   

Rusya dışişleri bakan yardımcısı Sergey Ryabkov ise Amerika'nın casusluk İHA'sının İran hava sahasında hedef alınmasının ardından  Washington'a savaşın sonuçlarını iyi düşünmesini hatırlattı ve şöyle bir vurguda bulundu: " Amerika kasten  Fars Körfezinde gerginliği arttırıp  bölgenin durumunu çetrefilleştirmek istiyor. Bİz ise  Amerika askeri ve siyasi liderlerinin bu girişimleri durdurmayacağını ve hedeflerinin durumu daha da karmaşık hale getirmek ve her şeyden ziyade İran'a baskıların arttırılması olduğunu biliyoruz. "

Bölgede yaşanan bir sonraki gelişmeler, özellikle de İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Kasım Süleymani'nin Irak topraklarında Amerika tarafından şehit düşürülmesi ardından da İran'ın füzelerle  Amerika'nın Irak'taki üslerini meşru bir şekilde hedef alması böyle bir tahminin ne denli doğru olduğunu da göstermiş oldu. 

Genel olarak görünen o ki Rusya'nın Hürmüz Boğazının güvenliği ile ilgili siyaseti  çıkara ve tarafsızlığa dayalı olduğunu gösteriyor.  Rusya dışişleri bakanlığı ise 23 Temmuz 2019'da  Fars Körfezi bölgesinde kolektif güvenlik planını öne sürdü. Bu plan,  Fars Körfezi güvenliği ve iş birliği konusunda uluslararası bir konferansın oluşturulmasını öneriyor. Bu konferansın sonucunda da güvenlik ve iş birliği örgütünün oluşturulması hedeflenmektedir. 

Moskova ayrıca  bölge dışı güçlerinin kullanılmasının da kısıtlanmasını  ve bölgedeki farklı askeri güçler arasında kırmızı çizgi olarak bazı bölgelerin belirlenmesini istedi.  Buna rağmen Moskova da  Amerika'nın Fars Körfezindeki gerilim yaratıcı siyasetlerinden haberdar olup bunun Rusya'ya olumsuz etkilerinin de farkındadır.  Bu yüzdendir ki Rusya, Çin ve İran askeri güçleri ile beraber 2019 yılının sonlarında  Deniz Güvenliği Kuşağı adı ile Çabahar, Umman Denizi ve Hint Okyanusunun Kuzeyinde bir tatbikat düzenleyerek Amerika'ya açık bir mesaj gönderdi. 

İngiltere ve Fransa da Amerika gibi Fars Körfezi bölgesinde doğrudan var olan ve Arap ülkelerde üsleri bulunan güçler arasında görülmektedir.  Bu ülkeler bölge Arap ülkelerinin petrol alıcılarından sayılırlar.  Avrupalı ülkelerin her biri kendi çıkarları açısından Hürmüz Boğazına bakmaktadırlar. 

Avrupalı ülkeler arasında ise İngiltere ve Fransa  bölge ülkeleri üzerinde etkin olan en önemli ülkelerdirler.  Bu çerçevede Fransa  Ebu Dabi'nin El Zafere limanında 400 ila 500 personel içeren hava ve deniz üslerine sahiptir.  Bu üs,  İran'ın Güney sahillerinden 250 kilometre uzaklıkta yer almaktadır.  Fransa 2007 yılında  Suudi Arabistan ve BAE'nin hava ve kara güvenliğini korumak üzere  bu iki ülke ile 12 milyar dolarlık güvenlik anlaşmaları imzaladı. Paris 2006 yılında da Kuveyt ile askeri anlaşmalar imzalamıştı.  Buna ilaveten Hürmüz Boğazı etrafındaki Arap ülkeleri Fransa'nın önemli silah alıcılarından da sayılırlar. 

İngiltere ise uzun kolonyalist geçmişi ile Fars Körfezinde uzun bir geçmişe sahip olmuştur. İngiltere'nin bu bölgedeki varlığı 19'uncu yüzyıldan başlıyor. İngiltere 19'uncu ve 20'nci yüzyılda  bölgeye tam sulta kurma çerçevesinde askeri varlığı ile "tefrika oluştur ve hüküm sür" siyaseti çerçevesinde  Arap şeyhlikleri ve emirlikleri arasında sınır ihtilafları oluşturarak  onları zayıflatıp bölgenin durumunu gerginleştirdi.   

Daha sonra ise İngiltere  Osmanlı imparatorluğunun dağılması fırsatından yararlanarak  Katar, Dubai, Şarja, Abu Dabi, Maskat ve Umman şeyhliklerini sultası altına alıp Bahreyn'i de  Muhammed Rıza Şah Pehlevi döneminde İran'dan kopardı. Bugün de İngiltere yakınlaşmaya yol açacak her türlü bölgesel iş birliğine ve güvenlik düzenine karşı çıkıp bu sürecin kendi kolonyalist hedeflerine ters düşeceğini savunuyor.