Esma-ül Hüsna – 20
Her biri yüce Allah’ın özelliklerinden birine işaret eden ismi şeriflerden geçtiğimiz hafta el-Rezzak’ın anlamı ve özelliklerine değindik ve Rezzak olmanın yüce Allah’ın sevgi ve şefkatinin bir göstergesi olduğunu, bu nimetin tüm kulları sardığı, giyim, konut, gıda, ilim, akıl, iman, ihlas ve diğer tüm nimetlerin yüce Allah’ın Rezzak ismi şerifinden kaynaklandığını belirttik.
Bu hafta ise Esma-ül Hüsnâ’dan, her türlü sorunu kolaylaştırarak çözen, darlıktan kurtaran, iyilik kapılarını açan ve destek sağlayan el-Fettâh’ı ele almak istiyoruz.
Fettâh kelime anlamı itibarı açan demektir ve Feth yani kapalılık ve zorluğu gidermek anlamında olan kelimenin ismi failidir. Zorlukları açmak ise iki şekilde olur. Birincisi; kapı açmak, kilidi açmak gibi gözle görüleni, ikincisi ise; basiret ile görüleni açmak ki, üzüntüyü açmak (kaldırmak), kaygıyı gidermek gibi.
Feth kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olan ‘Fettah’ kelimesi; ‘iyilik kapılarını açan, bütün anlaşmazlıkların en son hakemi olarak mutlak adaleti sağlayan, hak ile bâtılı birbirinden ayırıp gerçeği ortaya çıkaran, mazlumlara yardım edip mü’min kullarının muzaffer olmalarını sağlayan’ anlamlarına gelmektedir.
Arkasında işlerin başladığı ve kapıların açıldığı her şeye Fatiha denir. Kur'an-ı Kerim’in başında olan Fatiha suresi ise bu yüzden “Fatiha-tul kitab” olarak bilinir. Bir şeyi açabilen anahtar ve benzeri şeylere de Meftah denir. Feth ayrıca iki kişi arasında yargıda bulunmak, bir sorunu çözmek ve aralarındaki kavgayı sonlandırmak anlamında da gelir. Nitekim yüce Allah Sebe suresinin 26. Ayetinde kendini Fettâh adı ile överek şöyle buyuruyor:
قُلْ یَجْمَعُ بَیْنَنا رَبُّنا ثُمَّ یَفْتَحُ بَیْنَنا بِالْحَقِّ وَ هُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِیمُ
De ki: "Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir. O, gerçeği apaçık ortaya koyan, hakkıyla bilendir."
Bu ayette yüce Allah kıyamet gününde halk arasında yargıda bulunacak bir yargıç olarak hüküm verecek olan hakim olarak tanıtılıyor. Aslında Fettâh halk arasında yargıda bulunmak ve hükmederek aralarında açılışa sebep olan, aralarındaki kör düğümleri açarak ihtilafları çözen ve hak ve adalete göre davranandır. A’râf suresinin 89. Ayetinde Şuayb nebi Allah Teâlâ’dan kendisi ve suç işleyen kavmi arasında hükmetmesini ister; onun bu hükmetmekten hedefi ise halkın dikkatini yüce Allah’ın mutahhar zatına yönlendirmektir. Aslında Şuayb nebinin kavmi, onların ayinine dönmemesi halinde onu kentten ihraç edecekleri tehdidinde bulunduklarında Şuayb ise bu isteği reddedince şöyle dedi:
رَبَّنَا افْتَحْ بَیْنَنَا وَبَیْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنتَ خَیْرُ الْفَاتِحِینَ
Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın."
Yüce Allah kendi cud ve kerem kapılarını ve hazinelerini, fazl ve keremi uyarınca kullarına açıyor. Fâtır suresinin ikinci ayetinde ise şöyle buyuruyor:
مَا یَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِکَ لَهَا ۖ وَمَا یُمْسِکْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِهِ ۚ وَهُوَ الْعَزِیزُ الْحَکِیمُ
Allah’ın insanlar için açtığı rahmeti kısabilecek yoktur, O’nun kıstığını da O’ndan başkası açamaz. O mutlak izzet ve derin hikmet sahibi de O’dur.
Bu yüzden hiç kimse dünyada yüce Allah’ın nimetlerinin kullarına ulaşmasını engelleyemez ve eğer Allah Teâlâ birini kendi nimetlerinden mahrum bırakmak isterse kimse Allah yerine o nimetleri söz konusu kullara ulaştıramaz. Yani nimetlerden yararlanabilmek için Allah’ın Fettâh ismi, ilahi hazinelerin kapılarının açılması için gereklidir.
Kur'an-ı Kerim’in 48. Suresi, Fetih suresidir. Resul-i Ekrem -saa- söz konusu surenin nazil olduğunda sahabeye şöyle buyurdu: "Bu gece bana öyle bir sure indi ki; bana göre dünya ve içindekilerden; üzerine güneş doğan her şeyden daha sevgilidir."
Fetih suresi şu ayeti kerime ile başlıyor:
اِنَّا فَتَحْنَا لَکَ فَتْحاً مُب۪یناًۙ
Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.
Burada Müslümanların kesin ve açık fetih ve zaferinden söz ediliyor. Bu fetihte Müslümanlar müşrikleri yenmeye ilaveten yalandan iman ettiklerini iddia edenleri de yenilgiye uğratmış ve dünyada büyük bir reform için ortamı hazırlarken İslam dinini, tevhide davet bağlamında en mükemmel ve kapsamlı din olarak tanıtıyor.
Bazı yorumcular bu ayette geçen “fethen Mubina فَتْحاً مُب۪یناً”yı Hudeybiye barışın olayı olarak yorumluyorlar. Hudeybiye barışı, İslam tarihinde ve Rasûlüllah’ın -as- hareketinin güçlendirilmesi açısından hassas ve bir o kadar seçkin ve önemli konuma sahiptir. Müşrikler Hudeybiye barış anlaşmasını imzaladıklarında kendilerinin meydan zaferi kazandıklarını sanıyorlardı fakat anlaşmanın öz itibarı ile Müslümanların siyasi, kültürel ve sosyal güçlerinin müşrikler tarafından kabullenmeleri anlamındaydı ve bu da öz itibarı ile Müslümanlar için büyük bir zaferdi; zira Müslümanlar bu anlaşma ile Hicaz toplumunun etkin ve aktif bir tarafı olarak kabul edilmişlerdi.
Böylece Hudeybiye barışı Hicaz toplumunda derin sosyal, kültürel ve siyasi gelişmelerin başlangıcı oldu ve bu yüzden Kur'an-ı Kerim onu, Müslümanlar için açık bir fetih ve ilahi nimetlerin tamamlayıcısı olarak belirtiyor.
Hudeybiye barış anlaşması İslam’ın deliller, kanıtlar ve mucizelerle manevi zaferinin anlamındadır zira hiçbir an ve mal kaybı olmaksızın, İslam ve Müslümanların Hicaz toplumundaki konumu tespit edilerek müşrikler ve düşmanların yok olma ortamını hazırladı ve islami hükümet ise Medine ve daha sonra Hicaz ve Neced’de tespit edildi.
Fetih suresinin ayetleri, Hudeybiye barış anlaşması ardından Rasûlüllah -saa- ve müminler arasında bir biat yaşandığını, bu biatın ise bizzat açık bir fetih olduğunu belirtiyor. Zira müminlerin o hazrete -saa- bağlı kaldıklarını açıklamaları ile Müslümanlar için ardı ardına zaferler yaşandı ve İslami vahdet ise İslam hükümeti ve toplumunun gelişmesi ve büyümesine sebep oldu. Bu yüzden yüce Allah bu biatin açık bir fetih olduğunu ve bizzat bundan hoşnut ve razı olduğunu açıklıyor.
Yapılan biatte Müslümanların ihlası ve Rasûlüllah’a olan sadakat ve duydukları vefanın düzeyi ortaya çıkarken imanları güçsüz olanlar da belirlendiler; zira bazı Müslümanlar bir barış anlaşmasının imzalanması ile Mekke’ye gitmeden geri dönmekten hoşnutsuzdular ve bunu da İslam ümmeti için bir yenilgi olarak görüyorlardı. Fakat Rasûlüllah -saa- bu barış anlaşmasını ardı ardına gelecek olan zaferlerin başlangıcı ve feth-ul futuh olarak biliyordu.
Kur'an-ı Kerim’in fetih olarak bildiği ve halk ile toplum için bir açılım olarak gördüğü olaylar, halkın bireysel ve toplumsal ilerlemeleri ve kemale ermelerinin yolunu açan olaylardır. Bu yüzden feth-ul mubin sonuçları arasında, Fetih suresinin 1 ila 4. Ayetlerinde müminlerin ruhsal ve manevi huzurlarına işaret ediliyor, zira insanlar huzur sayesinde sahip oldukları tüm kapasite ve kabiliyetlerini kullanarak geliştirebilirler.
Gerçek zafer ise tevhidin yücelmesi ve müşriklerin rezil olmasına sebep olurken, bu süreç sayesinde İslam ve iman sağlamlaşarak istikrarlı hale gelir; böylece Rasûlüllah -saa- da risalet ve peygamberliğinin hedefine ulaştığı için huzur bulur.
Önceki sohbetlerimizde Rasûlüllah’tan -saa- bir hadis aktarmıştık:
تَخَلّقوا باَخلاق الله
Ey insanlar, nefis ve canlarınızda ilahi ahlakı oluşturun.
Bu yüzden ilahi ahlakla donanmak, yani eğer Allah el-Fettâh ise bizim de halk için Fettah olarak onların maddi ve manevi sorunlarını gidererek ihtiyaçlarını elimizden geldiği kadar karşılamamız gerekir.
Diğer yandan eğer yüce Allah’ın rahmet kapılarını bizlere açmasını ve ihtiyaçlarımızı gidermesini istiyorsak, ihtiyaçlarımızın karşılanması için ciddi olarak çalışmamız ve bu yolda Allah Teâlâ’ya sığınmamız gerekiyor, öyle ki A’râf suresinin 96. Aeytinde şöyle buyuruyor:
لَو أنَّ أهلَ القُری آمنَوا وَ اتَقوا لَفتحنا عَلَیهِم بَرَکاتٍ مِنَ السَّماءِ وَ الأرضِ وَ لکِن کَذَّبوا فأَخَذناهُم بما کانُوا یکسِبون
Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik.
Bu hafta da sizlerden ayrılmadan önce, sizleri 11 ayın sultanı mübarek Ramazan ayında okunan dua ile başbaşa bırakıyoruz:
اللَّهُمَّ إِنِّی أَفْتَتِحُ الثَّنَاءَ بِحَمْدِکَ، وَ أَنْتَ مُسَدِّدٌ لِلصَّوَابِ بِمَنِّکَ، وَ أَیْقَنْتُ أَنَّکَ أَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِینَ فِی مَوْضِعِ الْعَفْوِ وَ الرَّحْمَةِ، وَ أَشَدُّ الْمُعَاقِبِینَ فِی مَوْضِعِ النَّکَالِ وَ النَّقِمَةِ، وَ أَعْظَمُ الْمُتَجَبِّرِینَ فِی مَوْضِعِ الْکِبْرِیَاءِ وَ الْعَظَمَةِ.
Allah’ım! Hamd ve sena ile Seni övmeye başlıyorum ve Sen ihsanıyla kendi kullarını doğru yola hidayet ediyorsun, ve eminim ki Sen af ve merhamet makamında merhametlilerin en merhametlilerisin, ve ceza ve intikam makamında en ağır ceza verensin, ve iktidar ve büyüklük makamında en büyüksün./012