Şarkiyatçılar Açısından İslam Peygamberi-19
Bu bölümde Karen Armstrong'un Hz. Muhammed saa ile ilgili kitabını ele almaya çalışacağız.
Geçen bölümlerde şarkiyatçılığın da birçok bilim ve kültür dalı gibi araştırma yöntemleri, hedefler ve motivasyonlar açısından değişime uğradığını gördük. Örneğin şarkiyatçılığın başlangıcını 8'inci veya 10'uncu yüzyıl olarak gören kuramları ele alırsak bu evreden bir kaç yüzyıl sonrasına kadar İslam'a yönelik bağnaz ve garazkar bir bakışın söz konusu olduğu söylenebilir. Çünkü özellikle de ilk başlarda şarkiyatçılar daha çok ruhbanlar, dini konuşmacılar ve Hristiyan ilahiyatçılardan oluşurdu. Bu kişilerin İslam'a yönelik kin duygusu o kadar kabarıktı ki İslam'a ait eserleri okumalarının ardından bu eserleri yakıp yok ederlerdi.
Buna karşın 18'inci ila 20'inci yüzyıla denk gelen şarkiyatçılığın ikinci evresinde Doğu mirası ve İslam başka hedefler ve motivasyonlar çerçevesinde ele alındı. Öyle ki artık dini ve misyonerlik hedeflerden ziyade bilimsel ve kültürel amaçlardan ziyade siyasi ve kolonyalist hedefler daha çok ilgi odağında yer aldı.
20'inci yüzyılın ortalarından başlayan üçüncü şarkiyatçılık evresinde ise şarkiyatçıların araştırma yöntemleri, hedefleri ve motivasyonlarında büyük değişiklik yaşandı. Öyle ki bu evreyi şarkiyatçılık hayatının yeni evresi olarak adlandırılabilir.
Yirminci yüzyılın şarkiyatçılarından biri de İngiltereli Karen Armstrong'dır. Bayan Armstrong 17 yaşında iken manastıra gitmiş ancak yedi yıl sonra kendi ifadesi ile psikolojik, ruhsal ve fiziksel baskılardan dolayı manastırdan ayrılmış ve Oxford Üniversitesinde edebiyat dalında eğitimini sürdürmüştür. Bu akademik sürecin yanı sıra Armstrong dini meselelere de yoğun ilgi göstermeye devam eder ve bu vesile ile din ve din bilimi alanında karşılaştırmalı eserler ortaya koyar.
Karen Armstrong şimdiye dek dünyanın 30'u aşkın diline çevrilen "Tanrının Tarihi" isimli ünlü kitabın yazarıdır. Bayan Armstrong hayat öyküsünü çok satan otobiyografik eseri " Karanlık Tapınağın Ortasından" kitabında anlatmıştır. Armstrong 1991 yılında Hz. Muhammed saa'in biyografisini de anlatmaya çalışmıştır. Daha sonra ise 2006 yılında bir kez daha Hz. Muhammed saa'e odaklanmış ve bu kez de onu "Bizim Çağımızın Peygamberi" adlandırıp bunu bir eser halinde yayımlamıştır.
Kimileri 11 Eylül olayından bir ay sonra yayımlanan ve Amerika'da en çok satan kitap haline gelen Hz. Muhammed saa'in Biyografisinin yayımlanmasından ve yazılmasından hangi hedeflerin güdüldüğünü bilmek istiyorlar. Armstrong bu soruya kitabının ön sözünde cevap vererek, Hz. Muhammed saa'in Batılılar gözünde Selman Rüşdi'nin betimlediği şekilde hatırlanmasını veya Haçlı Seferlerinde Müslümanlar ile savaşların akla geldiğinden esef duyduğunu dile getirir.
Armstrong'a göre 11 Eylül 2001'de dünya ticaret örgütü ikiz kulelerinin hedef alınması ile dünya bir kez daha İslam'a ve Müslümanlara yöneldi ve odaklandı. Batılılar açısından bu olay, İslam'ın bağnazlığının bir belgesi, İslam'ın bir terör, katliam ve dehşet dini olduğunun göstergesi idi. Ancak gerçek hiç de böyle değildi.
Armstrong'a göre Batılılar Kutsal Kitap'ta bile şiddet içeren kelimeler ve ifadelerin olduğunu göz ardı ediyorlar. Tevrat'ta, İsrailoğulları kavmi defalarca diğer kavimlerin mabetleri ve kutsal mekanlarını yıkmak ve onları kutsal topraklardan atmak ve de onlar ile hiçbir anlaşma imzalamamaya tavsiye edilmişlerdir. Kimi radikal Yahudiler bu ayetleri yorumlayarak Filistinlilerin de bu topraklardan atılmasına odaklanmışlardır. Armstrong Hristiyanlık için de aynı şeylerin geçerli olduğunu düşünüyor.
Armstrong herkesin bu tür ayetlerin kişisel olarak yorumlanmasının ve yeni anlamların yüklenmesinin dini ilkelerden uzak olduğunu bildiklerini söylüyor. Halbuki Hz. Mesih bile hep barış yanlısı bir isim olarak tanıtılmıştır. Ancak yine de İncil'de bile savaşa ve çatışmaya çağıran ayetler görülmektedir. Ancak hiç kimse bu ayetlerin örneğin 8 bin Bosnalı Müslüman'ın Sırp Hristiyanlar tarafından katliamında etkili olup olmadığından söz etmedi.
Karen Armstrong bir kaç radikal Müslüman'ın yaptıklarını İslam Peygamberi'nin dini ile bağdaşlaştırılmasının ve bu dinin terör, katliam ve dehşet dini olarak adlandırılmasının haksızlık olduğunu söylüyor. Armstrong 11 Eylül olayının İslam'a yüklenmesinden esef duyduğunu dile getirerek bu durumu cehalet ve akılsızlığın ta kendisi olarak niteliyor.
Bu İngiliz araştırmacıya göre, tevhide dayalı büyük dinler, peygamberler ve basiret ehli, tanrı ile ilgili çok yakın görüşlere sahip olup hepsinin tanrıyı nihai hakikat ve yüce bir varlık olarak görüyor. Nitekim Hz. Muhammed saa de böyle bir görüşe sahipti ve insanlığın manevi tecrübelerine büyük yardımları dokundu.
Karen Armstrong sözlerine şunları da ekledi: Hep hakikatlerden uzak tutulan ve devamlı sır dolu esrarengiz ve demagoji ile karışık bir olay ile karşı karşıya kalan Batılı yazara, peygamber de olan bir kişi ile ilgili net bir tanım sunmayı gerekli buldum. Öyle bir insan ki insanlık tarihinin yönünü değiştirdi ve bugüne dek de insanlığın büyük bir bölümünün esin kaynağı oldu.
Karen Armstrong şöyle yazıyor: " Muhammed saa sadece Müslümanlar için değil tüm Batılılar için büyük dersler sunan model bir karakterdir.... Muhammed saa savaşlardan ve çatışmalardan bıkan Arap yarımadasında esen barış meltemi gibi idi. Bugün de böyle rol oynayan karakterlere ihtiyacımız vardır. Muhammed'in hayatı ihtiras ve aşırı isteklere, adaletsizliğe ve istikbara karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir süreçti. Muhammed Arap Yarımadasının dönüm noktada olduğunu artık geleneksel düşüncelerin etkili olmadığını anlamıştı.... Muhammed saa dinini insanlara dayatmak istemedi. Sadece insanların zihni ve özünü değiştirmek istedi. "
Bayan Armstrong sözlerine şunları da eklemektedir: " İslam Peygamberi'nin hayatı vahiy ilkelerine ve insanlık topluluğunun düzenlenmesi amacı ile Allah'ın gerçek talimatlarının uygulanmasına dayalı idi. Muhammed, cahiliye ifadesini sadece tarihi bir devir için değil Hicret'in ilk yüzyılında Arap Yarımadasında şiddet ve dehşetin oluşmasına neden olan düşünce tarzı için kullanıyordu.... Bence günümüzde Batı dünyasındaki cahillik de tıpkı İslam'ın o ilk günlerindeki Arap Yardımadasında gibi açık ve net ortadadır.
Bayan Armstrong kitabının "Muhammed ve Düşmanlar" isimli ilk bölümünde Avrupalıların özellikler de Hristiyanların İslam Peygamberi'nden sundukları yanlış tanımları eleştirmeye çalışır. Bu çerçevede bu eserlerde İslam Peygamberi her zaman savaş yanlısı bir karakter olarak tanıtılmaktadır. Armstrong ise Peygamber Efendimiz'in döneminde yaşanan savaşlar hususunda Muhammed saa'in bir cihatçı olduğunu ancak gerçek bir barış yanlısı olduğunu söyleyip bu barış yanlılığının ispatı için de tarihi örnekler gösterir.
Armstrong kitabının bir bölümünde Mekke'nin fethi olayına değinip İslam Peygamberi'nin en bariz özelliklerinden birinin de barış yanlılığı olduğunu söylüyor. Bayan Armstrong bu hususta şöyle yazıyor: " Muhammed, Mekke ile barış sürecinde yarenleri ve en yakın isimlerinin canlarını, inançlarını ve varlıklarını rehin bırakarak bu birliğin kan dökülmeden gerçekleşmesini sağladı. Nitekim Fetih suresinden de bu durum açıkça anlaşılmaktadır. "
Armstrong, Muhammed saa'in İslam'ın temel ilkelerine dayanarak her daim müzakere ve barış taraftarı olduğunu ve esasında İslam'ın da kelime anlamının Allah karşısında teslimiyet olduğunu ve bunun kökünün de barış ve selamet olduğunu söylüyor.
Armstrong, İslam Peygamberi'nin hayatını adil ve insaflı bir şekilde ele almaya çalışan diğer araştırmacılar gibi günümüz dünyamızın her zamandan daha fazla İslam Peygamberi gibi birine ihtiyacı olduğunu söylüyor. İslam Peygamberi, günümüz insanına, farkındalık ve duyarlılık, adalettaleplik, ahlak ve keramet, rahmet ve dostluk, barış ve insan severlik hediye etti. Muhammed insanlık için muhabbet ve aşk kaynağı oldu.
Bayan Armstrong şöyle diyor: "Batı'nın sorunlarının bir kısmı uzun yüzyıllar Muhammed saa'i medeniyet karşıtı biri olarak tanımlamasından kaynaklanmaktadır. Halbuki Muhammed'i yüce morale sahip bir insan olarak görmemiz gerekiyor. Öyle büyük bir insan ki barış ve adaletin sağlanması için yoğun çaba gösterdi. Eğer Muhammed'e büyük tarihi şahsiyetlere baktığımız gibi bakarsak kolayca onun insanlık tarihindeki en etkili şahsiyet olduğunu ve onu tanımanın zaruri ve gerekli olduğunu anlarız. Bağnaz ve başına buyruk garazkar insanların İslam Peygamberi'nin hayatını kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtmasına müsaade edilmemelidir. Bu gelişmiş dünyada Batılı insan, o hazretin hayatından kendi hidayeti için büyük dersler almalıdır. "
Armstrong son olarak da şöyle diyor: " Bu süreçte en iyi başlangıç Hz. Muhammed'dir. Öyle bir insan ki en iyi ideolojik alanlarda kaç boyutlu bir insan olarak yer alıp kimi zaman bizim için mümkün olmayan işler yaptı. Muhammed, büyük bir dahi ve zekalı insan olup kılıca dayalı olmayan bir din ve kültürel geleneğin kurucusu idi. Onun dini adından da belli olduğu gibi barış ve uzlaşmaya dayalı idi. "