Temmuz 24, 2020 15:03 Europe/Istanbul

Bu bölümde azınlıkların dini özgürlükleri ve sınırları ile ilgili konuşacağız.

İslam, diğer semavi dinler ve ilahi peygamberler ve onların dinlerine saygı duyulmasını  temel inançlardan saymaktadır. Bu çerçevede  Kuran-ı Kerim'in farklı ayetlerinde de bu hususa değinilmiştir.  İslami öğretiler ve Kuran-ı Kerim öğretilerine dayalı olarak oluşturulan İran İslam Cumhuriyeti anayasasının 13'üncü maddesinde  de  inançların özgürlüğü ve İslam Cumhuriyeti yönetimi altında yaşayan farklı ilahi dinlerin  dini törenlerini yerine getirme hakkına vurgu yapılmıştır. 

Bilindiği üzere İslam, semavi dinlere özel önem vermiştir. Bu çerçevede Bakara suresinin 136'ncı ayetinde şöyle buyrulmuştur:"

«قولوا آمّنا بالله و ما أُنزلَ الینا و ما أُنزلَ الی ابراهیمَ و اسمعیلَ و اسحقَ و یعقوبَ و الاسباط و ما أُوِتِی موسی و عیسی و ما اوتی النبیّونِ مِن ربهّم لَا نُفَرّقُ بینَ أَحدٍ منهُم و نحن لَهُ مسلمون»؛

 “Biz Allah’a ve bize indirilene; kezâ İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kub ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere ve bütün peygamberlere rableri tarafından gönderilenlere inandık. Onlar arasında ayırım yapmayız; biz O’na teslim olanlarız” deyin."

İran İslam Cumhuriyeti anayasasının 13'üncü maddesinde ise  inanç özgürlüğü ve farklı ilahi dinlere ait dini törenlerin düzenlenmesi hakkına vurgu yapılmıştır.  Bu anayasal ilkeye göre İran Zerdüştiliği, Yahudiler ve Hristiyanlar dini azınlık olarak tanınmış ve yasaların çizdiği sınırlar çerçevesinde dini törenlerini düzenlemekte özgür bırakılmışlardır. Bu dinlere bağlı olanlar İran İslam Cumhuriyeti yönetiminin koruması altında olup dini öğretimleri ve törenlerini düzenleyebilirler.  

Bu anayasal ilkeden aslında şöyle sonuçlar çıkarmak mümkün:"  İlk olarak İran'daki azınlıklar anayasa çerçevesinde hukuki bir konuma sahiptirler. Halbuki daha önceki yasalarda böyle bir durum söz konusu değildi. 

Buna ilaveten bu azınlıklara mensup olanlar diğerleri ile haklar açısından aynı sayılırlar. İran İslam Cumhuriyeti Anayasasının 19'uncu maddesine göre ise hangi ırk ve etnisiteden olursa olsun her İranlı diğerleri ile eşit haklara sahiptir. Böylece renk, ırk, dil ve buna benzer durumlar avantaj sayılmıyor. 

Böylece dini azınlıklar da dini törenlerini düzenlemekte özgürler. Bu törenleri düzenleme durumu onların dini haklarından sayılır.  Kişisel durumlarda da İran İslam Cumhuriyeti anayasası çerçevesinde kendi dini törenleri ve ritüellerini düzenlemekte serbest olup İslami ahkama uyma mecburiyetinde değiller.   Nihayetinde de bu dini azınlıklar ilkokul, orta okul, lise ve üniversite eğitim düzeylerinde bile kendi dini kurumlarına bağlıdırlar. 

Bunlara ilaveten İran İslam Cumhuriyeti'nin 23'üncü maddesinde de şöyle bir ifadeye yer verilmiştir:" İnançlar ve düşüncelerin sorgulanması yasaktır. Kimseyi sırf düşüncesinden dolayı yargılamak ve cezalandırmak mümkün değildir. "

Demin de söylediğimiz gibi  İslami yönetim kontrolü altında yaşayan dini merasimlerin ve ritüellerin düzenlenmesi bir hak sayılır.  Buna esasen bu dini azınlıklar  resmi ve aleni bir şekilde dini ve ibadete dayalı törenlerini özgürce düzenleyebilirler.  Azınlıkların dini özgürlükleri haklarına göre onlar  topluca veya tek başlarına  tapınakları ve kutsal mekanlarında  ferdi törenler düzenleyebilirler ve kimse onlara saldırma hakkı bulunmamaktadır. 

Bu söylediklerimizin en açık örneği de tarihte mevcuttur. Allah Resulü Hz. Muhammed saa  dini azınlıklara ve haklarına büyük önem verip onlara saygı duyardı. Örneğin  Allah Resulü Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra  Medine Yahudilerini  barışçıl bir arada yaşama anlaşmasına davet edip bu anlaşmaya katılanları bir ümmet olarak adlandırdı.  

Söylenenlere göre Allah Resulü Medine'de Yahudilere özel bir kısıtlama da uygulamadı. Nitekim Müslümanlar Medine camisinde namazlarını kılıyorlardı ve Yahudiler de kendi sinagoglarında ve tapınaklarında ibadet ediyorlardı.  Bu çerçevede hiçbir Müslüman'ın onlara saldırma ve tacizde bulunma hakkı yoktu ve onlara itiraz edemezdi. Tabii bu durum Yahudilerin Müslümanlar ile anlaşmalarına bağlı kaldığı sürece devam etti.  

Necran Hristiyanlarından bir grubun  İslam hakkında araştırmak için  Medine'ye geldiği sırada bile Allah Resulü Hz. Muhammed saa onları Cami'de kabul edip  onların orada ibadet etmelerine izin verdi.  Bu sırada Hristiyanlar  Doğu istikametinde doğrulup ibadetlerine başladılar.  İşte bunlar dini azınlıklara verilen hakların örneğidir. 

İslami yönetim denetimi altındaki dini azınlıkların inanç ve ifade özgürlüğü hakkı  aslında İslam'ın her türlü düşünce ve inanca karşılık verebileceğini gösteriyor.  Bu yüzden  diğerlerinin düşüncelerini ve inançlarını ifade etmesi bir sorun yaratmaz. İslam son ilahi din olarak tam, doğru bir şekilde tüm düşünceler ve inançların soru işaretlerini giderebilir.  Tabii dini azınlıklar yani Zimmet ehlinin bu özgürlükleri  için belli sınırlar da çizilmiştir.  Sohbetimizin devamında  tapınakların ve kutsal mekanlarının yapımı ve dinlerini tanıtma hususundaki bazı sınırlara değineceğiz. 

Sohbetimizde değindiğimiz gibi  İslam dininde Zimmet ehli için dini özgürlük hakkı tanınmıştır. Ancak onların İslam toplumunda dinleri tanıtmaları çalışmaları için belli sınırlamalar belirlenmiştir. İslami toplumda azınlık olarak tanımlananlar, kendi dinlerinin propagandasını yapmaya izinli değillerdir. Çünkü  onlar Müslümanlar karşısında mütevazı olmayı barışçıl bir yaşam sürdürmeyi ve hasmane girişimlerden uzak durmayı kabul etmişlerdir.  

Böyle bir durumda bu azınlıkların dinlerinin propagandasını yapmaları  Müslümanların dininde sapkınlıklar oluşturmaya neden olup İslam'a karşı yandaş toplama girişimidir ve sonunda hasmane girişim sayılır.  Bu yüzden İslami toplumlardaki Zimmet ehli  kendi dinlerinin propagandasını yapmaya hakları yoktur ve sadece kendi tapınakları, evleri ve kendi mensupları arasında vaaz yapıp propaganda yapabilirler. 

Kuran-ı Kerim'deki farklı ayetlerde de bu yasağa işaret edilmekte ve böyle bir girişim kınanmaktadır.  Örneğin Bakara suresinin 109'uncu ayetinde şöyle buyrulmaktadır:"«وَدَّ کَثیرٌ مِنْ أَهْلِ الْکِتابِ لَوْ یرُدُّونَکُمْ مِنْ بَعْدِ إیمانِکُمْ کُفَّاراً حَسَداً مِنْ عِنْدِ أَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ ما تَبَینَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُوا وَ اصْفَحُوا حَتَّی یأْتِی اللَّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللَّهَ عَلی‏ کُلِّ شَی‏ءٍ قَدیرٌ»،

"Ehl-i kitap’tan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki haset duygusundan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah hükmünü ortaya koyuncaya kadar affedin ve hoşgörün. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir."

Bu ayette Allahu Teala  Müslümanları Ehli Kitap'ın yanlış düşüncelerine dönmekten ve küfre yönelmekten sakındırır. Al-i İmran suresinin 69'uncu ayetinde ise bu hususta şöyle buyrulmaktadır:"    «وَدَّتْ طائِفَةٌ مِنْ أَهْلِ الْکِتابِ لَوْ یضِلُّونَکُمْ وَ ما یضِلُّونَ إِلاَّ أَنْفُسَهُمْ وَ ما یشْعُرُونَ»،

"Ehl-i kitap’tan bir kısmı istediler ki sizi saptırsınlar. Oysa onlar ancak kendilerini saptırıyorlar da farkına varmıyorlar."   

Bu ayette de Allahu Teala Müslümanları Ehli Kitap'ın sapkın düşüncelerinden sakındırmakta ve müşriklerin propagandalarından uzak durmalarına vurgu yapmaktadır. 

İslam düşmanları özellikle de Yahudiler  yeni Müslüman olanları İslam'dan uzaklaştırmak için  ellerinden gelen her şeyi yapıp onları İslam'dan caydırmak için büyük bir ihtirasa kapılmışlardı.  Kuşkusuz  Hz. Muhammed saa'in yakınları ve yarenlerinin bir veya bir kaçını bu yoldan uzaklaştırabilselerdi İslam'a da büyük darbe indirip diğer Müslümanların da inançlarını sarsabilirlerdi.    

Değindiğimiz son ayetler ise düşmanların bu şom planını ifşa edip düşmanların bu boş çabalardan el çekmelerini istiyor.  Düşmanlar Allah Resulü Hz. Muhammed saa nezdinde yetişen Müslümanların ne kadar sağlam ve kararlı olduklarını bilmiyorlardı. Bu yarenler İslam'a ve Allah Resulüne topyekun bağlı olup inançlarına tam bağımlı idiler.  Bu yüzden düşmanlar onları saptıramazlardı. Tam tersi Kuran-ı Kerim'de de işaret edildiği gibi bu düşmanlar sadece kendilerini saptırırlardı.    

Bu ayetlere ilaveten Hacc suresinin 30'uncu ayetinde ise şöyle buyrulmaktadır:" «فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثانِ وَ اجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ»

" O halde pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının." 

Bu ayette "yalan söz, batıl söz" anlamındaki ifadeden kastedilen gayrı Müslimlerin İslami toplumdaki dinlerinin propagandasını yapmalarıdır. Çünkü bu propagandalar İslam dininin temellerini sarsıp Müslümanları dağıtabilir.    

Rahmetli İmam Humeyni ise bu hususta şöyle buyurmaktadır:"   İster zimmet ehli ister bu grubun dışında kalan gayrı Müslimler İslami topraklarda dinlerinin propagandasını yapamazlar, kitaplarını yayımlayamazlar ve Müslümanları ve çocuklarını kendi dinlerine davet edemezler. Bunu yaparlarsa ceza almaya layık olurlar. " 

Belki de Müslümanlar Zimmet Ehlinin dini propagandalarını duymak bile istemezler ancak sapkınlığa sürüklenme ihtimali yüzünden  bu propagandalar yasaklanmıştır.  

Söylediğimiz gibi  İslam, Zimmet Ehline dini özgürlük hakkını vermiştir.  Ancak onların kutsal mekanlarının yapımı çerçevesinde de sınırlar çizmiştir.   

Bu çerçevede Müslüman fakihler  Ehli Kitap'ın mabet ve kutsal mekan yapmaları için belli koşullar belirlemiştir.   Örneğin  Ehli Kitap, yeni kurulan İslami şehirlerde kutsal mekan kurma hakkına sahip değiller.  Ancak  barış anlaşması veya savaş sırasında fetholunan kendi bölgelerinde İslami yönetimden izin alarak  bunu yapabilirler. Tabii bu sınırlamalar hususunda İslam fakihleri arasında görüş farklılıkları da söz konusudur.