İslam ve Azınlıkların Hakları-8
Bu bölümde İslami temellere dayanarak Zimmet ehlinin haklarını ele alacağız. Bu çerçevede bu kesimin toplumsal adalet ve yargı haklarından yararlanması ve konut hakları ile ilgili konuşacağız.
Zimmet ehlinin İslami toplumdaki haklarını ele aldığımız geçen bölümlerde onların ikamet, mülkiyet ve dini özgürlük haklarından söz ettik. Bu arada ikamet izni ve hakkının önemli bir hak olduğunu söyledik.
İkamet izni ve konut sahibi olmak Ehli Kitap'ın önemli haklarından sayılır. Kuran-ı Kerim'in Ahzap suresinin 27'inci ayetinde ise bu hususta şöyle buyrulmuştur: "«وَأَوْرَثَکُمْ أَرْضَهُمْ وَدِیارَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ وَأَرْضًا لَمْ تَطَئُوهَا وَکَانَ اللَّهُ عَلَىٰ کُلِّ شَیءٍ قَدِیرًا»،
"Onların topraklarını, evlerini, mallarını, o zamana kadar ayak basmadığınız bir toprağı size miras bıraktı. Allah her şeye kādirdir."
Bu ayette ise Ehli Kitap'ın İslam ordusundan kaçması ve malvarlıkları ve evlerini bırakmasından söz edilmiştir. Bu yüzden Ehli Kitap savaşı bırakıp İslam topraklarında kalırsa bu ayette değinildiği gibi evleri ve malvarlıkları da onlara geri verilecektir. Tabii mesken ve ikamet hakkının belli koşulları vardır. Örneğin evleri Müslümanların evlerinden daha yüksek olmamalı ve Müslümanların evlerine musallat konumda olmamalıdır.
İmam Humeyni ise bu hususta şöyle buyurmuşlardı:" Ehli Zimmet'in yaptıkları her bina Müslümanlara ait yan binalardan daha yüksek olmaması gerekiyor. Tabii Müslümanların evlerinden ve binalarından daha yüksek olan bir binayı Müslümanlardan satınalabilir. Böyle bir binanın yıkımı caiz değildir. Böyle bir evin veya binanın yüksel olan kısmı kendiliğinden doğal olarak bozulursa onu tekrar o şekilde yapmak caiz değildir. Bu yüzden yeniden yapılan bu bina Müslümanların binalarından yüksek olamaz ve yüksekliği azaltılmalıdır. "
İmam Humeyni'nin bu sözlerinin nedeni ise Nisa suresinin 141'inci ayeti olan nefy-i sebil yani gayrı Müslimlerin Müslümanlara musallat olmaması ilkesidir. Bu ayette Allahu Teala şöyle buyurmuştur: " «وَلَنْ یجْعَلَ اللَّهُ لِلْکَافِرِینَ عَلَى الْمُؤْمِنِینَ سَبِیلًا»
" Allah kâfirlere, müminler aleyhinde asla yol vermeyecektir."
İslami toplumun Ehli Kitab'a Zimmet anlaşması gereği tanıması gereken bir başka hak ise yargı hakkıdır. İslami düzenin temellerinden biri de yargı erkidir. İslami hükümetin önemli özelliklerinden biri de şeri kurallar ve ilkelerin ve hadların uygulanmasıdır. Ehli Kitap ise İslami toplumun vatandaşları sayıldıkları zaman bu haktan da yararlanmaları gerekiyor ve İslami mahkemelere baş vurabilme imkanına sahip olurlar.
Göründüğü gibi İslam, azınlıkların haklarının ayaklar altına alınması ve onlara zulüm yapılmasına izin vermemiştir. Bu yüzden de onlara yargı mercilerine baş vurma ve bu haktan yararlanmalarına müsaade etmiştir. Gerçi onlar bağımsız bir şekilde haklarını talep edemezler ve bunun için belli süreçlerden geçmeleri gerekir.
Tarihi rivayetlerde ise günlerden bir gün İmam Ali as'ın Yahudi biri ile kadıya gittiği nakledilmektedir. İmam Ali as " bu zırh benimdir. Ne sattım ne de hibe ettim. " deyince Yahudi adam bu zırhın sahibi olduğunu öne sürdü. Kadı, İmam Ali as'dan iki adil tanık getirmesini istedi. İmam Ali as ise " Kanber ve Hüseyin, her ikisi tanıklık ederler. " Kadı " kul ve oğlun tanıklık etmesi kabulüm değil " dedi ve bu tanıklıkları reddedip Yahudi adamın zırhın sahibi olduğuna karar verdi. Yahudi adam ise bu durumu görüp İslami toplum kadısının İslami ahkama göre karar verdiğine şahitlik edince, bu şaşırtılacak durumu görünce Müslüman oldu ve şöyle dedi:" Ey Ali ! Bu senin zırhın. Sıffin savaşında boz devenizin üzerinden düştü ve ben onu aldım. "
İslam dininde ayrıca azınlıkların kendi dinlerinin ilkelerine göre davalarına bakmasına da hak tanınmıştır. Gayri Müslimlere de adalet talebi, yargı çağrısı ve adli kovuşturma talepleri hakkı vermiştir. Bu yüzden azınlıklar İslami yöneticiler nezdinde yargı süreçlerinin başlatılması çağrısında da bulunabilir. İslami toplum kadısı veya yöneticisi bu talebi kabul edip veya reddedebilir. Ancak kabul ettiği zaman adil ve eşit bir şekilde yargı yapmalıdır.
Maide suresinin 42'inci ayetinde ise bu hususta şöyle buyrulmuştur:" «فَإِنْ جَاءُوکَ فَاحْکُمْ بَینَهُمْ أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ وَإِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ یضُرُّوکَ شَیئًا وَإِنْ حَکَمْتَ فَاحْکُمْ بَینَهُمْ بِالْقِسْطِ اِنَّ اللَّهَ یحِبُّ الْمُقْسِطِینَ»
".....Sana gelirlerse aralarında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah âdil olanları sever."
Fakihler de Müslüman hakimler ve yöneticilerin yargılamayı kendileri yapmaları veya yargıyı azınlıkların kendi hakimlerine bırakması hususunda yetki sahibi olduğunu söylüyor. Ayrıca azınlıklara mensup olanlar birbirlerine karşı veya birbirlerinin lehine tanıklık edebilirler. Tabii kendi kutsal kitaplarına uygun düşecek şekilde. Onların evlerine saldıranları bile evden atabilirler. Burada önemli olan nokta Allahu Teala'nın bu ayette Peygamberine " adil bir şekilde onlar arasında hüküm ver" tavsiyesinde bulunmasıdır.
İran İslam Cumhuriyeti anayasasının 3'üncü maddesinin 14'üncü paragrafında ise " herkes için eşit ve adil bir şekilde adli yargı imkanının sağlanmasının garanti altına alınmasına" vurgu yapılmıştır. İşte bu yasa Mümtehine suresinin 8'inci ayetinde değinilen bir konu olmuştur:" «لاینْهکُمُ اللّهُ عَنِ الَّذِینَ لَمْ یقاتِلوُکُمْ فِی الدّینِ وَ لَمْ یخْرِجُوکُمْ مِنْ دِیارِکُمْ اَنْ تَبَرُّوهُمْ وَ تُقْسِطُوا اِلَیهِمْ اِنَّ اللَّهَ یحِبُّ الْمُقْسِطِینَ»؛
" Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever."
İran İslam Cumhuriyeti hükümeti ve Müslümanlar gayri Müslimlere iyi davranmalı, adaletli ve eşit davranmalıdır. Tabii bu İslam ve İran İslam Cumhuriyeti karşıtı girişimde bulunmayan komplo ve tezgah kurmayan azınlık mensupları için geçerlidir. Sonuçta İran İslam Cumhuriyeti ve İslami toplum bireyleri gayri Müslim azınlıklara iyi davranmakla mükellef olmuşlardır. Anayasayı ihmal etme girişimi ise anayasayı ihlal mahiyeti taşıyor. Bu da İran İslam Cumhuriyeti hukuki düzeninde affedilmeyecek günahlardan sayılır.
Rahmetli İmam Humeyni ise Müslüman hakimlerin adil yargılama yapmasını istemiştir. Bunun da ister Müslümanlar ister gayrı Müslimler arasında geçerli olduğuna vurgu yapmıştır. Azınlıklara tacizde bulunan birinin ise adli yasalara ve ilkelere göre yargılanmasına vurgu yapmıştır. Buna ilaveten tazminat ve diyet öderken de Müslümanlar ve gayri Müslimler arasında eşit davranılmalıdır. Tabii Müslümanı öldürüp de diyeti ödemekten aciz kalan azınlıkların mensubunun diyeti Beytülmalden ödenir.
Adaletten yararlanmak İslami hükümet kontrolü altında yaşayan tüm Müslüman ve gayri Müslimlerin hakkıdır. Bilindiği üzere İslam, tüm insanlar arasında adaletin sağlanmasına vurgu yapmıştır. Hangi düşünceye ve hangi harekete bağlı olurlarsa olsun bu geçerlidir. Kuran-ı Kerim ayetlerinde de adaletten söz edilirken hiçbir inançsal şart belirlenmemiştir. Bu çerçevede Nisa suresinin 58'inci ayetinde şöyle buyrulmuştur: " «إِنَّ اللَّهَ یَأْمُرُکُمْ أَنْ تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَىٰ أَهْلِهَا وَإِذَا حَکَمْتُمْ بَیْنَ النَّاسِ أَنْ تَحْکُمُوا بِالْعَدْلِ ...»، "
"Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. "
Bu yüzdendir ki tarihi kaynaklara göre İmam Ali as da Mısır valisine yazdığı mektupta " Adaletin Ehli Zimmet için bile uygulanmasına ve mazlumlara hakların verilmesine ve zalimlere koşulları zorlaştırmasına " vurgu yapmıştır.
Kuran-ı Kerim Müslümanlara düşmanları tarafından uygulanan zulümlere boyun eğmemesini emretmiş. Ancak bu zulümlere de zulüm ile karşılık verilmemesine vurgu yapılmıştır. Şimdi de Ehli Kitap ile barış anlaşmasının imzalandığı sırada nasıl böyle bir zulme müsaade edilir ki.
Allahu Teala Maide suresinin 8'inci ayetinde ise Müslümanların adaleti uygulamasını ve adalete bağlı kalmasını emreder ve şöyle buyurur: "«یَا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُوا کُونُوا قَوَّامِینَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا یَجْرِمَنَّکُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَىٰ أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَىٰ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِیرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ»، " Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır."