İmam Humeyni –ks– mektebinde - 67
Bugünkü sohbetimizde İmam Humeyni’nin -ks- İslam dininde yükümlülük ve sonuç ikilemi hakkındaki görüş ve düşüncelerini ve siyasi mücadelesini yükümlülük ilkesine dayanarak yürütmesini ele almak istiyoruz.
Bilindiği üzere, mümin kulların İslami davranışlarının beyanında önemli konulardan biri, İslam dinine inanan bir müminin davranışlarında sadece Allah tarafından kendisine belirlenen yükümlülükleri mi, yoksa aynı zamanda hedefe ve sonuca ulaşmayı da mı önemsemesi gerektiği bilmecesini çözmektir. Bir başka ifade ile, acaba bir davranışın iyi veya kötü oluşunun kriteri sırf bir yükümlülüğü yerine getirmek midir, yoksa aynı zamanda bu yükümlülüğün yerine getirilmesi veya getirilmemesinde sonuçları veya getirilmesi de önemli midir?
Bu bilmecenin çözümü özellikle sosyal ve siyasi davranışlarda çok önemli ve yol göstericidir; zira her iki eğilimden birinin seçimi, sosyal ve siyasi alanlarda çok farklı davranışlarla sonuçlanabilir. Bundan başka bu konuya açıklık getirilmemesi ve esrarengiz kalması Müslümanların ve mümin kulların şaşkınlığı ve muğlaklığına yol açarak birçok durumda ciddi ihtilaflara zemin oluşturmuştur.

İmam Humeyni -ks- büyük bir din alimi ve ayrıca dini inançları temelinde siyasi mücadeleye de başlayan büyük bir mücahit olarak ta baştan bu konuda tutumunu belirledi, böylece hem başkalarının kafalarında muğlaklığı giderdi, hem de başta inananlar ve müminler olmak üzere taraftarlarına da fikri ve davranış temelleri bakımından bir emsal teşkil etti.
Şimdi İmam’ın -ks- bu mantığı ile tanışmak için bazı mısdaklarını sizlerle paylaşmak istiyoruz.
İdealist ve realist ikilemi insanların bireysel ve sosyal alanlarda en önemli davranış ikilemlerinden sayılır. Bir insanın idealleri gözetlemesi ve ona göre davranması ve davranışları ve sonuçlarını kaygı etmesi ile idealleri ve ideallerin temelinde davranmayı takip etmenin bireysel ve sosyal maslahat için yeterli olmadığı ve herkes davranışlarının sonuçları ne olacağını ve ne gibi sonuçlar doğuracağını gözetlemesini kaygı etmesi, bu ikilemin yarattığı şaşkınlığın en somut örneğidir. Bu ikilem tüm alanlarda somut bir şekilde ortaya çıkar ve insanları büyük kararlarla karşı karşıya getirir. Ancak din alanında bu ikilem çok daha güçlü ve önemli bir şekilde tecelli eder, zira dindar bir insan hem dini görev ve yükümlülüklerine inanır, hem tüm dini ahkamın nihai amacı bireyi ve toplumu kurtuluşa erdireceğine inanır; dolayısıyla bu iki konunun hiç birinden kolay kolay vazgeçmek mümkün olmaz.
Bazı teorisyenler, İslam dininde görecede çelişki arz eden bu iki konu arasındaki ilişkiyi halletmeye ve yükümlülük ile sonuç arasındaki ilişki bilmecesini alimane bir şekilde halletmeye çalışmıştır. İmam Humeyni -ks- bu konuda hem teori üretmek ve hem fikri temellerini beyan etmek, hem bu iki konu arasında uygulamada ve hem somut ve pratik model sunmakla bu bilmecenin çözümünde etkili rol ifa etmiştir.
Bir başka ifade ile, İmam Humeyni -ks- dini düşüncesi, bireysel, sosyal ve siyasi davranışlarında bu iki konu arasındaki ilişkiyi en iyi biçimde teorize etmeyi ve İslam’ın dini ve fıkhi temellere dayanarak bir model sunmayı başarmıştır.
İmam Humeyni -ks- yükümlülük ile sonuç arasındaki ilişkinin ikilemini beyan ederken yükümlülüğün asaletine vurgu yapmış ve yükümlülüğün sonuçtan önce geldiğini vurgulamış, ancak yükümlülüğü eksen alması da asla sonuçtan gafil olmasına sebebiyet vermemiştir. Ancak burada önemli olan nokta, bir yükümlülüğün nasıl gerçekleştiğini beyan etmektir. Bu konu özellikle siyasi davranışlarda büyük önem arz eder.
İmam Humeyni’nin -ks- eğilimine göre, şer’i yükümlülüğü yerine getirmenin üç önemli temeli vardır. İlk temel, mümin insanın dini tealim ve öğretilere göre yükümlülüğün ne olduğunu iyi bilmesidir. Bir başka ifade ile insan çeşitli konumlarda Allah tealanın hükmü ne olduğunu ve acaba ameli Allah’ın hükmüne uygun olup olmadığını bilmelidir.
İkinci temel, ilahi yükümlülüğü yerine getirmekte saf niyetli olmaktır, ki bu da ahlaki bir temel sayılır, şöyle ki mümin ve inanan insan ilahi ahkamı tanımak ve içinde bulunduğu şartlara uyumlu hale getirmesini bilmenin yanında bir ameli yerine getirirken ilahi niyet ve yakınlaşma azmi olmalı ki ilahi yükümlülüğü yerine getirme mısdakı olsun.
Üçüncü temel, davranış ve ameli yerine getirme temelidir; yani hedefe ulaşmak için harekete geçmek; ancak bu harekette meşru olmayan araç gereçlerden yararlanmamış olmalı ve ameli yerine getirmek üzere azami derecede çaba sarf edilmelidir.
Bu üç şarta uyulduğu ve üç temeli göz önünde bulundurulduğu takdirde müminin davranışı, yükümlülüğü yerine getirme mısdakıdır ve sonuç ne olursa olsun onun için zaferdir. Bir başka ifade ile, en iyi iki sonuçtan biri hasıl olur; gerçi görecede tüm durumlarda zafer elde etmemiş gibi gözükebilir.
Söz edilen eğilime göre, sonucu düşünmek, yükümlülüğü düşünmenin bir parçasıdır. Buna göre esas olan yükümlülüktür, ama aynı zamanda sonuç da önemlidir. Sonuç, bir yükümlülüğün gerçekleşme aşamasında ve davranış temelinde bir yükümlülüktür ve bir müminin davranışlarında gerçekleşen şeyin bir parçası sayılır. Bu eğilimde amel eden kimse tüm vaziyetlerde ve özellikle başarısızlık ve görece ve kısa vadeli yenilgilerde bir nevi iç huzur hisseder. Bu modele göre devranan kimse ideal sonuca ulaşmak üzere ilahi yükümlülükleri yerine getirir ve ideal sonuca ulaşmasa bile, asla pişmanlık ve hüsran duygusuna kapılmaz.
Bu eğilimin müspet sonuçlarından biri, hedefin vesileyi haklı göstermemesidir; zira bu modelde yükümlülüğü yerine getirmek için ilahi yükümlülüğe aykırı davranamayız. Bir başka ifade ile, yükümlülüğü eksen almak ve ona asalet vermek, siyasi ve sosyal alanlarda ahlakın konumunu yüceltir; zira mümin insan hedef ve sonuca ulaşmak için her türlü aracı kullanamaz. Dolayısıyla bu inancı izleyenler kendi ahlakının konumunu korumanın yanında her türlü korku ve hüzünden de korunmuş olur; yani geçmişi için üzülmediği gibi geleceği için de asla korkmaz.
İmam Humeyni -ks- şah rejimine karşı siyasi mücadelesinde tamamen bu modele ve bu mantığa göre hareket ederdi. İmam -ks- açıkça nihai amacı ilahi yükümlülüğü yerine getirmek olduğunu, şah rejiminin devrilmesi meselenin tali boyutu olduğunu ilan etti.
Hüccetülislam Mümin bir anısında bu konuya çok güzel biçimde işaret ederek İmam’ın esas kaygısı şah rejimini İslam ilkelerine uymaya ve anayasayı uygulamaya zorlamak olduğunu, yoksa bu rejimin devrilmesi İmam açısından hiç bir asaleti olmadığını belirterek şöyle diyor:
Bir gün İmam -ks- bana şöyle buyurdu: Eğer şah anayasaya uyar ve İslam ve Şia mezhebine saygıyı korursa, bizim onunla işimiz olmaz. Zaten biz şah olmak istemiyoruz; biz sadece onu bize Şer'i yükümlülük getirecek herhangi İslam karşıtı bir girişimde bulunmaması konusunda uyarıyoruz.
İmam Humeyni -ks- Ayetullah Burucerdi vefat ettikten sonra şah rejimine karşı siyasi mücadeleye ciddi bir şekilde başladı. İmam -ks- ilahi yükümlülüğü yerine getirmeyi mücadelesinin en önemli gerekçesi olduğunu düşünüyordu.
Bu konuda Hüccetülislam Murtaza Sadıki şöyle anlatıyor:
Merhum Ayetullah Burucerdi’nin vefatından yaklaşık bir yıl sonra ve Pehlevi rejimi toprak reformunu gündeme getirmesi ve İslam karşıtı programlarını uygulamaya başlamasının ardından İmam’ın tağut rejimi ile mücadelesi başladı. O sıralarda bir gün ben dersten sonra İmam’ın huzuruna çıktım. İmam bana şöyle buyurdu: Ben yükümlülüğüm gereği bu mücadeleye başladım.
İmam Humeyni -ks- kendisinden mercilik konumunun pekişmesi için biraz temkinli davranmasını isteyen bazı ulemanın cevabında açıkça, mercilik mevkii pek önemli olmadığını, önemli olan, yükümlülüğü yerine getirmek olduğunu belirtti. Hüccetülislam Murtaza Sadıki Tahrani bu konuda şöyle diyor:
Mücadelenin başlarında ve İmam tarafından çok sayıda bildiri yayımlandığı günlerde Tahran alimlerinden biri benim aracılığımla Kum’da İmam’a bir mesaj yolladı. Mesajda şöyle diyordu: Zati aliniz taklit mercii ve risale sahibi birisiniz, fazla bildiri yayımlamak size yakışmaz, sayılarını biraz azaltın. Mesajı İmam’a sunduğumda şöyle buyurdu: Benim selamımı kendisine iletin ve “ben merci olmak istemiyorum, yükümlülüğümü yerine getirmek istiyorum” deyin.