Esma-ül Hüsna – 21
Bilindiği üzere Esma-ül Hüsnâ, yüce Allah’ı tanımak için en iyi yoldur.
Her biri yüce Allah’ın özelliklerinden birine işaret eden ismi şeriflerden bu hafta Kur'an-ı Kerim’de en çok geçen ismi şeriflerden el-Alîm, yani her şeyi hakkıyla ve çok iyi bileni ele almak istiyoruz.
“Gizli açık, geçmiş, gelecek, her şeyi en ince detaylarına varıncaya kadar, çok iyi bilen” manalarına gelen “el-Alîm” ism-i şerifi; olmuşu, olacağı yani gelecekte yaşanacak şeyleri, küçük-büyük her şeyi kuşatır. Bundan manevî âlem de maddî âlem de eksik kalmaz. Bu yönüyle ism-i şerifin anlamı, “eksiksiz bir şekilde, kesin olarak bilmek” şeklinde açıklanabilir.
Mübarek ismin kökü ilim kelimesine dayanır. Allah’ın geniş çaptaki ilmi ise, kendi hakkındaki bilgisinin cüzi ve eksik olan insan ve diğer mahluklara rağmen ilk başta kendi zatı ile ilgilidir. Hak Teâlâ’nın ilmi ikinci etapta O’nun mahluklarla ilgili geniş çaplı ilmi ile ilgilidir, ister onların yaratılmasından önce veya sonra olsu; zira dünyayı yaratan yüce Allah onların Rabbi’dir ve neler yarattığını çok iyi bilir.
Bir çok rivayet ve ayet bu gerçeğe işaret ediyor, tıpkı Sebe’ suresinin 3. Ayetinde olduğu gibi:
…عَالِمِ الْغَیْبِ لَا یَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِی السَّمَاوَاتِ وَلَا فِی الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَلِک وَلَا أَکبَرُ إِلَّا فِی کتَابٍ مُّبِینٍ
…De ki: "Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır."
Emir-ül müminin hz. Ali -as- da Nehculbelaga’nın 178. Hutbesinde şöyle buyuruyor:
Onu hiçbir iş, başak bir işten alıkoymaz; hiçbir zaman, onu hâlden hâle düşürmez; hiçbir mekân onu kavrayamaz. Yağmur katrelerinin, gökteki yıldızların, yelin savurduğu tozların sayıları bile ondan gizli kalmaz; düz ve sert taşın üstünde yürüyen karıncanın yürüyüşünü bilir; karanlık gecede, küçücük karıncanın dinlendiğini görür. Ağaçlardan düşen yaprakları, bilgisi kavrar; gözlerin gizli bakışını görür, duyar.
Allah’ın Alîm ism-i şerifi her yerde hissedilir. Varlık alemine kısa bir bakışla Hak Teâlâ’nın tüm mahlukatının en ince detayları ve karmaşıklığı hakkında Alîm olduğu anlaşılabilir. Aslında cahil bir varlık böyle hayret verici ve alimane bir düzen kuramaz. Mülk suresinin 14. Ayeti bu konuya işaretle her hangi bir sözün aşikar veya gizli olarak dile getirilmesinin yüce Allah için fark etmediğini, zira Hak Teâlâ’nın sadece aşikar olanları değil gönüllerdeki gizli olan her şeyi bildiği ifade ediliyor.
Bu ayette şöyle okuyoruz:
وَأَسِرُّوا قَوْلَکمْ أَوْ اجْهَرُوا بِهِ إِنَّهُ عَلِیمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ أَلَا یعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِیفُ الْخَبِیرُ
Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
Yüce Allah’ın tüm mahluklar ile ilgili ilim ve bilgisine açıkça işaret eden biri diğer ayet ise Lokman suresinin son ayetidir. Bu ayette yüce Allah’ın ilminin, insanların sınırlı ve kıt bilgisinin ötesinde olan gayb işleri bile kapsadığı ve kıyamet zamanı gibi konularda bilgiye sahip olduğu belirtiliyor. Lokman suresinin 34. Ayetinde yüce Allah şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَینَزِّلُ الْغَیثَ وَیعْلَمُ مَا فِی الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِی نَفْسٌ مَاذَا تَکسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِی نَفْسٌ بِأَی أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِیمٌ خَبِیرٌ؛
Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.
Kur'an-ı Kerim’in Teğâbûn suresi de ilahi ilmin insanların gizli açık her şeyini kapsadığını belirtiyor. Surenin 80. Ayeti ise bu geniş bilginin tüm canlı cansız varlıklar, onların hareketleri ve hareketsizlik halleri ve her şeyini içerdiğine vurgu yaparak şöyle buyuruyor:
یعْلَمُ مَا فِی السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَیعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ وَاللَّهُ عَلِیمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
İlginç olan ise «عَلِیمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ» tabiri, insanlar hakkında ilahi bilginin enginliği ve genişliği hakkında en açık tabir olarak Kur'an-ı Kerim’de defalarca tekrarlanmasıdır.
Alîm ism-i şerif yüce Allah’tan insanın fikrinde ve düşüncesinde açık ve aydın bir görüntü oluştururken aynı zamanda onun Allah Teâlâ karşısında sorumluluk taşıma ruhunu da bir o kadar arttırıyor. Hayatının her anını ve her işini bildiği bir Allah’ın varlığını bilen her insan, yoksulluk ve fakirlik hatta hastalık döneminde bile rıza ile birlikte sabırlı olur. Böyle bir insan tüm düşünce, inanç, konuşma ve davranışlarının Allah tarafından bilindiği ve hiçbir şekilde üzerini örtemeyeceğini bilir.
Bu her insanın diğerleri nezdinde özellikle de özel sosyal konuma sahip olanlar karşısında kendi konuşması ve davranışlarına daha fazla dikkat etmesidir. Bu yüzden her bilinçli insan, tüm sırlara vakıf olan Yegane Allah karşısında hiçbir hata yapmazken üstelik her türlü kötü düşünceyi de kendinden uzaklaştırır ve niyetini ise sadık ve temiz kılar.
Bu arada yüce Allah’ın sahip olduğu ilim ve bilgi ile onun yaşamındaki her şeyi bildiğini, dünya ve ahretin mutlak sahibi olarak her işe kadir olduğunun farkında olan her insan daha huzurlu olur. Böyle bir insan yüce Allah’a dayanarak kaybettiklerinden hiç üzülmeden ve gelecekten korku duymadan büyük bir istek ve zevkle iyi işlerde bulunur.
Alîm ism-i şerifi, Kur'an-ı Kerim’de 162 kez tekrarlanmış ve beraber kullanılan diğer isimler ile birlikte ona uygun anlam taşımaktadır. Hakkıyla işiten anlamında olan es-Semi’ ism-i şerif ise Alîm ile birlikte geçen Esma-ül Hüsnâ’lardan biridir. Bazı müfessire göre söz konusu iki ism-i şerifin yan yana geldiği ayetler, Allah ilminin duyulanlarla olduğu anlamındadır. Ankebut suresinin 60 ayetinde şöyle okuyoruz:
وَ کَأَیِّنْ مِنْ دَابَّهٍ لا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ یَرْزُقُها وَ إِیَّاکُمْ وَ هُوَ السَّمیعُ الْعَلیم
Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Yani canlıların tek tek Rezzak’ı olan yüce Allah kimsenin rızkını geciktirmez zira O Semi’dir ve mahlukların rızık isteme seslerini duyar, ister dile getirilsin ister yüreklerde kalsın. O, Alîm’dır ve kimin rızkının ne olması ve ne kadar olmasını çok iyi bilendir.
Esma-ül Hüsnâ konusunda her zaman mevzu bahis olan konu, bizim bir insan ve Allah’ın yer yüzündeki halifesi olarak kendimizi bu ism-i şeriflere daha fazla yaklaştırmamızdır.
Hiç şüphesiz bu ism-i şeriflere daha yakın olmak ve onlarla süslenebilmek ise insanın çalışmasına bağlıdır. Fakat unutmayalım ki ilmin kaynağı da bizzat Allah’ın ilmidir ve O sahip olduğu bilgi ve ilmi, taliplere ve öğrenmek isteyenlere veriyor.
Peygamberler ve masum imamlar -as- konusu ise farklıdır. Bu insanlar gayb dünyası ile dolaylı veya dolaysız şekilde bağlantılı oldukları için ilahi ilim ve bilgiye sahiptirler. Zira onlar halı hidayet ve irşad etmek için çağdaşlarından daha bilgili olmaları gerekir zira halk arasında İmam’dan daha bilgin biri olursa o zaman mecburen İmam ona uymalı ve itaat etmelidir.
Tabi bu da bir nevi zulümdür ve bir insanın kendisinden daha az bilgi ve fazilete sahip olan başkasına uymasının Allah tarafından beklenilmesi, Allah’a yakışmaz.
Öyle ise her şeyden önce aklım da hükmettiği gibi masum İmam’ın tüm çağdaşlarından daha alim ve bilge olması gerektiği söylenebilir. İmam’ın sahip olduğu ilmi ve bilge olma zaruretini ispatlayan kesin delillerden biri ise Sekaleyn hadisidir. Bu hadis bir çok şia ve ehli sünnet bilgini ve ravisi tarafından nakledilmiştir. Bu hadiste Rasûlüllah -saa- şöyle buyuruyor:
إنّی تارِکٌ فَیکُمُ الثِّقلَیْنِ کِتابَ اللهِ وَ عِتْرَتی أهْل بَیْتی ما إنْ تَمَسَّکْتُمْ بِهِما لَنْ تُضِلُّوا أبَداً
Ben sizin aranızda iki ağır, kıymetli emanet bırakarak gidiyorum: Allah'ın Kitabı ve benim ıtretim. Eğer siz onlara sarılırsanız, benden sonra hiçbir vakit yolunuzu şaşırmayacaksınız. O zaman, siz bunlara sarılırsanız yoldan çıkmayacaksınız ve bu iki yadigarım hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmayacaklar.
Bu nebevi hadiste Rasûlüllah kendi ehlibeytini Kur'an-ı Kerim’in yanında ve ona eşdeğer olarak zikrediyor. Diğer yandan ise Fussilet suresinin 42. Ayetinde de şöyle okuyoruz:
لَا یَأْت۪یهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَیْنِ یَدَیْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِه۪ۜ تَنْز۪یلٌ مِنْ حَک۪یمٍ حَم۪یدٍ
Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.
Kur'an-ı Kerim böyle olunca ve Rasûlüllah da ıtretinin tıpkı Kur'an-ı Kerim olduğunu ve alsa ondan ayrılmadığını söyleyince muhakkak Kur'an-ı Kerim ile aynı seviyede olan birini izleyenler asla yanlışa sapmaz ve bu da İmam’ın alim olduğunun göstergesidir.
Bugünkü sohbetimizi de noktalarken ellerimizi semaya açıyor ve dünyanın güm gizli sırlarına Alîm olan yüce Allah’a yalvarıyor ve şöyle diyoruz:
“Ey Allah’ım! Benim kalbimde kendi marifet ve basiret ve anlayış ve bilgi nuruna karar kıl zira Sen her şeyi tam bilen ve güç yetiştirensin.”/012