Temmuz 31, 2020 19:38 Europe/Istanbul

Her biri yüce Allah’ın özelliklerinden birine işaret eden Esma-ül Hüsnâ’dan bu hafta, kısaca hakkıyla gören اَلْبَص۪یرُ  el-Basîr ismi şerifi ile tanışacağız.

Hatırlanacağı üzere geçen sohbetimizde Esma-ül Hüsnâ’dan es-Semi’ ismi şerifi hakkında konuştuk ve Allah’ın Semi’ olmasının mahluklarının duyma yeteneğine asla benzemediğini belirttik. Yüce Allah, tüm harfler, kelimeler, anlamları ve tüm özelliklerlerine ister gizli olsun ister açık, ister alçak ister yüksek, ister hafif ister yoğun olsun tümüne musallattır. Bugün ise Allah tealanın bir diğer özelliği olan hakkıyla gören anlamında olan Basîr’ı ele alacağız.

Esma-ül Hüsnâ’dan Basîr, Kur'an-ı Kerim’de 10 kez es-Semi’ ile birlikte olmak üzere toplam 40 kezden fazla zikredilmiştir. Örneğin İsra suresinin birinci ayetinde olduğu gibi:

إِنَّهُ هُوَ السَّمِیعُ البَصِیر

… Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Basîr olan yüce Allah her şeyi en ufaktan en büyük, en gizliden en açığa kadar her şeyi görür. O’nun görmesi, sadece görünürdekilerle kısıtlı değil, bizim gizli niyet ve davranışlarımıza da Basîr’dir.

Basîr kelime anlamı ile “gören”dir fakat terim olarak çok ince ve dikkatli bir bilgi, doğru bir tanım ve hakkı batıldan ayırt edebilene denir ve böyle bir basiret ise Kur'an-ı Kerim’e dayanarak sadece hatırlatmalar, akıllıca düşünme, ibret almak, takva ve yakin ile kazanılır. Fakat yüce Allah’ın Basîr olduğu söylenince mahlukların basir olması ile tamamen farklıdır. Mutlak anlamda Basîr olan yüce Allah, bizim düşünebileceğimiz ve düşünemeyeceğimiz her şeyi görür.

Emir-ül müminin hz. Ali -as- Nehc-ül Belaga’nın 65. Hutbesinde bizim yüce Allah’ı daha iyi tanıyabilmemiz için şöyle buyuruyor:

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلَّذِی ... کُلُّ مُسَمًّى بِالْوَحْدَةِ غَیْرَهُ قَلِیلٌ وَ کُلُّ عَزِیزٍ غَیْرَهُ ذَلِیلٌ وَ کُلُّ قَوِیٍّ غَیْرَهُ ضَعِیفٌ وَ کُلُّ مَالِکٍ غَیْرَهُ مَمْلُوکٌ وَ کُلُّ عَالِمٍ غَیْرَهُ مُتَعَلِّمٌ وَ کُلُّ قَادِرٍ غَیْرَهُ یَقْدِرُ وَ یَعْجَزُ وَ کُلُّ سَمِیعٍ غَیْرَهُ یَصَمُّ عَنْ لَطِیفِ اَلْأَصْوَاتِ وَ یُصِمُّهُ کَبِیرُهَا وَ یَذْهَبُ عَنْهُ مَا بَعُدَ مِنْهَا وَ کُلُّ بَصِیرٍ غَیْرَهُ یَعْمَى عَنْ خَفِیِّ اَلْأَلْوَانِ وَ لَطِیفِ اَلْأَجْسَامِ

Hamd Allah'a… O'ndan başka birlikle vasfedilen her şey azdır, kimsesizdir; üstün denen her varlık zebundur, âcizdir; kuvvetli denen, zayıftır, kuvvetsizdir; bir şeye sâhip denen, köledir, kuldur. O'ndan başka her bilgi sahibi, bilgisini başkasından elde etmiştir; O'ndan başka her gücü yetenin, gücü yeter de, yetmez de. O'ndan başka her duyan, hafif sesleri duymaz da; çok yüce seslerse kendisini sağır eder, uzaktan söylenenleriyse işitmez de. O'ndan başka her gören, gizli renklere, latîf cisimlere karşı kör olur, görmez de.

Allah Teâlâ Al-ı İmran suresinin 15. Ayetinde müminlerin cennet nimetleri hakkında Resul-i  Ekrem’e şöyle buyuruyor:

قُلْ أَ أُنَبِّئُکُمْ بِخَیْر مِنْ ذلِکُمْ لِلَّذینَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنّاتٌ تَجْری مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهارُ خالِدینَ فیها وَ أَزْواجٌ مُطَهَّرَةٌ وَ رِضْوانٌ مِنَ اللّهِ وَ اللّهُ بَصیرٌ بِالْعِبادِ

De ki: "Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah, kullarını hakkıyla görendir.

Bu ayete göre yüce Allah kulları için dünya ve ahrette nimetler hazırlamıştır. Dünyevi nimetler mümin ve kafirler arasında müşterektir fakat uhrevi nimetler sadece müminler içindir. Bir çok Kur'an-ı Kerim müfessiri açısından yüce Allah’ın kafirler ve müminler arasında bunca farkı gözetmesi, bu ayetin sonunda zikredilen o basirettir. Yüce Allah her iki grup hakkında Basîr’dir ve her birinin ahrette nasıl istekleri olduğunu bilir ve onları en iyi şekilde hazırlar.

İnsan iki gözünün yardımı ile görür ve onun görme yeteneği bu duyunun sağlığı ve gücüne bağlıdır. Kur'an-ı Kerim Nahl suresinin 78. Ayetinde şöyle buyuruyor:

وَ اللّهُ أَخْرَجَکُمْ مِنْ بُطُونِ أُمَّهاتِکُمْ لاتَعْلَمُونَ شَیْئاً وَ جَعَلَ لَکُمُ السَّمْعَ وَ الأَبْصارَ وَ الأَفْئِدَةَ لَعَلَّکُمْ تَشْکُرُونَ

Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.

Bu yüzden görme yeteneğinin de duyma yeteneği gibi insanın kendi görevleri ve ilahi sorumluluklarını yerine getirme doğrultusunda güçlenmesi için olduğu söylenebilir.

Fakat insan fiziki gözüne ilaveten halk arasında gönül gözü olarak bilinen bir başka güce de sahiptir. Gönül gözü manevi konuları keşfetmek, Esma-ül Hüsnâ’yı tanıma ve anlamak ve kendini görmeyerek hiçe sayması içindir.

Tabi bu arada ancak Kur'an-ı Kerim ve ehlibeytin gösterdiği doğru yolda çalışarak ve hareket ederek ilerleyenler bu özelliği kazanabilirler. Bu insanlar hiçbir canlının ulaşamayacağı bir makama ulaşırlar.

Rasûlüllah’ın kelamında bu nimet bir nevi ilahi inayet ve lütuf şeklinde anlatılıyor. Nitekim Allah Resul’ü -saa- şöyle buyuruyor:

Yüzünde iki gözle dünya işlerini ve gönlünde ahret işlerini görmeyen hiçbir kul yoktur. Ne zaman Allah, bir kulunun iyiliğini isterse gönül gözünü açar ve onlarla O’nun gaybi vaatlerini görür ve gönül gözü ile ilahi vaatlere iman getirir.

Rivayetlerin anlattığına göre, Rasûlüllah -saa- bir gün sabah namazı ardından camide bir gence rastlar. Uykusuzluktan yüzünde renk olmayan ve gözleri çökmüş olan genç şekerleme yapıyordu.

Rasûlüllah, nasılsın diye sorunca, “Yakine sahip olmama rağmen sabahladım!” Resul-i Ekrem şöyle buyurdu: He yakin bir hakikate dayanır. Senin hakikatin nedir? Genç şöyle buyurdu: Yakinim gözlerimden uykularımı kaçırıyor ve gecelerde huzursuz ediyor, sanki ilahi arş ve kıyamet gününü ve yargı sahnesi ve mahlukların haşrını görüyorum. Sanki cennet ehlini ve nimetlerinden yararlandığını görüyorum ve tahtlara oturmuş; ve sanki cehennemi görüyorum ve cehennem ehlinin azapta olduğunu ve cehennem ateşinin harlanma sesini duyuyorum ve kulağımda yankılanıyor.

Rasûlüllah -saa- beraberindekilere şöyle buyurdu: Bu genç, Allah kalbini imanı ile aydınlatan gençtir.

Ve iste bu, iman ve marifet sayesinde kazanılan gönül gözüdür.

Tabi daha önce de belirtildiği üzre basiretin de dereceleri vardır; ilahi sorumluluklar ve farzların yerine getirilmesi ile birinci derece ve ardından müstehap amellerle birlikte daha üst derecelere varılabilir. Nitekim İmam Cafer Sadık -as- bir nebevi hadiste yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu aktarıyor:

Bir kulum sevgi hedefi ile nafile ve müstehapleri yerine getirince ben de ona sevgi gösteririm. Birini sevdiğimde, o bakınca gözleri oluyorum ve konuşunca onun dili oluyorum...

Bu rivayetten de anlaşıldığı üzere maddiyata bağlılık ve alışmakla körelen gönül gözü gerçekleri görme gücünü kaybediyor, farz ve nafile zaman aşımı ile giderek görme yeteneğini kazanır. Böylece dinin gerçekleri ile ilgili daha iyi bir basiret ve anlayışa kavuşabilir. Nafilelerin yerine getirilmesi, farzlardaki gaflet ve kusurları telafi ediyor. Örneğin günlük nafile namazları ve özellikle gece nafileleri, farz namazların eksiklerini giderirken müstehap oruçlar ise Ramazan ayının oruçlarındaki eksiklikleri, müstehap sadakalar ise humus ve zekat gibi parasal farzların eksikliklerini bertaraf eder.

Değerli dinleyiciler bugün de bizlere ayrılan sürenin sonuna geldik. Her zamanki gibi sizden ayrılmadan önce ellerimizi semaya açarak yapacağımız dua ile sizlerle vedalaşıyoruz.

اَللَّهُمَّ إِنِّی أَسْأَلُکَ بِحَقِّ مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ عَلَیْکَ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَ اِجْعَلِ اَلنُّورَ فِی بَصَرِی وَ اَلْبَصِیرَةَ فِی دِینِی وَ اَلْیَقِینَ فِی قَلْبِی وَ اَلْإِخْلاَصَ فِی عَمَلِی وَ اَلسَّلاَمَةَ فِی نَفْسِی وَ اَلسَّعَةَ فِی رِزْقِی وَ اَلشُّکْرَ لَکَ أَبَداً مَا أَبْقَیْتَنِی

Allah’ım, Muhammed -saa- ve ehlibeyti hakkına senden Muhammed ve ehlibeytine selam göndermeni istiyorum ve benim zahir gözüme nur vermeni ve dinimde basiret ve kalbime tam yakin ve amelime ihlas ve bedenime sağlık ve rızkıma genişlik bağışla ve beni yaşattığın müddetçe sana şükretmemi.012